Hak temsilcilerinin mücadeleleri, zamanın putları diyebileceğimiz hayat tarzları, telakkileri ve haddini aşmış hünerlerin kalbi işgal etmiş yerlerinden tekrar asli yer ve işlevlerine döndürmek üzerinedir.

Bir Hak dostu “Olan oldu, olacak da oldu” demiş. Gök kubbe altında yeni bir şey yok. Değişen de aslında değişmiyor. Yeni; bizim gözümüze, bizim zihnimize, bizedir. Değişip durduğunu zannettiğimiz devran, “Biz yaşarken oldu her şey” diyebilmemize matuftur. Zaman insanlar arasında dönüp durmaktadır. Yeni zannettiğimiz, hiç eskimeyen “an”dır. Muttasıl ve yekpare bir akış hepimizi sona doğru götürmektedir. Değişenlere takılıp kalmak aldatıcıdır. Değişmeyenlere göre tavır almak ise ancak akıllının harcıdır. Her şeyin kötüye gittiğini zannedenlere itibar etmemek gerekir, çünkü hiçbir şey daha iyi olmamıştır.

Zamanın başladığından bu yana değişmeyen bir şey varsa o da Hak ve batıl mücadelesidir. Hak tarafında tevhidi tesis, batıl tarafında tevhidi tağyir (bozma) gayreti vardır. Hakkın temsilcileri hayatı, ölümü ve kulluğu tek olan Allah’a hasrederken, batılın temsilcileri bu üç konuda Hakka ortaklar bulur ve bunlarla insanları yoldan sapıtırlar. Hayatı Allah’a hasretmenin önüne koydukları engel farklı hayat tarzlarıdır. Onlar, ölümü yok sayar ve kulluğu Allah’tan başkasına yaptırmaya çalışırlar. Hakkın tesis edildiği her zaman ve zeminde batıl, insanların heva ve hevese meyillerinden bir fırsat bularak tağyir işinden geri durmamıştır.

Putçuluk tağyir işinin hem en ilkel hem de en karmaşık formudur. Tarih boyunca hep var olması bu yüzdendir. Muhtemelen kıyamete kadar da insanlığın karanlık tarafı ile birlikte var olmaya devam edecektir. Putçuluk bir hayat tarzıdır. Tur’dan inen Musa Peygamberin gördüğü put, rüzgâr estiğinde böğürme sesi çıkaran gösterişli bir buzağı heykeliydi. Samiri, putunu anlatırken: “Ben onların görmediklerini gördüm, o elçinin izinden bir tutam alıp onu dışarı attım” demişti. Bir putun peşinden gitmek bir hayat tarzının takipçisi olmak demektir. O tarz, takipçilerini, o zamana kadar görülmediği düşünülen şeylerle ikna eder. İddiası vardır; değişim önerir, fazlalık saydığını atar, zamana uymuyor diye yük görülenleri kendi çarpık anlayışının eleğinden geçirerek, ayıklar. Zamanın putu, önerdiği hayat tarzının en üstün ve faydalı bileşke olduğu telkinini yapar. Dost da buradadır, söylem de, itibar da, kariyer de, gelecek de… Ümit, sevgi ve korkunun gösterdiği, işaret ettiği ve yöneldiği yerlere hasredilmesini ister. En çeldirici telkini, güç ve zenginliği taşıyan insanlardan oluşturduğu çevre iledir. Statü, makam, iyi bir gelir ve konforlu hayatın, kendisi ve yanındakilerle olduğunu hissettirir. Etrafına topladıkları ile oluşturduğu muhit kendi dışındakileri cezbetme açısından en tesirli aracıdır. İtibar, saygı ve ünün bu muhitle ve bu muhitte olduğu zehabı insanların peşini hiç bırakmaz, çünkü çok zaman onlar zamanın hünerini ve o hünere giden yolları tutmuşlardır.

İnsanlığın imtihanı her dönem zamanın hüneri ile olmuştur, çünkü zamanın putu o hünerin haddini aşması ile ortaya çıkmıştır. Bir şey haddini aşarsa zıddına dönüşür. İnsanların maişet ve rızık temini için takip ettikleri yolların zamanla ümit, sevgi ve korkunun hasredildiği putlara dönüşmesi, dünyalarını kazandıkları yollarla ebedi hayatı kaybetme tehlikesine düşmeleridir. Bir meslek, hüner ya da tekniğin, maişet ve rızkı sağlayan bir yol olmaktan çıkıp put haline gelmesi insanın haddini aşması ile iki dünyasını mahvetmesi demektir. Haddin aşıldığı zamanlarda ortaya putlar çıkar, putların insanları tevhidden saptırması ile de Hakkın temsilcileri bozulan dengeyi Hak namına düzeltmeye girişirler. Hak temsilcilerinin mücadeleleri, zamanın putları diyebileceğimiz hayat tarzları, telakkileri ve haddini aşmış hünerlerin kalbi işgal etmiş yerlerinden tekrar asli yer ve işlevlerine döndürmek üzerinedir.

Hz. İsa zamanında hüner tababet ilmiydi. Güç ve itibar tıpçıların elindeydi. Hayatının baharındaki bir gence, iyi bir hayatın ya da toplumca makbul sayılmanın yolunun hekimlikten geçtiği fısıldanırdı. Hz. İsa o yüzden ölüleri diriltmek mucizesi ile geldi. Bunun ulaşılamaz bir şey olduğunu en iyi hünerlerinin sınırında gezen hekimler anlayabilirdi. Yine Hz. Musa zamanında insanları itibar, para ve makamın yanında olduğuna inandıran hüner sihirdi. Uzmanlıklarının sınırında dolaşan sihirbazlar Hz. Musa’nın asasının sihirden başka bir şey olduğunu daha ilk anda anlamışlardı. O yüzden ilk iman edenler de onlar oldu. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem zamanındaki hüner ise, tesirli söz söylemekti. Kur’an’ın bütün sözleri aciz bırakacak bir icazla gelmesi, sözün sınırında dolaşan zamane insanının put haline getirdiği bu hünerinin yerle bir edilerek yerine tevhid inancının ikame edilmesi gayesini taşıyordu.

Ümidi, sevgiyi ve korkuyu Allah’tan başkasının yanında arayanlar kalplerinin çağdaş putlara doğru kayıp gitmekte olduğunun farkına varmalıdırlar, çünkü putçuluk sadece dünün değil, bugünün de meselesidir.

Günümüzün putu teknolojidir, çünkü hüner oradadır. Güç, makam ve gelecek isteyenlere şimdilerde teknoloji işaret ediliyor. Hayatının baharındaki bir gence kısa zamanda köşeyi dönmesinin burada elde edeceği yetkinliğe bağlı olduğu telkini yapılıyor. Sadece o mu? Güç, zenginlik, kurtuluş ve geleceğin yolunun teknolojiden geçtiği ifade ediliyor. Bunda yanlış ne var? Şudur ki bu abartılı telkinler teknolojinin; ümidin, korkunun ve sevginin hasredildiği bir put olduğunun en büyük delilidir. Teknoloji, bir araç olmaktan çıkmış bizatihi amaca dönüşmüştür. Onun merkezinde olduğu putlaştırılmış hayat tarzı her anımızı işgal etmekte ve bunu her geçen gün fütursuzca artırmaktadır. “Gün gelecek teknoloji bunu da çözecek” cümlesi yeni putun müntesiplerinin iman ikrarıdır.

Teknoloji putu ile mücadele, tıpkı Hak temsilcilerinin yaptığı gibi o putun abarttığı hüneri aciz bırakmakla mümkün olacaktır. Bu ise zamanın mucizesi ile kurulacak doğru bir ilişki gerektirir. Kıyamete kadar Allah tarafından korunacak Kur’an, zamanımızın mucizesi ise zamanımızın afeti teknolojiye karşı da elimizdeki en büyük imkândır. Kur’an, Hz. Peygamberin kalbine indirilmiştir. Söz kalpten çıkmış ve muhatap olduğu müstait kalbi değiştirmiştir. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Kur’an’ın niye kalbe indirildiği durup düşünmemiz gereken önemli bir husustur. Kalp vücudun ve insanlığın merkezidir. Ötede bizden istenen selim kalptir. Zamanın afeti teknoloji kendini bilen kalbe inemeyecektir. O, zihni dumura uğratabilir, aklı meflûç edebilir, dimağı büyüleyebilir. Ama diri ve selim kalbi kendisine ram edemeyecektir. Kalp insanlığın, hepimizin son adasıdır. Haddini aşmış, araçlıktan amaca dönmüş teknolojik hayat tarzı ile mücadele ancak, merkezinde kalbin ve kalbi eğitimin bulunduğu bir hayat tarzı benimsemekle olacaktır. Bulduğu ve dokunduğu her şeyi araç haline getirmiş modern dünyadan salim kalmanın yolu akleden kalbi ihyadır.

Tevhidi zedeleyen toplumlarda mücadele sıfırdan başlar. Hz. Musa Tur’dan indiğinde, Samiri’nin sözüne, bilgisine ve sanatına itimat edenlerin sapıp gittiğini görmüş ve o an çılgına dönerek elindeki muamele ve hikmet bilgisini ihtiva eden levhaları bir tarafa fırlatmıştı. Tevhid gibi en temel meselede kalbi kayıp gitmişlere, yeri kalp olan tevhid bilgisinin dışında öğretilecek bir şey olamaz. Neyi reddettiğini bilmeyen neyi kabul ettiğini de bilemez. Reddi sağlam olanın kalbi kabul edeceğini sıhhatli bir şekilde almaya elverişli hale gelmiştir. La süpürgesi ile putları temizlemeden illa hakikatinin tecelli etmesini beklemek beyhudedir. İman öncelikle zihin değil, kalp işidir. Kalbi ile yola çıkan zihnini de peşine takabilir, çünkü efendi kalptir. Kalp ihya olursa biz de ihya olur, kalp fesada uğrarsa biz de fesada uğrarız. Kur’an, kalbi ihya etmenin yegâne yoludur. O bize; ümidin, sevginin ve korkunun sadece Allah’a hasredilmesi gerektiğini sürekli telkin etmekle kalmaz, bunu bütün azalarımızda ve hareketlerimizde belirecek bir hayat tarzı olarak kalbimize perçinler. Ümidi, sevgiyi ve korkuyu Allah’tan başkasının yanında arayanlar kalplerinin çağdaş putlara doğru kayıp gitmekte olduğunun farkına varmalıdırlar, çünkü putçuluk sadece dünün değil, bugünün de meselesidir.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.