Afrikalı çocuk fotoğrafları vicdanımızı harekete geçirmek adına fütursuzca yayınlandı. Elindeki kırıntılarla objektiflere şaşkın şaşkın bakan  bir çocuğun yüzü ile onun fotoğrafını çekmek adına birbirini ezen basın mensuplarının işgüzar yüzleri arasında kayboldum.  “Çocuk yüzleri istismarı” sergisine yeni bir yüz eklemek için bir birini eziyor insanlar.

Yüzüne bakmaya yüzüm yokken, göz göze gelmeye nasıl cüret edebliirim.

Asansöre binmekten nefret ederim. Klostrofobim olduğundan değil. Kendimle ve bir aynayla baş başa kalma korkum var benim.  Kendi yüzümle ve iç dünyamla yalnız kaldığımda rahatsız oluyorum. “Nerde olursanız olun ölüm size ulaşır. Hatta çok sağlam  kalelerde olsanız bile” ayeti kerimesi geliyor aklıma. Uyanış filmindeki “hangi güzel yüzdür ki toprak olmadı” beyti zerrelerime yayılıyor. Karanlık ve sessiz bir ortamda insan sadece düşünür. Üç beş saniye de olsa insan kendi yüzü ve ruhu ile yüzleşir.  Gözlerinin altındaki halkalardan dudağının kenarındaki kıvrıma kadar bir sebepler silsilesi yürür. Yorgun bakışlar, düşük omuzlar ve  amaçsız eller birazdan kapı açıldığında rolünü oynamaya kaldığı yerden devam edecektir. O kapı açılmasa kendi yüzüm ile ne kadar  yaşayabilirim bilmiyorum. İnsan sevdiği insanların yüzlerine bakarak bir ömür yaşayabiliyor ama kendi yüzüne bakarak sadece  yaşlanıyor. 

Ramazan ayında yazılı ve görsel basın çocuk yüzlerine boğulduğunda da aynı şeyleri düşündüm. Bir çocuğun fotoğrafına bir iki  saniyeden fazla bakamadığımı fark ettim. Afrikalı çocuk fotoğrafları vicdanımızı harekete geçirmek adına fütursuzca yayınlandı.  Elindeki kırıntılarla objektiflere şaşkın şaşkın bakan bir çocuğun yüzü ile onun fotoğrafını çekmek adına birbirini ezen basın  mensuplarının işgüzar yüzleri arasında kayboldum. “Çocuk yüzleri istismarı” sergisine yeni bir yüz eklemek için bir birini eziyor  insanlar. Ve başka insanlar da bu yüzü yayınlamak için yarış halinde. Kim daha acınası bir çocuk yüzü yayınlayacak, kimin profil resmindeki çocuk daha vicdan tırtıklayıcı olacak, kim bir çocuk yüzüne link vererek etrafını nefs muhasebesine davet edecek… Merhamet ile acımak arasındaki farktan bihaberiz. Acımak insanların arasındaki mesafeyi büyütür, merhamet ise bu mesafeyi  kapatır. Merhamet bir sonucu da beraberinde getirirken acımak sadece birkaç saniye sürer ve kaybolur. Kaçımız o fotoğraflara  bakarak bir merhamet kümesi haline gelebildik. Sadece o fotoğrafa bakarken içimiz burkulduysa ve sayfayı kapatınca başka işlere  dalabildiysek bilin ki sadece “acıyan” olduk biz. Oysa merhamet devamlıdır. İnsanı eğirir. Ruhu yüceltir. Kalbi onarır. Merhamet iç içe geçmiş halkalar doğurur gönlümüzde. Değil ağlayan çocuğa, kanadı kırılmış güvercine, koparılmış bir goncaya, incitilmiş bir kedi yavrusuna bile dayanamayacak kadar inceltir ruhumuzu merhamet...

Merhametli insanlardan oluşan bir topluluk için kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları bir şey ifade etmiyor aslında. Bu  haklardan söz ediliyorsa toplum zulüm ile hemhal olduğu içindir. Bu yüzden ben de zalimlerin, vicdansızların, sapıkların, canilerin kol  gezdiği bir dünyada “çocuk yüzü” gibi bir masumluk nişanesinin her yerde fütursuzca yayınlanmasına kanun çerçevesinden  taşarak karşıyım. Masumiyetin yozlaştırılmasına, ayağa düşürülmesine karşıyım. Kem gözler bakar endişesi ile hiçbir çocuğun resminin yayınlanmasını istemem. Hiçbir çocuğa kıyamam.

Kanunlar, “çocuğun yüksek yararı” söz konusu değilse hiçbir filmde oynatılamaz, adı yayınlanmaz, izinsiz konuşturulamaz, büyüklerin  çıkarları için kullanılamaz, diyor. Otomobil reklamlarında oynatılan, Orta Asya’da kaçırılıp fuhşa zorlanan, dilendirilen, ajan  olarak kullanı lan, dizilerde boy gösteren, kısacası emeği ve masumiyeti sömürülen milyonlarca çocuğu koruyamayan bu  “haklar” ve “kanunlar” işe yaramadığına göre tek çıkar yol kanunların dışına taşmaktır. Kanunu vicdan ile sarmalamaktır. Bireylere  “merhamet eğitimi” vererek “merhamet etmeyene merhamet edilmez” düsturunca hareket eden bireyler yetiştirerek “acınılacak” halden bir an önce kurtulmaktır.

Oy Afrikalı kuzucuk! Etrafında fotoğrafını çekmeye çalışan akbabalar senden izin almadı. Çünkü sen açtın. Senin psikolojin yoktu.  Senin zarar görebilecek kimliğin yoktu. Büyüyünce dışlanma korkun olmayacaktı. Zaten büyümeyecektin!

Oy Afrikalı kuzucuk! Etrafında fotoğrafını çekmeye çalışan akbabalar senden izin almadı. Çünkü sen açtın. Senin psikolojin yoktu.  Senin zarar görebilecek kimliğin yoktu. Büyüyünce dışlanma korkun olmayacaktı. Zaten büyümeyecektin! Annenden izin alınmadı,  zaten annen yoktu. Baban iç savaşta öldü. Oy Afrikalı kuzucuk senin yüksek yararın uğruna patlıyor bu flaşlar. Birazdan tüm dünya  şahit olacak kaburga kemiklerine. Dudağındaki sinekleri görüp iğrenecek insanlar. Duş jellerini, saatlerce akıttıkları banyo sularını  düşünüp üzülecekler. Sana zehirli maddeler içeren bebek maması gönderecek dünya. Sonra beyaz peçete ile ağzını silecekler.  Kadrajdan çıkmayasın sakın, modern adamın ülkesine gelmeye kalkma. Sen uslu uslu poz ver ey Afrikalı kuzucuk. Amerika ve  Avrupa’daki enerji santrallerinin saldığı zehirli gazlar kuraklığı tetiklerken sen sadece poz ver. Sana biraz bakıp iç geçirecekler.  Sömürü nedir gözden geçirecekler. Kendi çocuğunun psikolojisi bozulmasın diye her türlü tedbiri alan insanlar senin psikolojini yok  sayacak. Oysa ruhu yok sayılan insan zaten yok olmuştur. İnsanı hayvandan ayıran tarafı manevi dünyası değil midir. Sen bireysin  oysa. Sen varsın. Ruhunla, kalbinle hislerinle varsın. Seni sadece “beslenen” bir varlık olarak görmek ve göstermek sana yapılan en  büyük haksızlık belki de. 

Ne yüzler gördü şu dünya. Her bir peygamberin yüzündeki masumiyet belki de bir çocuğun yüzüne kaydedildi. Sandığın içinde  ilerleyen Musa bebeğin yüzü belki de savaşta öldürülen çocukların yüzünde dalgalanıyor. Bosnalı bebekler İsa bebek gibi  annelerinin kollarında bir “susma orucu”na şahitler belki de. Iraklı çocuklar, oğul İsmail gibi teslimiyet içinde başlarını koydular  taştan yastıklara. Gazzeli çocuklar Hz. Yusuf gibi taşlara dokuna dokuna bir kuyuya yuvarlanıyorlar. Ve Hz. Muhammed ile aynı  paydada buluşan her yetim kıyamete kadar bir bulut gibi başının üzerinde gezinecek merhamet eli bekliyor.

Tüm çocukların suretleri ekranlarımızda asılıyken aslında her biri bizi içten içe terk ediyor. Her bir çocuk “Hanzala” gibi sırtını dönüyor  yaşadığımız hayata. Biz onların fotoğrafları ile meşgulken onlar bizi bir peygamber masumiyeti ile uyarıp kayboluyorlar. Bize de kala  kala gözlerimizi kırpıştırıp “rabbim bizi merhamet edenlerden kıl” diye dua etmek kalıyor.


Ayşegül Genç'ın Yazısı.