Bazı günler, saatler boyunca kafamız bir milyon dolaşıyoruz. Aynı anda birçok işi yapmanın, birçok konuyu düşünmenin, birçok şeye yetişmenin gerekliliği bizi yıpratıyor. Bir şeyleri ve işleri anımsamak, organize etmek ve arşivlemek konusunda beceri kaybı yaşıyoruz. Yoruluyoruz azizim, makale aramak için girdiğimiz platformlarda kedi videoları izlemekten yoruluyoruz

Tring... 1 yeni bildiriminiz var. Tring tring, iki yeni bildiriminiz daha var.

Her birimiz; her gün ve her saat onlarca hatta bazen yüzlerce bildirim alıyoruz. Bakan, vekil, müdür, rektör, patron, yönetici olmasak bile; hepimiz çok yoğun bir tempoda “çalışıyoruz.” Caddede yürürken maruz kaldığımız binlerce uyaran ve nerdeyse başımızdan aşağı boca edilen bilboard, afiş, tabela ve reklam görseli yetmezmiş gibi; her an bizi dürten aygıtlarımız var.

Adeta 24 saat süren ve kesintisiz devam eden önemli bir toplantı halindeyiz. Tüm hücrelerimiz çalışıyor, teyakkuz halindeyiz ve tetikte bekliyoruz. İçimizde yıllardır kaldırılmayan bir olağanüstü hâl var. Sanki CEO’yuz, müdürüz, başkanız; aslında hepimiz biyonik çocuklarız.

Vahşet içerikli görüntüleri “bilinçlenmek” adına izlemek durumuna düşüyor, istemediğimiz gruplara ekleniyor, ilgimizi çekmeyen bilgileri öğrenmek zorunda kalıyor ve kapsama alanımıza girmeyen sorulara muhatap oluyoruz. Bu durum hem bizi rahatsız ediyor hem de bildirimlere bağımlı hâle geliyoruz. Bir yandan ruh dünyamızı kısırlaştırıyor diğer yandan bildirimsiz / uyaransız / sanal sohbetsiz yapamaz hâle geliyoruz.

Psikoloji alanında çalışan bilim insanları, Davranış Bozuklukları kategorisine artık “Sosyal Medya Bozukluğu”nu dâhil ediyor, Facebook / Instagram / WhatsApp Bağımlılık seviyesini araştıran ölçme aracı geliştirmeye çalışıyor. Direksiyon başındayken, yazı yazarken, işyerimizde çalışırken hatta klozeti kullanırken bir süre bile bakmamaya tahammül edemediğimiz bu ekranların ve içindeki bildirimlerin tılsımını araştırıyor. Hastanelerde teknoloji bağımlılığı klinikleri açılmaya başlıyor. Yakın zamanda Sosyal Medya Hastanesi ve belki de WhatsApp ya da Instagram polikliniği göreceğiz.

Sürekli ruhumuza atış talimi yapılıyor. Böyle bir bombardımana maruz kaldığımız için de, bir süre sonra artık aldığımız (belki de çok önemli olan) iletilere bile cevap yazmaya eriniyoruz. “Sonra bakayım” deyip arşivlediğimiz sohbetleri, üzerinden günler geçip bayatladıktan sonra hatırlıyoruz. Bu nedenle birbirimize olan muhabbetimiz zayıflıyor. Birbirimizin gündemini kaçırınca, uzun zaman boyunca karşılıklı olarak sevinçlerimizden veya üzüntülerimizden bihaber olunca, ruhlarımız da birbirine yabancılaşıyor.

Çevremizi kuşatan tüm bu unsurlar, yavaş yavaş bizden intikam almaya başlıyor. Teknolojiye hükmetmek yerine onun kölesi olmanın, gerektiği kadar kullanmak yerine tüm hayatımızı adamanın ve ışıl ışıl parlayan dostun gözleri yerine beyaz ekrana bakmanın bedelini hep birlikte ödüyoruz. “Yoğun Hayat Sendromu” olarak adlandırılan bir durumu yaşıyor, zihnimizi toparlamakta zorlanıyoruz. Bazı günler, saatler boyunca kafamız bir milyon dolaşıyoruz. Aynı anda birçok işi yapmanın, birçok konuyu düşünmenin, birçok şeye yetişmenin gerekliliği bizi yıpratıyor. Bir şeyleri ve işleri anımsamak, organize etmek ve arşivlemek konusunda beceri kaybı yaşıyoruz. Yoruluyoruz azizim, makale aramak için girdiğimiz platformlarda kedi videoları izlemekten yoruluyoruz.

Üstelik bu konuya yalnızca bizim gibi gençler yenik düşmüyor. Bu meşum bildirim bağımlılığı, her yaştan ve her düzeyden insanı farklı bir cepheden yakalıyor. Eskiden gece ikide kalkıp teheccüt kılan Hacı Amcamız, şimdi artık duyarlılık kasan ancak aslında içinde doğru olmayan birçok bilginin de bulunduğu zincir mesajları “arkadaşlarına” yollamakla vaktini değerlendiriyor. Teyzelerimiz Kur’an-ı Kerim okumak ve radyodan sohbet açmak yerine, papağanın oynadığı videoya arka fon yapılmış ilahiyi dinliyor. Haftada bir gün ve sadece yarım saat dinleyeceğimiz Cuma hutbesinde bile huşu ile aramıza bildirim giriyor. Gerçekten ilginç bir durumdayız. Ve tüm bu nedenlerden dolayı, ciddiye alınması gereken şekilde “bildirim gönderme ve bildirim alma yorgunuyuz."

Ne Yapmak Gerek?

Teknolojiyi hayatımızdan çıkarmak akılcı olmadığı kadar mümkün de değil. O nedenle, çok basit gibi görünen ancak aslında son derece zor olan birtakım eylemleri gerçekleştirmemiz gerekiyor:

1) Karşımızda uzak durulması çok güç, özellikle de bu akıma kapıldıktan sonra geri çekilmenin oldukça zor olduğu bir sistem var. Bu konuyu önemsememiz, sorun olduğunu kabul etmemiz ve aile / okul hayatımıza olumsuz etkileri olduğunu görmemiz gerekiyor.

2) “Parlak ekrana sürekli bakma dürtüsünü” yenmemiz gerekiyor. Bunu başarabilmek için, fiili olarak da çeşitli önlemler almalı ve ruhumuzu koruyacak fiziksel ortam düzenlemeleri yapmalıyız. Örneğin telefonun bir organımız olmadığını, her an yanımızda ve elimizde tutmamıza gerek olmadığını fark etmemiz önemlidir.

3) Mesajlaşma uygulamalarında bildirimleri kategorize etme ve sessize alma ile ileti gönderen kişinin bildirim sesini değiştirme imkânı var. Gerekli ayarlamaları yaptıktan sonra, her gün en azından belli bir süre acil olmayan gönderilerden uzak kalmamız gerekiyor. Bir nevi WhatsApp ve Instagram orucu tutmalıyız.

4) İletişim ağlarını ve sosyal medyayı kullanmak konusunda kendimize bir kılavuz hazırlamalı; aklımıza mukayyet olabilmek için kâğıt üstünde ya da zihnimizde bir mücadele stratejisi inşa etmeliyiz. Çünkü adeta hazır giyim ürünleri gibi sunulan ve nasıl değerlendirilmesi gerektiği otoriter bir edayla gözümüze sokulan saat dilimlerine kapılmamaya; bir terzinin el emeğiyle ortaya çıkardığı, göz nuru döktüğü ve kişiye özel olarak tasarladığı “zaman dilimlerine” ihtiyacımız var. Günde iki sayfa okuyarak da olsa vahiyle sürekli irtibatlı olmak, çay kahve eşliğinde birkaç satır karalamak ve bir sahafın rutubet kokan kitaplarına dokunmak düşmemesi gereken kalelerimizdir.

5) Sosyal medyaya posta koyabilen, onunla sağlıklı bir ilişki kurabilen, teknoloji akıllı, özenli ve kısmi kullanmayı başarabilen insanlar geleceğin öncü şahsiyetleri olacaktır. Geleceğin Halil İnalcık’ları, Aziz Sancar’ları tabii ki 7/24 Instagram’da yaşayan ve tweet atmaktan başka bir gündemi olmayan gençler arasından çıkmayacaktır. Kitap başında oturma, emek harcama, bir âlimin dizinin dibinde oturma gibi gerçek anlamda hayatı teneffüs etme tecrübesi sunan deneyimlerden uzak kalmayanlar kazanacaktır.

6) Telefon, tablet, bilgisayar ve diğer aygıtların aşırı kullanımıyla ilgili bilimsel çalışmaları takip etmemiz faydalı olacaktır. Örneğin 27-28 Kasım tarihlerinde İstanbul’da 4. Teknoloji Bağımlılığı Kongresi düzenleniyor.

Bu çıldırmış modern zaman koşturmacasına ve gözü dönmüş teknolojik aygıtlara teslim olmamalı; onlarla işimizi görecek kadar iletişim kurmalıyız. İşte o zaman bildirim yorgunu bu donuk, baygın, bıkkın ve şaşkın gençlik; maya tutması için üstatların ciğerinden kalemine kan çekerek uykusuz ve susuz kaldıkları o zinde, bilge, âlim ve arif gençliğin asaletini tevarüs ettirebilir. 


Abdullah Yalnız'ın Yazısı.