Batı`nın Karşısında Bir Tek İslam Medeniyeti Direniyor
Abdullah Güner
Tarık Ramazan’ı İstanbul’da düzenlenen Uluslararası İslam Dünyası Sempozyumu’nda dinleme fırsatı buldum. Aklıma takılan soruların bende kalacağı hissiyatıyla aldığım notlar üzerine düşünürken bir hafta sonra Cumhurbaşkanlığı himayesinde Esenler Belediyesi’nin düzenlediği Uluslararası Şehir ve STK Zirvesi’nde kendisi ile buluşmak nasip oldu. Tarık Ramazan ile İslam dünyasının bugününü, geleceğini, yaşadığımız problemlerin temelini ve Müslümanların neler yapmaları gerektiğini konuştuk.
Uluslararası İslam Dünyası Sempozyumu’nda yaptığınız konuşmada, ümmetin ilkelerde bir araya gelebileceğini böylece İslam dünyasındaki sorunların aşılabileceğini söylemiştiniz. İlkelerden kastınız neydi? İslam ümmeti bu ilkelerde bir arada değil mi zaten?
Aslında söylediğim şeyin tamamı bu değildi. Benim kastettiğim şey öncelikle “ümmet” denen şeyin oluşturulması, yaratılması gerekiyor. Bunun içinde gücünü, yakıtını ilkelerden alan bir topluluktan bahsediyoruz ama bu yeterli değil, bu bir başlangıç noktası sadece. Bu bizim ortak zeminde hareket edebilmemizi sağlayacak şey. Buradan yola çıkarak da bizim birlikte projeler geliştirmemiz, çalışmamız ve yeni şeyler yapmamız gerekiyor. Benim kastettiğim buydu aslında; ilkeleri olan bir topluluk, bir ilkeler topluluğu, onu kastediyordum.
Bizim sadece ortak dünya görüşünde mutabık kalmamız gerekiyor. Doneler (veriler) var, bunları görüp yeniden anlayıp önce kendimize sonra başkalarına anlatmakta kullanabileceğimiz ortak bir dünya görüşüne dönüştürmemiz gerekiyor.
İslam dünyası diye bir şey var mı yoksa sadece Müslümanlardan mı bahsedebiliriz?
Bu soruyu nasıl bir hissiyatla sorduğunuzu anlıyorum, size katılıyorum da. Zaten ben konuşmalarımda “İslam dünyası” tabirini de kullanmıyorum, “Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkeler” diyorum. Bunu da nereden anlıyoruz, bugün bakın Filistin unutulmuştur, Suriye’nin, Libya’nın, Yemen’in, Ortadoğu’nun hali ortadadır. Bütün ülkeler Müslüman ülkelerdir ama bunların arasında ne bir birlik ne bir bütünlük vardır. Konuştuğumuzda teoride var diyoruz ama gerçekte bunu yansıtan bir durum yok.
Peki, İslam medeniyeti bitmiş midir?
Hayır, İslam medeniyetinin bittiğine inanmıyorum. İslam medeniyeti bitmemiştir, yerli yerinde durmaktadır. Fakat ona yeniden taze gözlerle bakıp, onun yeniden fotoğrafını çekmemiz lazım. İslam medeniyetinin ne olduğunu, nelerden oluştuğunu önce bir kendimizin tam olarak anlayabilmesi gerekiyor.
İslam medeniyetinin bitmemiş olduğunu neyden hareketle söylüyorsunuz?
Tabii ki de İslam medeniyetinin bittiğinden söz edemeyiz. Çünkü dünyanın her yerinde yaşamaya devam eden kendi tarihlerine, kültürlerine atıfta bulunmaya devam eden Müslümanlar var. Baktığımız zaman yani yaşayış biçimlerimizden tutun da sömürgeciliğe, kapitalizme, belki Batı’nın dayattığı her şeye karşı çıkan, ona direnen ve onun yerine belki kendi alternatif önerilerini sunan bir İslam popülasyonu var. Belki de Batı’nın karşısında duran, direnen bir tek İslam medeniyeti duruşu var. Dolayısıyla bunun bitmediğini anlayabiliyoruz.
Bugüne tekrar dönersek, İslam dünyasının, Müslümanların, daha geniş pencerede insanlığın bugünkü durumunu anlamak için Almanların meşhur zeitgeist dedikleri “zamanın ruhu” kavramından da istifade ederek sormak isterim: Yaşadığımız zamanı nasıl tanımlıyorsunuz? Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?
İçinde yaşadığımız zaman öncelikle bir kriz çağıdır. Aslında bu kriz birçok alt krizlerden oluşan bir krizdir. Birlik ve çeşitlilikle ilgili bir kriz yaşıyoruz yine… Tabi bu çeşitliliği nasıl tanımlayabiliriz? İkincisi otorite, güçle ilgili bir kriz var. Müslümanların adına konuşan kim? Müslümanların sözcüsü kim? Müslümanların sorunları ne ve bu sorunları kim dile getiriyor? Bir cinsiyet krizi de yaşıyoruz aynı zamanda. Kadın, erkek, eşitlik bunların birlikte toplum içerisinde var olması, yaşaması, çalışması… Bir ekonomik kriz de yaşıyoruz aynı zamanda. Mevcut dominant modele alternatif bir model üretebilmiş ve sunabilmiş değiliz. Ne yapıyoruz? Tabiri caizse İslam boyasıyla kapitalizmi boyayıp öyle satmaya çalışıyoruz. Kültür krizimiz var. Bir ortak değerler bütünü üretebilmiş değiliz. Bilim üretmiyoruz, sanat noktasında ortaya koyabildiğimiz ciddi bir şey yok. Ama hal böyleyken yine de tabi sıradan Müslümanlar kendi hayatları içerisinde yaşamaya ve içinde bulundukları toplumlara, kültürlere katkıda bulunmaya devam ediyorlar. Bu anlamda da bu kriz her şeyi durdurmuştur diyemeyiz, daha karışık ve karma bir durum devam ederek gidiyor.
İslam dünyasından, Müslümanlar arasından yaşadığımız zamanda bu krizleri aşabilecek, yeni bir söz söyleyecek, yeni yollar gösterecek bir mütefekkir, münevver, entelektüel, aydın, âlim, ilim adamı, sanatçı vb. bir kimse çıkmıyor?
Böyle insanlar yok değil, dünyanın farklı yerlerinde böyle entelektüeller, aydınlar var. Fakat bizim sorunumuz bu bilgi ve düşünce üretimini kurumsallaştıramamamızdır.
Bu insanlar izole bir şekilde belki birbirinden kopuk adalar gibi varlar ama biz bunu bir sisteme dönüştüremiyoruz. Bilgiyi üretip, dillendirdiğimiz, genele yaydığımız bir sistemi maalesef hayata geçiremedik.
Bunu nasıl yapabiliriz, nasıl başarabiliriz?
Eğitime yatırım yapmak zorundayız. Bunun olabilmesi için her düzeyde eğitime yatırım yapılması gerekiyor. Aslında Türkiye’nin burada üniversitelerle yaptığı ya da yapmaya çalıştığı şey de bu gibi ama bunun tabi ki daha böyle devlet politikası şeklinde, daha farkındalıklı bir şekilde, ilkokuldan doktora düzeyine kadar yapılandırılması ve böylece uygulanması gerekiyor.
Son sorumuz geleceğimizle ilgili olsun istedim. Alvin Toffler’ın “üçüncü dünya” analizinden hareketle İslam dünyasının geleceğiyle ilgili öngörünüz nedir?
Kötümser değilim ama çok çalışmamız gerekiyor. Bir kere şunu unutmayalım ki Batı dünyası dediğimiz alan içerisinde çok fazla sayıda Müslüman var. Bunun gelecekte ya da önümüzdeki süreçte Müslümanlara çok önemli katkıları olacak ve bunların çoğu da genç insanlar. Genç insanlar çoklar ve her yerde varlar bu bizim ümitvar olmamıza sebeptir.
GENÇ'ın Yazısı.