Müzedeki ziyaretçiler yüzlerce yıllık heykellere, budanın kıvırcık saçlarına, tanrıçanın şişman bileklerine dokunurken biraz daha aşınıyor ihtiyar taşlar. Krişna’ya ithaf edilen minyatürler camekânlara sıkışmamış olsa, bu dokunuşlar altında parıldayan altın ve renkli çiçekler solar, kolyeleri süsleyen asırlık boncuklar dökülürdü ve tarih bir daha yok olurdu insanoğlunun elinde.
İnsan etine aç akbabalar kara birer gölge gibi çığlık atarak daire çiziyor havada. Beyaz giymiş ateşin çocukları, merdivenlerden yukarı cansız bir bedeni taşıyorlar. Üç kız ağıt yakıyor ölünün arkasından. Yavaş yavaş gözden kayboluyor rahipler. Yolunmuş saçları, keskin pençeleriyle dünyadaki en çirkin kuşlar iniyor sessizlik kulesine. Ulu ağaçlar ve yüksek parmaklıklar geçit vermiyor, kapılar kilitli. Akbabalar çığlık atmıyor artık.
Mumbai bu gece merhaba diyor yeni yıla*. Arabalar çiçekten kolyeler takmış, binalar ışıl ışıl. Havai fişek, maytap patlatıyor gençler, çocukların elinde ışık meşaleleri. Pembe sarili** genç kızın eteği tutuşmuş koştukça peşinden geliyor kıvılcımlar. Yüzlerce insan sahil yolunda toplanmış. Bir yıl boyunca karanlık ruhlardan korunmak için ışıkla yıkanıyor şehir. Yeni hesap defterlerini Lakshmi’ye*** kutsatıp kırmızı ipeğe sarıyor dükkân sahipleri. Tütsüler dolaşıyor raflar arasında, ziller birbirine çarptığında kötü ruhlar kaçışıyor. Sabahın ilk saatlerinde kadınlar evlerinin eşiğini renkli boya ve pirinçle süslüyor. Dhobi Ghat festival dolayısıyla boş, kimse taşlara vura vura çamaşır yıkamıyor bugün. Yolun kenarına oturan kadınlar doğanın insana sunduğu en güzel tomurcukları kullanıp tanrılar için çiçekten kolyeler örüyor. Yağlı saçları perçem perçem yüzüne dökülen delikanlı kırık aynanın karşısında tıraş olurken bir yandan da objektifime poz veriyor. Crowfort Market’te Kipling’in yaptığı çeşme ananas tezgahlarının, karpuzların üstüne çıkmaya çalışan keçilerin arasında unutulmuş.
Hacı Ali Dergâhı’na uzanan yolu hızlı adımlarla ilerliyorum. Sular yükseldiğinde ulaşılmaz olacak kutsal mabet. Hindular Caynistler ve Müslümanlar beraber tırmanıyor merdivenleri. İmam herkesin başını kabrin tozunu aldığı süpürgeyle kutsuyor. Yatırın üstüne simli adak örtüleri bir bir yayılırken kümbet büyüdükçe büyüyor. Caminin arkasında denize uzanan dev kayalara basarak tuzlu suya ayaklarını sokmak isteyenleri dalgalar kendine çekerken denize düşenlerin çığlıkları kahkahalara dönüşüyor. Akşam hava kararınca Mahim Dergâha Mumbai’nin daha önce görmediğim bir bölgesine gidiyorum. Ölüler için örtü, çiçek satan tezgahların arasında birkaç sokak lokantası var. Kaynayan kazanların, kızaran böreklerin önünde yere çömelip bekleşen aç insanlar yanından gelip geçen ilgisiz, tok, umursamaz kadın ve erkekleri acı dolu yorgun gözlerle izliyor. Bir parça merhametle göz göze gelmeye çalışan bu insanların yüzleri çökmüş, bellerini saran rengi soluk kumaş parçalarından cılız bacakları uzanıyor. On dolar uzatıyor yaşlı bir adam ve sıranın önündeki yirmi kişi sessizce dükkâna girip kumanyalarıyla çıkıyorlar dışarı. Yirmi birinci bir ah! çekiyor ve bu ah rüzgarıyla sendeliyorum. Sönüyor ocakların harı, çocuklara dağıtmak için aldığım balonlar bir bir uçuyor elimden.
Tütsü yakıyor kadınlar, yeni doğmuş bir bebeği kabrin üstüne yatırıyor genç adam, ziyaretçiler sırayla dönüyor sandukanın çevresinde. Bir kıyamet kopuyor dışarıda; imam ziyaretçileri bırakıp pencereden yarı beline kadar uzanarak kutsal süpürgeyi şirret dilencinin kafasına geçiriyor. Anlamadığım bağırışlar düğüm düğüm birbirine karışırken bir süpürge dokunuşuyla aydınlandığına inanan kadın boyun büküp camiye, yatırın ayaklarının dibine atıyor kendini.
Gecekondu mahallesinde sökülen çamaşır makinaları, kullanılmayan metal kordonlar, üst üste dizilmiş araba kaportaları arasında iki keçi ve kemikleri sayılan birkaç kedi dolanıyor. Ütücü küçük dükkanının önünde kömürle ısınan ağır metali gezdiriyor bembeyaz gömleklerin üstünde. Kuruyan çamaşırların temizliği, kızaran biberin kokusu bu karmaşaya yakışmayacak kadar güzel. Dvali Festivali için çiçeklerle süslenen kapılar, arabalar ve hurdacının mavi motosikleti bu derbederliğin içinde parlıyor. Sokak hamamına yaklaşıyorum yerler sabunlu ve kaygan. Üç delikanlı saçlarını köpürte köpürte yıkayıp kirin, pasın, yorgunluğun izlerini silerken köpek yavruları gibi etrafa su sıçratıyorlar. Dar yolda ıslanmamak için kenara dizilmiş satılmayı bekleyen metal dolu çuvallara sürtünerek ilerliyorum.
Müzedeki ziyaretçiler yüzlerce yıllık heykellere, budanın kıvırcık saçlarına, tanrıçanın şişman bileklerine dokunurken biraz daha aşınıyor ihtiyar taşlar. Krişna’ya ithaf edilen minyatürler camekânlara sıkışmamış olsa, bu dokunuşlar altında parıldayan altın ve renkli çiçekler solar, kolyeleri süsleyen asırlık boncuklar dökülürdü ve tarih bir daha yok olurdu insanoğlunun elinde.
Karanlık bir kapıdan rehberin tavsiye ettiği lokantaya giriyorum. Menüye bakmadan garsona “En sevilen yemeğiniz hangisi,” diye sorduğumda düşünmeden “Yengeç,” diyor ve büyüklüğünü görmem için ayakları kıpırdayan yaratığı karnından tutup getiriyor. Güneşin renklerini taşıyan dev kabuğun üstünden bakan iki göz şaşkın. Denizin derinliklerinden sökülüp alınan yengeci dolunayda avlanan beyaz bir kurt gibi zevkle seyrediyorum. Yarım saat sonra tereyağı ve sarımsakla lezzetlenip önüme geldiğinde ne denizin serinliği ne de kayalar arasında yaşayan ihtiyar yengeç geliyor aklıma. Sadece denize ait bir lezzet kalıyor damağımda. Bir avcı olduğumdan habersiz, içimde saklanan beyaz kurdu her gün biraz daha büyütüyorum.
*Dwali Festivali, Hint takvimine göre yeni yıla geçiş.
**Kadınların giydiği geleneksel Hint elbisesi.
***Zenginlik, iyi şans ve güzellik tanrıçası.
Hande Berra'ın Yazısı.