Ben Sana Okullu Olamazsın Demedim!
Yeni dönem eğitim ve öğretim yılı başladı, hayırlı olsun. Bir okula devam etmek, belli vakitlerde düzenli gidip gelmek, sonuçta diploma almak güzel şeyler. O yüzden okullu olmayı herkes arzu eder. Ama okullu olmak nihai gaye midir, bakın işte orada durmak lazım. Biz de tam burada durduk ve bir okula devam ettiği için her şeyi hallettiğini zannedenlere kapaktaki o ifadeyi yönelttik: Ben sana okullu olamazsın demedim. Ne dedik peki? Dosyamıza buyurun:
Aramızda ilmin, okumanın önemine inanmayan yoktur herhalde. Ben de okumayı çok önemserim. O kadar önemserim ki Türkiye’de ve dünyada bir şeylerin okuma ile değişeceğine inanırım. Hani sosyalist ve sosyalistimsi arkadaşlar toplumda en önemli meselenin para olduğunu, ekonomi olduğunu bir patinajcı gibi tekrar eder dururlar ya yıllardır; ben de okumanın en önemli mesele olduğuna inanır, bunu söyler, bunu zikreder; bunun için cehd ederim.
Okumak ama hangi okumak?!
Elbette okul okumak değil!
Genç arkadaşlarla tanışırken şu soruyu sormayı ihmal etmem: “Okuyor musun?” İnanın, cinliğine, tam olarak böyle soruyorum soruyu: “Okuyor musun?” Gençlerin yüzde 99’u evet deyip hemen okumakta olduğu okulun adını söyler.
İyi de kardeşim, ben sana okulunu sormuyorum ki. Bana ne senin okulundan! Bana senin okuduğun kitap lazım. Okullar biliyoruz ki artık pek de öyle kitap okuma yerleri filan değil. Biliyoruz ki Türk genci kitap okumaz. Okul okur bak, ama kitap okumaz! Türk genci mazeretçidir, çapkındır, eğlenceye, vakit öldürmeye düşkündür. Ve böylesi gençlerin oranı hiç azımsanacak gibi olmadığından gençlerin bulunduğu ortamlar bir idealsizlik, bir boş vermişlik mekanlarına dönüşüveriyor. En fazla belki kariyeristler “boş adam değilim ben” görüntüsü veriyor, o kadar!
Dindar gençlik, İslam’ı yaşamak ile ilgili kaygılara sahip gençlik, bunlar eskidendi. Şimdi dindarlığını üniversitede, lisede belli etmemek moda! Hâlâ liselerde, üniversitelerde dindarlığından utanmayan, çekinmeyen, komplekse kapılmayanlar varsa onlardan özür diler, bu yaşımda ellerinden öperim onların. Her yerde az da olsa elbette sünneti yaşama kaygısını yitirmeyen, alnı secdede, şuurlu gençlerle ve büyüklerle bulunma kaygısını yitirmeyen gençlerimiz de vardır.
Müslümanın Müslümanlığının, halinin, tavrının, ahlakının görünmezleştirildiği mekanlara dönüşen okullar ile imtihanımız nasıl olacak?!
Sorumuz bu!
Madem zorunlu eğitim diye bir şey var, çocuğunu üniversiteye kadar okula göndermek toplumumuzda yaygın bir tutum. Çocuğun okula giderse kendini kurtaracağı yaygın bir kanaat, o zaman yapacak bir şey yok mu? Gidişata teslim mi olalım…
Yüzde yüzü demeyelim ama nerdeyse yüzde 95’inde özgünlüğün, sorgulayıcılığın zerresi olmayan insan ahmaklaştıran, bıktırıcı ödevler…
Türkiye’de okullarımız köksüz, temelsiz bir ideolojiye teslim. Değerler dünyamızla hiç de barışık olmayan mekânlar okullar! Sistem saf, tertemiz çocuklarımızı zorunlu eğitim deyip alıyor. Kendi güdük ideolojisini boca ediyor. Tutmadığını biliyoruz gençler arasında o ideolojinin. Ama boşlukta da kalmıyor değil gençlerimiz.
Allah’ın boyası mı?! Okul burası kızım, ruj verelim!
Okullarda ne yapıyoruz arkadaşlar?! Okullu yıllarımız nasıl ve neyle geçiyor?
Az sene de değil ki kardeşim, 17 sene, bir başlıyorsunuz 17 seneniz okulda geçiyor. Ben 29 yıldır okula gidiyorum. Düşünsenize, ne kötü!
Peki devletin bu 17 seneye kendi rengini dayatmaya ne hakkı var?! Bizler liseye kadar filan durumun farkında olamıyoruz bile. Gidenin kendi ömrümüz olduğunu fark edemiyoruz bile. Bir yerden sonra da Allah’ın boyası ile boyanmak öyle zor geliyor ki… Okulda Allah’ın boyası! Olur mu canım! Sonra ne derler bize!!!
***
Çok iyi bir okulu kazandın. Üniversite veya lise, fark etmez. Zaten sistemin üniversiteleri liseleşti. Liseleri ise artık ortaokul seviyesinin altında. Ortaokullar da 28 Şubat süreciyle ilkokula çevrildi biliyorsunuz. Ve ilköğretim okullarının en kötü dönemi 7-8. sınıflar. Liselere, üniversiteye giriş sınavlarına çalışmak, hazırlanmak aldatmacası ile okullar iyice içeriksizleştirildi. Öğrencilerin vakitlerinin ırzına geçiliyor her koldan.
Çocuk zihinlere, dimağlara o andımız okutmalar nedir?
O sıraya dizmeler, o servis zulümleri, zil ile Pavlov’un köpeği muamelesi çekilen milyonlarca insan evladı!
Yüzde yüzü demeyelim ama nerdeyse yüzde 95’inde özgünlüğün, sorgulayıcılığın zerresi olmayan insan ahmaklaştıran, bıktırıcı ödevler…
Üstüne eklenen dersane zulmü…
Kitap okumak gibi dünyanın en güzel eylemlerinden birini zorla hem de kitap okuma saatinde yaptırmaya çalışan öğretmenler…
Bunları her şeyden şikâyet eden, hiçbir şeyi beğenemeyen müzmin solcu refleksi ile yazıyoruz zannetmeyesin ey okur!
Öğrenciler ise durumun tam olmasa da az çok farkında ve bu durumu hain bir şekilde kullanmasını iyi biliyor. Eve, okula, dersaneye, kendileri ile ilgilenmek isteyen vakıf, dernek, cemaat çalışması yürütenlere karşı bahane olarak dersleri, okulu, dersaneyi kullanıp duruyor! İşimiz tabii bahanecilerle, mazeretçilerle değil ama kendini o bahaneci öğrenciler arasında bulmamak, onlardan sıyrılmak da o kadar zor ki!
İşte bu noktada sadece dersleri ile meşgul veya dersleri ile meşgulmüş görüntüsü veren arkadaşlara seslenmek istiyorum!
Dindar olsam mı olmasam mı yoksa sistemin nimetlerinden yararlansam mı ikileminde gidip gelen arkadaşlara seslenmek istiyorum!
Allah’tan, vicdandan, insani sorumluluklardan, tarihinden, halkından yalıtılmış okullarda okumak durumunda kalan kardeşim!
Oysa okullarda her şeye rağmen yapılabilecek o kadar güzel şeyler var ki…
Sen okuldayken bazı gençler neler yapıyor bak!
Bak, orda bir grup genç hadis okuyorlar haftada bir. Bak, başka bir genç yaşadığı şehrin manevi büyüklerini bulmuş, onların yanında diz çökmüş kalb dersini işliyor edeble! Bir başka genç daha lisede olmasına rağmen entelektüel mevzuları konuşup tartışabileceği bir derneğe gidip geliyor. Diğeri okul hapishanesinden çıktıktan sonra mahallesindeki çocukları camiye namaza götürüyor. Bir diğeri son zil çaldığı gibi bu okul esaretinden sıyrılıp bir konferansa yetişmek üzere yollara düşüyor. Bir başka genç diğer arkadaşına bu gece teheccüde kalkalım diyor. Teheccüde kalkmak onların derslerine, üniversiteye hazırlanmalarına engel değil!
Okulunla hava basan kardeşim, habire ders çalışan kardeşim, okulun sana, bir “dert”, bir “öte alem derdi” edindirmedikçe bir fayda sağlamayacak. İsterse dünyanın en iyi okulu olsun!
Konferansa, yazar konuşmalarına gitmek onlar için başarısızlık sebebi değil aksine kültürü ile ufku ile diğer gençlere, hatta öğretmenlerine bile fark atmak demek!
“Ben üniversiteye hazırlanıyorum, o yüzden kitap okumamam lazım bu sene” demek kendini aldatmaktan başka bir şey değil. Elbette bestsellerci reklam kölesi gençlerin okumalarını örnek gösteriyor değiliz(!) Ufku kapalı, ufku, kalbi, gözü ulusalcılıkla kapalı, maneviyatsızlıkla kapalı bir sistemin, rejimin okulu sana ne verebilir ki bu kadar başaramamaktan korkuyorsun, güzelim kitaplardan kaçıyorsun, ömrünü heba ediyorsun?!
Okullarda elbette yanlışlıkla, hataen çok değerli öğretmenler de göreceksin. Onlardan istifade etmeyi ihmal etme. Onlardan her okulda en fazla bir iki tane olur. Birçok okulda hiç olmaya da bilir. Okulunda insanca, Müslümanca idealleri olan birkaç arkadaş, bir iki öğretmen bulsan ve harekete geçsen, bir “selamun aleyküm” desen gerisi gelir.
Senelerce okul okuyorsun, dünyanın masrafını yapıyorsun ama kitap okumuyorsun! Kitapla hiç işin yoksa seninle işim olamaz! Bu yaşa gelmişsin hâlâ kitap okumuyorsan, kitapların sıkıcı olduğunu düşünüyorsan benim seninle ne işim olabilir. Seninle nereye kadar yürüyebilirim ki ben? Hangi ideallerin, ufukların peşine düşebiliriz seninle? Hangi?!!!
Hakiki mürşidler istiyoruz!
Artık okullarda televizyon, internet, eğlence, kaynatma; hayatta en hakiki mürşid bunlar! Bir de gerçek mürşidlerden bahsetmeye kalkıverin okullarda, bakın başınıza neler geliyor! Vay tarikatçı yobaz deyip boğmaya çalışırlar sizi! İçeriği boşaltılmış, Peygambersizleştirilmiş bir müfredat, haram helal kaygısı olmayan bir zihniyet, Fıkıh bilmez bir ufuksuzluk, mescidsiz okullar…
Hangi temel eseri okutabilirler ki buralarda?
Bu ülke çocuklarını pozitivizm tarikatına zorla sokmaya çalışanlar kimleri bu tarikatın şeyhi yaptılar dersiniz? Nedense bilimi değil de, ya dört dörtlük, eksiksiz, kusursuz, üstün özelliklere sahip, ileri görüşlü devlet adamlarını ya da çişini tutamayan cinsi sapık şarkıcıları, sinema oyuncularını, futbolcuları şeyh diye hatta Tanrı diye koyverdiler önümüze!
KENDİNİ OKULU İLE TARİF ETME HASTALIĞI
OKULOZOFRENİ
Kendini kendisi ile değil de okulu ile tanımlayan, tanıtan tiple okulundan yeri geldikçe övgü ile bahseden tip arasında elbette bazı farklılıklar var. İyi bir okulda okuduğunu söylemekten çekinmemek başka, bunu günlük vird haline getirmek başka. Birisi bir vefa ve minnet iken diğeri bir hastalık.
Kendini okulu ile tanımlayan hastamız, etrafına kendisinin üstün bir kişi olduğu hissini yaymaya çalışır. Bu üstünlüğünün sebebi de mezun olduğu okuludur. Bu tipler diyelim ki liseyi çok kaliteli bir İmam Hatip’te okuyup üniversiteyi sıradan bir üniversitede bitirdiler ise çoğunlukla okudukları lise ile değil de üniversite ile şişinirler. O sıradan üniversitelerinin ne kadar iyi olduğunu ispatlamaya çalışanları bile vardır.
Bu hastalığa tutulanlar genelde pek de başarılı tipler değillerdir. Sosyal çevreleri okul arkadaşları ile sınırlıdır. İş hayatında birbirini çok tutan cinslerine rastlandığı olsa da ilerleyen muamele biçimleri vefasızlığa dönüşmektedir. Tedavisi diplomayı çerçeveletmek, parlatmak değil kalbi zikir ile parlatmak ve tevazudur.
BU SENİN OKULUN DEĞİL Mİ?
Sen, okulu ile hava atan arkadaş! Senin okulun değil mi sana Pavlov’un köpeği muamelesini reva görmekten utanmayan?! Zille seni sınıfa sokup zille sınıftan çıkartan?!
Senin okulun değil mi, mezuniyetinde balo denilen 18. Yüzyıl görmemişliğini büyük bir şevk ve zevk ile, fahiş kazık yenecek bir şekilde icra etme heveslisi mezunlar veren?!
Hey sen! Senin okulun değil mi, çağdaş din adamları yetiştirmek hedefine kilitlenen?!
Senin okulun değil mi bu ufku daraltılmış üniversiteleri kazanabilmeyi en büyük hedef gören?!
Senin okulun değil mi bilimsel yöntemlerin ırzına geçmiş çoktan seçmeli test anlayışına teslim olan?!
Hangi okulunla hava atıyorsun? Korku gecesi düzenleyen, Evrim stadında darbeci şakşakçılığı yapan ODTÜ’nle mi sınıf atladığını, insan olduğunu sanıyorsun?! Beyaz Türk olmak mıydı senin bütün derdin?
Amerikancı bir mantaliteye Türk gücü hazırlayan Boğaziçi’nle mi? İnsanları pek bir modern, çağdaşlık kalesi kurumlardan burs alabilmek için inancını, kişiliğini saklamak zorunda zannettiren bir sistemden şahsiyetli insan nasıl çıkacak?! Nasıl?! İstediğin üniversiteyi bitir kardeşim, insanda şahsiyet bırakmayan faşist sisteme karşı çıkamadıktan, sesini yükseltemedikten sonra istediğin üniversiteyi bitir gel, bir hayrı, faydası yok!
Okulunla hava basan kardeşim, ha bire ders çalışan kardeşim, okuduğun okul senin kendine bir “dert”, bir “ötealem derdi” edinmeden sana bir fayda veremeyecek. İsterse dünyanın en iyi okulu olsun! Senin okulunda Kur’an harfleri öcü, geriliğin sembolü olarak görülmüyor mu? Ve İncil harfleri Türk harfleri olarak algılanmıyor mu? Öyle bir okulun bilimselliğinden ne çıkar?!
BEN SANA OKULLU OLAMAZSIN DEMEDİM
‘LİDER OLAMAZSIN’ DEDİM!
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Hakan Karataş / İGEDER Yönetim Kurulu Başkanı
Okullu olmak atla deve değil. Gençler, belki hayatlarının ilk önemli eşiğini aşma arifesinde olduklarından bu sınavı gözlerinde büyütüyorlar. Tabii bunda toplumsal yaklaşımların ve medyanın abartılı yorumlarının da etkisi olduğunu kabul etmek lazım. Oysa üniversiteyi kazanan gençlerin çoğu kendi kendilerine şu itirafı yaparlar: “Evet, bu çalışmaya daha bilinçli başlasaydım ve daha istikrarlı bir çaba gösterseydim daha iyi bir bölüm kazanabilirdim.”
İşte hayatın şifresi de bu itirafta! Şimdi okullu olan genç arkadaşlarımız, bu yılların çok çabuk geçeceğinin farkında olmalılar. Hızla bir bilinç geliştirmeliler. Bu bilinçle istikrarlı bir çaba içine girmeliler. Onlara mezun olduklarında okullu olma payesini hak ettiklerini gösterecek üç önerim olacak: Birincisi, bu dünyaya dair insani ve manevi bir kişisel perspektif (strateji de diyebiliriz) geliştirmeliler. İkincisi kitlelerin ortalama nitelikleri hızla arttığından hep daha iyiye doğru ve çok yönlü bir heyecan taşımalılar. Üçüncüsü ise kişisel perspektif ve bilinçleriyle ilişkili olarak görgülerini ve çevrelerini zenginleştirmeliler.
Maalesef sadece ülkemizde değil tüm dünyada gençler genellikle çok basit ideallerle çok kısa vadeli projelerle mezun oluyorlar ve bu da onları eğitimli sürüler haline getiriyor. Çok azı da yukarıda açıklanan bilinç ve bunun gereği olan çaba ile toplumlarının lideri oluyorlar.
OKULLAR PİYASANIN EMRİNDE
Prof. Dr. Selahattin Turan:
Konuşan: Abdullah Yalnız
Eğitim sistemimizde her şey eğitimle başlamıyor ama çoğu şey eğitimle bitiyor gibi. Formal eğitiminiz olmadan hiçbir değeriniz olmuyor. Bu nedenle de insanlar mezun olmak için okuyor, işe girmek için diploma alıyor. Haliyle fazladan çaba göstermiyor kendini yetiştirmek için. Çok kitap okuyan bir öğrencinin eğitim sistemindeki çıktıda yeri ve önemi yok. Yani okullu olduk ama devamı gelmedi. Neden böyle oldu ve bu cendereden nasıl çıkabiliriz?
Üniversiteler, bütün dünyada, bir yapılanma ve kimlik arayışı içindedir. Öğrencilerin üniversite yaşamlarından keyif almamaları, yeni arayış ve toplumsal sorunlara yönelik ilgileri bu göstergelerden bazılarıdır. Üniversitelerin sadece Türkiye’de değil bütün dünyada asli rolünü sorgulamadıkça yeni şeyler üretmesi ve öğrenciler için cazip yerler haline dönüşmesi şimdilik zor görünüyor. Üniversiteler her geçen gün asli görevlerinden uzaklaşarak, piyasanın emrinde birer sosyal kurumlara dönüşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu durum üniversiteleri özgür ve insanlığın geleceği için insani bilim üretme kaygı ve çabası yerine piyasanın öngördüğü standartlarda belli becerileri kazanmış öğrenciler yetiştirmeye itmiştir. Bu bağlam da üniversiteler, diploma dağıtan kurumlar haline dönüşmüştür. Üniversite,araştırma ve öğretimin dışında bir yaşam ve öğrenme alanıdır. Öğrenciler kampüsü bir yaşama ve öğrenme alanı olarak görmek istiyorlar. Türkiye’de yapılan bazı araştırmalar, öğrencilerin üniversitelerden memnun olmadığını gösteriyor. Burada sorun çok boyutludur: Öğretim elemanı, öğrencinin niteliği ve toplumun üniversitelerden beklentilerinin belirsizliğinin sorgulanması gerekiyor.
Şu anki eğitim sistemini kısaca (ilköğretim, orta öğretim ve yüksek öğretimin birbirini besleme düzeyini de göz önünde bulundurarak) değerlendirir misiniz?
Okul öncesinden doktora sonrası çalışmalara kadar bütün kademelerin bir sistem bütünlüğü içinde ele alınıp çağcıl gelişmeler ışığından yeniden tasarlanması gerekiyor diye düşünüyorum. Türkiye üniversitelerinin Türk toplumunun gündemini belirlemesi gerekiyor. Maalesef bu yönde çok iyimser olduğumu söyleyemem. Türk üniversitelerinin gündemi belirlenmiş ve üniversiteler Türkiye’nin uzun dönemli bir yeryüzü devleti olma ülküsüne istenilen düzeyde katkı veren bir noktaya ulaşamamıştır. Sn. Başbakanımız Erdoğan’ın Türk üniversiteleri artık Türkiye’nin gündemini belirlemeli mealindeki açıklamasını bu anlamda önemsiyorum. Bu gündemi belirleyecek bir eğitim yapısı ve davranışı kıpırdamaları olmasına rağmen istenilen düzeyde olduğunu söyleyemem.
Günümüz toplumunda, bireylerin diplomasının olması adeta bir ambalaj/etiket gibi görülüyor. Bireye, karakterinden- kişiliğindenahlâkından ötürü değil de diploma ve titrinden ötürü değer veriliyor. Bu bağlamda diploma ne tür bir belirteçtir?
Diploma bir araçtır. Başka bir anlam ifade etmez. Fakat modern toplum, insani ve kişilik yönünü pek önemsemez. Piyasa kendisine itaat edecek çalışan ya da memur ister. Bu özgür ve dönüştürücü eğitim anlayışı ile çelişir. Türkiye’ nüfusunun %65’i 35 yaşının altında ve ortalama yaş 28,8 civarındadır. Ben bugünkü üniversite gençliğini çok potansiyel görüyorum ve onların önü açıldığı, imkân sağlandığı zaman çok iyi işler yapacaklarına inanıyorum. Ayrıca, okuyan, düşünen ve araştıran bir gençliğin Türkiye’nin yarınları için hayati bir önem taşıdığına inanıyorum. Türkiye’de eğitim seferberliği başlatılmalı, bütün gençlerin nitelikli ve kaliteli eğitim alması için bütün kaynakların seferber edilmesi gerektiğine inanıyorum.
Asım Gültekin'ın Yazısı.