Âh Alma Dua Al!
Kimi enerjiler şahsiyetimize gıda olurken, bazıları da yok edici virüsler eker maddî-manevî bünyemize. İşte mahâret, bu ilişkiler ikliminde “âh” almamaktır. Daha iyisi, yerden gökten “dua” alabilmek ve rahmete nâil olabilmektir.
Sayısız ilişkiler ağı içinde bir hayat sürer insan. Yerle, gökle ve görünen-görünmeyen daha nice varlıkla ve daha ötede her şeyi kuşatan Rabbiyle -farklı seviye ve frekansta- bir ilişki yaşar. Hemen her ilgi ve ilişkinin, bizden ötekine giden pozitif ya da negatif bir sinyali olduğu gibi, bunun karşılığında, ilişki çemberimizin tüm fertlerinden de bize doğru müspet ya da menfi bir enerji akımı söz konusudur. Kimi enerjiler şahsiyetimize gıda olurken, bazıları da yok edici virüsler eker maddî-manevî bünyemize. İşte mahâret, bu ilişkiler ikliminde “âh” almamaktır. Daha iyisi, yerden gökten “dua” alabilmek ve rahmete nâil olabilmektir.
Düşünceler, niyetler, iyi ya da kötü zanlar, muhabbetler, kin ve nefretler, şefkat ve merhamet yüklü duygular, etrafa bir frekans yaydığı gibi, özellikle amel ve davranışlar -nicelik ve niteliklerine göre- çok daha güçlü sinyaller verirler. İşte maddî ve manevî varlığımız, bütün bunların etkisi altında şekilden şekle girer, hâlden hâle evrilir, çevrilirler. Hangi sinyalin nasıl bir sonuç doğurduğunu çoğu zaman da bilemeyiz.
Mevlânâ bu ilâhî sistemi şöyle ifadelendirir:
“Kendine yapılmasını istediğin şeyi, başkalarına yap; ister eziyet gör, ister zarar. Kendine gel de elini, din ve adaletten, lütuf ve ihsândan başka bir şey için oynatma!
Dünyada diken tohumu eken kimseyi, sakın gül bahçesinde arama! O, eline gül alsa bile o gül, diken kesilir. Bir yâri varsa o yâr, mâr (yılan) kesilir.
Neye çalıştın da zararını, faydasını görmedin? Ne ektin de devşirme vakti onu biçmedin? Canından, teninden doğan amelin, çocuğun gibi gelir, senin eteğini tutar.
Sen bir mazlûmu ısırıp kan içinde bırakırsan, mukabilinde seni de şiddetli bir diş ağrısı tutarsa o vakit ne yapacaksın?
Bil ki amel, ona verilen karşılıkla aynı renkte olmaz. Sana bir yerden bir töhmet gelse, mutlaka (bil ki önceden) zulmettiğin birisi sıkıntıya düşmüş de sana beddua etmiştir. Sen «Ben bir şey yapmadım, kimse hakkında bir töhmette bulunmadım» dersen; bil ki başka çeşit bir günah etmişsindir. Tohum ekmişsin, nasıl olur da meyve vermez?
Gönlünü inciten her gam, (önceden) içtiğin bir (kötülük) şarabının tesiriyledir.”
Rivâyete göre Beşinci Abbâsî halifesi Hârun Reşid, sarayın bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Biçimi, eşsiz kokusu ve müstesnâ rengiyle dikkatini çeken bu gülü özel bakıma alması için bahçıvana emir verir.
Bahçıvan da sultandan aldığı bu emir dolayısıyla, gülün üzerine âdeta titremeye başlar. Her seher ilk işi, o gülün bakımını eksiksiz yapmak olur. Yine bir sabah gülün bakımını yapmak için yanına gittiğinde bir de bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini gagalayarak yere düşürmüş. Gülün dallarında tek bir yaprak bırakmamış. Büyük bir korku içerisinde halifeye koşar. Huzûra kabul edilince:
“–Sultanım!” der, “Üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş, gülün üstünde tek bir yaprak bırakmamış.”
Hârun Reşid, bahçıvanın söylediklerini sükûnetle dinledikten sonra, telâş göstermeksizin şu cevâbı verir:
“–Üzülme bahçıvan efendi, üzülme! Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz.”
Sultanın bu cevabı üzerine rahat bir nefes alan bahçıvan ise işine döner. Aradan henüz birkaç gün geçmiştir ki, bahçıvan, gülün yapraklarını düşüren bülbülü bir yılanın yakaladığını ve yutmak için otların arasında kaybolup gittiğini görür.
Heyecanla yine halifeye gelir:
“–Sultanım!” der, “Çok sevmiş olduğunuz gülün yapraklarını döken bülbülü bir yılan yakalamış, yutarken gördüm.”
Sultan yine telâşsız:
“–Merak etme efendi!” der, “Bülbülün âhı yılanda kalmaz. O da ettiğini bulur.”
Bahçıvan yine işine döner. Bir ara bahçede çalışırken, bülbülü öldüren yılanın otların arasından kendisine yaklaşmakta olduğunu görür. Hemen elindeki küreğiyle vurarak yılanı öldürür.
Yine halifenin huzuruna gelip sevinç içerisinde:
“-Sultanım! Bülbülü öldüren yılanı, ben de bahçede küreğimle öldürdüm.” diyerek durumu anlatır.
Hârun Reşid yine sakin:
“-Bekle bahçıvan efendi bekle!” der, “Yılanın âhı da sende kalmaz. Sen de yaptığının karşılığını görürsün.”
Nitekim çok geçmez, bahçıvan işlediği bir hata sebebiyle halifenin huzuruna çıkarılır ve cezalandırılması istenir. Halife de onun zindana atılmasını emreder. Askerler, yaka paça zindana doğru götürürken geriye dönen bahçıvan Sultana şunları söyler:
“-Sultanım! «Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz!» dediniz, onu yılan yuttu. «Bülbülün âhı yılanda kalmaz!» dediniz, onu da ben öldürdüm. Şimdi benim yaptığım da yanıma kalmıyor, zira sen zindana attırıyorsun. Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor da, senin ki mi kalacak?.. Demek sana da bir yapan çıkacak, öyle ise gel sen bana yapma ki, bir başkası da sana yapmasın.”
Hârun Reşid bir müddet sükût ettikten sonra, bahçıvana hitâben «Doğru söyledin!» diyerek askerlere şu emri verir:
“-Bırakın bahçıvanı, çiçeklerini sulamaya devam etsin.”
Bunun üzerine, Sultan ile bahçıvan arasındaki konuşmaya şâhit olan bir kimse şöyle der:
“-Sultanım, gereken cezâsını vermediğiniz takdirde bahçıvanın yaptığı yanına kalmış olacak.”
Hârun Reşid, bu sözler üzerine şu hakîkati ifâde eder:
“-Hayır! Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. En ağır şekliyle âhirette ödemeye tehir edilir!Ama gâfil insanlar bunun farkına varamaz da, yaptığı yanına kâr kaldı sanır.”
“Alma mazlûmun âhını/Çıkar âheste âheste” demiş şâîr. Özellikle mazlumun âhı, anne-baba âhı, üzerimize emeği geçen üstazların ve ustaların âhı, can yakıcı sonuçlar doğurur; dünyayı zindana, âhireti hüsrana çevirir. Esasen her “âh” bir dikendir; kimi ayağa, kimi başa ve kimi de kalbe batar. Kimini mülkünden, kimini makamından ve nicelerini de huzur ve saadetinden eder.
Evet, her musibet bir “âh”tan kaynaklanmaz. Öylesi vardır ki bir günahın sonucudur, bazıları bir imtihan için ve yine öyleleri de vardır ki, kula manevî arınma ve terakkî (manevî olgunluk) vesilesi olsun içindir. Ancak unutmamalıdır ki, her “âh” bir “âh” doğurur. Öyleyse yapılacak olan; yerden gökten duâ alacak bir ilişki kalitesi yakalamaktır.
Adem Ergül 'ın Yazısı.