Bülent Ata

Senarist olmak isteyen arkadaşların temel bilgilerden yanı sıra ona yazma coşkusunu sağlayan motivasyona ulaşması daha önemlidir. Yazabiliyorsan, bu bilgiler mutlaka işine yarayacaktır. Ama önce açık ya da gizli var olan yazma korkusunu yenmekle işe başlamalıyız.

Bir senaryo yazmaya niyetlendiğinizde çeşitli detaylar, eksikliğini duyduğunuz konular sizi yazmaktan alıkoyabilir. Sahi neden bir senaryo yazmak istiyorsunuz? Bu soruyu kendinize sorun. Hatta cevabıyla birlikte bir deftere yazın bunu. Zaman zaman bu soruyu yeniden sorun ve varsa yeni bir cevabınızı yine defterinize yazın. Senaryo yazmak kısa bir yolculuk değildir. Uzun bir yolculuktur. Yola ne için çıktığınızı unutmamak için zihninizden geçenleri not almanız bulduğunuz her yeni güzel fikrin peşine düşüp kaybolmanızın önüne geçer.

Anlatmak istediğiniz konu sizi çok etkilemiş olabilir. Bunun mutlaka bir film olması gerektiğini düşünüyor olabilirsiniz. Hatta bu hikayeye sarsılmaz bir inanmışlıkla kendinizi adamış olabilirsiniz. Bu sadece sizi etkileyen bir hayal değil, ciddi bir izleyici sayısını yakalayacak sağlam bir hikaye olabilir elbette. Bunun gerçek olmasını istiyorsanız bu konuda durmadan konuşmak sizi hedefinize yaklaştırmayacaktır bunu bilin. Konuşmaya devam ettikçe senaryonuzu yazabilme ihtimaliniz gittikçe azalacaktır. Konuştuğunuzdan çok daha fazla yazabilmelisiniz.

Bir filmin ortaya çıkabilmesi için ortada bir senaryo olması gereklidir. Bu, derdini sizin çektiğiniz bir konu ve hikaye ise yazmaya başlamak sizin sorumluluğunuzdur. Yazmaya başlamak bir hayali ete kemiğe kavuşturmak demektir. Yazdıkça, yazdığınız şeyin sadece size ait bir hayal olmayıp herkesçe okunup beğenilebilir ve eleştirilebilir bir noktaya gelmesi ile ayaklarımızın yere basması artık mümkün olacak demektir.

Sadece kendiniz ya da gelecekteki okurlarınız için oturup yüzlerce sayfa şiir, öykü hatta roman yazabilirsiniz. Bunun maliyeti görece olarak ömrünüzden eksilecek saatler ve günlerle ölçülebilir. Oysa sinema ve tv yapımları çok sayıda kişinin ortaya koyduğu emek ve yüksek maliyetlerle mümkündür. İzlenmeyen bir şey yapmanın bir maliyeti vardır. Bundan sebep sinema filmi yapmanın yarısı ekonomi bilmekle ilgilidir. Kaynakları doğru kullanmak, arz talep ilişkisini doğru okumak bize sürdürülebilir bir üretim süreci oluşturacaktır.

Bu meseleler bir yapımcının derdi olmalı, deyip işin içinden çıkmak aklınızdan geçebilir. Hayır, aklı başında bir senarist, ortaya koyduğu eserin yönetmen ve oyuncular mahareti ile neye dönüşeceğini öngörebilmelidir. Çekilmesi mümkün olmayan, yapım sürecini riske sokan, izlenirliği etkileyecek detayları senaryosunda hesaba katmak da, senaryoda bu riskleri azaltacak yöntemler geliştirmek de senaristin ödevidir.

Konuşmayı istediğimiz asıl şey şu; “Benim bir hikayem var, bu hikayeyi beyaz perdede görmek istiyorum ya da TV draması olarak yapılmasını istiyorum dediğimiz an, “bunu kim izler?” sorusunu sormak zorundayız. Sinemaya gitme alışkanlıkları, tv izleme alışkanlıkları izleyici profili konusunda bize bazı bilgiler vermektedir. Bu bilgiler, filminize para yatıracak yapımcının projenizden kar etmesi, mümkünse zarar etmemesi için kıymetli bilgilerdir. Salonları dolduracak, izleyiciyi memnun edecek bir hikaye anlatmakla, film olmasını hayal ettiğin sana ait, bir “biricik hikaye”nin aynı hikaye olması herkesi mutlu eder. Yapımcı, yönetmen, senarist, bu işten ekmek yiyen tüm set çalışanları ve izleyicinin memnun kalacağı bir senaryo yazılması çok mu zordur? Gişe başarısı yakalamış filmler bunu nasıl başarmıştır?

Bir tiyatro oyunu yazmakla bir sinema senaryosu yazmak arasında ne tür farklar vardır? Bir radyo oyunu, özel olarak “arkası yarın kuşağı” yazmakla bir tv dizisi yazmak arasında ne tür benzerlikler vardır? Okuduğunuz bir edebi eseri tiyatro oyunu olarak izlediniz mi hiç? Bir metnin tiyatro eseri olması, müzikal olması, radyoya ya da sinemaya uyarlanması sırasında ne gibi değişiklikler oluyor olabilir? Bir romandan hatta bir şiirden tiyatro oyunu çıkartan akıl neleri öncelemiş, neleri görmezden gelmiştir. Yazarın zihninde toz bulutu olarak beliren bir hikayenin hangi anlatım biçimi ile en etkileyici izlenirliğe ulaşacağı kafa yorulması gereken bir problem. Öyle ya neden her tiyatro eseri sinema filmi olmaz? Neden her roman dizi olmaz?

Bir hikayeyi birinci tekil şahsın ağzından dinlemek ya da üçüncü tekil şahsın ağzından dinlemek öykü ve roman anlatısında sıklıkla gördüğümüz bir biçimken tiyatro metinleri ile beraber buna karakterlerin konuşmaları da dahil olmuş, oyuncuların sahne alması ile canlı seyirlikler doğmuştur. Sinema ile birlikte aslında canlı ama önceden kameraya çekilip montajlanmış bir drama kaydının izlenmesi mümkün olmuştur.

Bir senarist yazdığı eserin nerede yayınlanacağını, kim tarafından izleneceğini bilerek yazar. Hatta filmde hangi yönetmenin, hangi oyuncuların görev alacağı bilgisi senaristin kalemini etkileyip olumlu bir üretim süreci temin edebilir. Burada senaristin sanatsal eser vermek ile endüstriyel bir zanaat ürünü vermek arasında nerede durması gerektiğinin farkında olmalıdır.

Senaryo yazmak güzel sözler söylemekle, edebiyat yapmakla ilgili bir disiplin değildir. Daha çok mimari bir çalışmayı hatırlatır. Sinema filmleri daha özgün, daha sanatsal eserler verme imkanı barındırmasına rağmen özellikle TV dramaları söz konusu olduğunda, özgün eserlerden çok, izlenmeme riskini azaltan, denenmiş, hatta düpedüz “klişe” metinlerin yeniden üretimi tercih edilmektedir. Bu tercih türün karakteristik unsurlarından biridir. Tv dizilerinin tasarımı neredeyse eskiyen bir koltuk takımını tamir edip yeni bir kumaşla giydiren koltukçunun yaptığı iş gibidir.

Senarist olmak isteyen arkadaşların temel bilgilerden yanı sıra ona yazma coşkusunu sağlayan motivasyona ulaşması daha önemlidir. Yazabiliyorsan, bu bilgiler mutlaka işine yarayacaktır. Ama önce açık ya da gizli var olan yazma korkusunu yenmekle işe başlamalıyız.


GENÇ'ın Yazısı.