Tek Yön
Site Özel
5589 okunma
Erkam Salih Büyükdinç
Sonunda zamanı gelmişti. Karşısındaydı işte ve alması gerekeni istiyordu. Zaten kendisi de günlerdir bu anı bekliyordu. Emaneti geri vermesi gerekiyordu ama iş başa düşünce henüz hazır olmadığını hissetti. Yalvarsa birkaç gün ertelemeyi kabul ettirebilir miydi? Sonuçta nereye kaçarsa kaçsın gelip bulabilirdi, ne zaman isterse eliyle koymuş gibi bulabilirdi onu. Tam tahsilât başlıyordu ki son bir kez şansını denemek istedi. Geriye doğru bir iki adım atıp ağzına gelen ilk sözcükleri haykırdı. “Hayır, dur, iki gün sonraya erteleyelim!” dedi. Karşısındaki hiç istifini bozmadan ona doğru yaklaşıyordu. Geri geri yürürken biraz hızlandı ama en son soğuk duvarla sırtı temas edince anladı, bu iş burada bitecekti. Son çare kaçmaktı.
Derin bir nefes alıp var gücüyle koşmaya başladı. Arkasına hiç bakmadı. Başta bacakları olmak üzere yaşlı vücudu çok yorulmuştu. Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi küt küt atıyordu. Durmalıydı yoksa düşüp bayılacaktı. Durmamalıydı çünkü durursa her şey bitecekti. Saklanmak için etrafına baktı. Ezan sesleri boş caddelerde yankılanıyordu. Yağmur da çiselemeye başlamıştı. Gri kaldırım taşları ve asfalt yavaş yavaş siyaha boyanıyordu. Kapalı bir alan bulmalıydı yoksa kara bulutlardan hızlanarak gelen su damlaları onu sırılsıklam edecekti. Aklına camiye gizlenmek geldi. Bu iyi bir fikirdi. Hazır cemaat namazdayken bir yere saklanabilirdi. Sokağın başındaki küçük camiye yöneldi. İçeri girdiğinde imam gür sesiyle cemaati secdeye davet ediyordu. Fırsattan istifade ederek bulduğu tam da kendisinin sığabileceği büyüklükteki bir kutuya girdi. Bir süre sessizce karanlıkta bekledi. Sesler kesilmişti. Herhalde insanlar dağıldı diye geçirdi içinden. Günlerce, haftalarca çıkmamayı düşündü bu kutudan. Koşmak onu çok yormuştu. Biraz debelenerek rahat etmeye çalıştı ve derin bir uykuya daldı.
Kutunun sarsılmasıyla uyandı. Haliyle etraf karanlıktı. Kutuyu yani onu bir yere taşıyorlardı. Yolculuk çok uzun sürmedi. Etraf biraz serinlemişti. Galiba dışarı çıkmışlardı. Kimsenin onu fark etmemesi iyiye işaretti. Acıkmamıştı, susamamıştı. Zaten son günlerde iştahı kesilmişti, zayıflamıştı. Kutunun içinde onun olabileceğini düşünemeyecekleri kadar hafif olduğuna inandırdı kendini. Herhalde onu caminin demirbaşlarından bir şey olarak düşünmüşlerdi. İyice rahatladı. Birden imamın namaza başlarken mikrofona söylediği sözlerle irkildi. Bu mikrofonun sesini neden bu kadar açıyorlar diye söylendi. Namazın bitmesiyle beraber içinde bulunduğu tahta kutu tekrar hareketlendi. Dışarıdan birçok ayak sesi ve fısıldaşmalar geliyordu. Aniden hareketlilik kesildi. Etrafta öten kuşlardan başka çıt çıkmıyordu. Bir de rüzgâr sesi vardı. Nereden nereye eseceği çok önceden belirlenmiş rüzgâr. Hiçbir şekilde yolundan sapmayan, önüne dağ da çıksa deniz de çıksa hedefine ulaşıp sonunda yok olan rüzgar. İmam yine bir şeyler okumaya başlamıştı. Caminin çevresinde bir yer olmalıydı. Etraftakilerin amin demesinden anladığı kadarıyla hoca dua ediyordu. Sonrasında sorduğu birkaç soruya cemaat, ilkokul çocukları gibi hep bir ağızdan cevap vermişti. Sonunda kutu açılmıştı. Loş ışıkta tanıdığı yüzler ona boş boş bakıyordu. Komşu Ahmet, bakkal Necmi ve diğerleri... Yakalanma endişesiyle ayaklanıp kaçmak istedi ama tüm bedenini sarmışlardı. Hareket edemiyordu. Onu aşağı doğru ittiler ve nemli toprağın üzerine düştü, devamında da nemli topraklar onun üzerine. Gözlerine gelen ışık yavaş yavaş kesiliyordu. Daha iyi saklanılacak bir yer olamaz diye düşündü. Hedefe ulaşıyordu. Ne engeller durdurabilmişti onu ne de zaman. Gitmesi gereken yere önünde sonunda ulaşmak üzereydi. Ama o akabinde yok olmayacaktı. Her şey daha yeni başlıyordu. Bu sefer kaçmak da yoktu. Yakalanmadığına sevindi ve rahatladı. Kaçmaya gerek kalmamıştı. Yoksa çoktan yakalanmış mıydı?
GENÇ'ın Yazısı.