Gerçekler, kişilere değil; hakka nisbetlidir. Doğru, kim tarafından dile getirilirse getirilsin; doğru, yanlış kim tarafından yapılırsa yapılsın, yanlıştır.

uhyiddin-i Arabi hazretleri, henüz İspanya’da iken ve İspanyalı bir insan-ı kâmilin talebesi iken başından şöyle bir olay geçmiş: Şeyhi, Arabi hazretlerine; Endülüs’te yaşamakta olan bir zat ile ilgili olarak, o kişinin Mehdi olduğunu söylemiş. Arabi hazretleri ise anılarını paylaştığı bir metinde; söz konusu zatla ilgili olarak şunları söylüyor: “Lakin ben o zatı şahsen tanımaktaydım ve hallerini de  bilmekteydim. O kişinin Mehdi olması mümkün değildi.”

İşbu sebeple; Arabi hazretleri, şeyhine muhalefet etmiş. O kişinin Mehdi olmadığını ve bunun nedenlerini, kendi bakış açısına göre  izah etmiş. Ancak şeyhinin, ikna olmak bir yana; kendisinin, ona muhalefet etmiş olmasından dolayı üzüldüğünü sezmiş. Aynı günün  akşamı, Arabi hazretleri, dergahtan çıkıp, evine gitmek üzere yolda yürürken, yanına daha önce görmediği bir zat yaklaşmış.  Lakin Arabi hazretleri, (kendi ifadelerine göre) bunun Hızır (a.s.) olduğunu anlamış. Hızır (a.s.), Muhyiddin Hazretlerine şunu demiş:  “O konuda şeyhine uy!” 

Bunun üzerine Arabi hazretleri, hemen dergaha dönüp, şeyhinden özür dilemiş. O meselede kendisine uyacağını bildirmiş. Şeyhinin gönlünü almış. Ancak Arabi hazretleri, konuyu anlattığı metinde; çok ilginç bir analiz yapmış. Şöyle: “Hızır (a.s.), bana dedi ki; ‘O  konuda şeyhine uy.’ Yani bana şeyhimin dediğinin doğru olduğuna ya da onun görüşünü kabul etmem gerektiğine dair hiçbir şey  söylememişti. O zaman ben de anladım ki; aslında benim görüşüm doğrudur. Ancak şeyhim, kendisine itaat etmemiş olmamdan dolayı üzülmüştür. Ben de hemen gidip şeyhimden özür dileyip, bu konuda kendisine itaat edeceğimi bildirdim. Şeyhim memnun  oldu. Ama ben ona, onun görüşünün doğruluğunu kabul ettiğime dair hiçbir şey söylemedim. Zaten bundan bir müddet sonra  şeyhim bana gelip: ‘Muhyiddin, o konuda sen haklıymışsın. O zat Mehdi değilmiş’ dedi.

Ben de bu olaydan pek çok dersler çıkardım. Şimdi bir kısmını sizinle paylaşacağım. Bir kısmını ise kendime saklayacağım... Her  şeyden önce; bize Allah yolunda rehberlik eden dostların, bu yoldaki istek ve tavsiyelerine titizlikle uymamız gerektiğini söylememiz  lazım. Elimizden geldiği kadar hiç olmazsa. Çünkü Allah dostları, çoğunlukla bizim için ancak bir emel olan o menzile çoktan  ulaşmış, hatta bizim gitmekte olduğumuz yollardan döneli epey olmuştur. Basit bir yol rehberinin bile zahiri tecrübelerine güvenip; teslim olan, canımızı, malımızı ve hatta namusumuzu bile emanet etmekte beis görmeyen bizler, Allah rızası denilen o yolun  kılavuzları olan velilere olan güvensizliğimizle; büyük çelişki içindeyiz. Hatta ayıp ediyoruz.

Ancak bunun da bazı incelikleri var. Öncelikle veli; (gerçekten) veli olacak, yolu da yol olacak. Bu herkesin kendi kalbinin vereceği bir  karar. Bununla beraber; vurgulamakta fayda var: Şeriatın dışında yol yok. Bataklık ise pek çok. İtaat ve teslimiyetin şartı da sınırı da  şeriat. Şeriat derken siyasi manaya gelebilecek herhangi hususu kast etmiyorum. Allah’ın dininin o bildiğimiz kurallarını kast  ediyorum sadece. Yanlış anlaşılma olmasın.

Doğrudan şeriatla ilgili değilmiş gibi görünen diğer konularda ise (Mesela yukarıdaki menkıbede sözü geçen Mehdiyyet konusu  doğrudan şeriatla ilgili değildir) kendi fikrimiz her ne olursa olsun, yine yoldaki rehberimizin “görüşüne uymak” -ola ki hakikatte  yanlış bile olsaedeb açısından daha münasiptir. Zira kelam-ı kibarda der ki “Evliyanın hatası; imtihan perdesidir.” Onun bile  arkasında; Allah’ın takdirinden kaynaklanan hikmetler ve sayısız hayırlar vardır. Hiçbir şey yoksa en azından bir ders vardır.

Yukarıdaki menkıbeden çıkarıp, paylaşacağım son ders ise şudur: Gerçekler, kişilere değil; hakka nisbetlidir. Doğru, kim tarafından  dile getirilirse getirilsin; doğru, yanlış kim tarafından yapılırsa yapılsın, yanlıştır. Çok görmüşümdür; nice hakikatlere, muhatabının  önemsemediği kişiler tarafından dile getirildikleri için çöplükteki inci muamelesi yapıldığını. Çok görmüşümdür; nice yanlışların,  değer verilen adamlar tarafından yapıldığı için başlara tac edildiğini. Allah haktan ayırmasın.


Sinan Özgenç'ın Yazısı.