Esas Gaye Hazzetmek Değil Hazmetmektir
Hedonizm felsefî bir akım olarak baş göstermiş olsa da günümüz dünyasının başına gelen en tehlikeli tuzaklardan birisi. Bir defa yaşayacağın bu dünyada zevklerini erteleme, hazzın doruklarına tırman telkinleri ile özellikle gençlerin aklını başından almakta pek mahir. Öyle ki manevi değerler ekseninde yaşadığını düşünenleri dahi ağına düşürecek kadar sinsi bir yanı da var. Varoluş gayesinin suflî olanı hazzederek değil ulvî olanı hazmederek yaşamak olduğunu Hedonizm dosyamızda ele alıyoruz.
Hedonizm Nedir?
“Hedone” sözcüğü eski Yunanca’da “zevk, haz” manası taşıyor. Hedonizm ise Türkçe’ye “hazcılık” olarak çevriliyor.
Hedonizm, Kirene Okulu’ndan Sokrates’in öğrencisi Aristippos’un öğretisidir. Bu öğretiye göre hayatın asıl amacı haz duymaktır. Bir şey haz veriyorsa iyi, vermiyorsa kötüdür. Bireye zevk arayışına adanmış bir hayat tarzı sunan ve onu sürekli olarak keyifli yaşama motive eden doktrindir.
Hedonistlerde Görülen Ortak Özellikler
Zevk, haz, mutluluk bir hedonist için en değerli olgulardır. Bencildirler, başkalarını kendi menfaatleri için kullanırlar, din ve ahlak kavramlarını sevmezler, anlık istekleri her şeyin önündedir. Narsisttirler; kendilerini çok yüksekte görürler.
Egoist Hedonizm - Akılcı Hedonizm
Hedonizm ikiye ayrılır. Egoist Hedonizm ki bu yukarıda bahsettiğimiz Aristippos’un ileri sürdüğü felsefi akımdır. İkincisi Akılcı Hedonizm’dir. Bu akımın temsilcisi ise Epikuros’tur. Epikuros’a göre gerçek zevk akılla elde edilebilir. Tüm zevkler iyidir fakat tamamı tercih edilmeye layık değildir; tüm acılar kötüdür fakat tamamından da kaçınılması gerekmez. Uzun vadede daha fazla zevk verecek bir şey için kısa vadedeki zevkten vazgeçmek gerekirse vazgeçilmelidir. Akılcı Hedonist’ler kendini kontrol etmenin ve ihtiyatlı davranmanın erdeminden bahsetmişlerdir. Egoist Hedonist’ler için bedenin aldığı zevk önemli iken Akılcı Hedonist’ler için ruhun dinginliği daha önemlidir. Yani birisi bedenî hazzı öncelerken diğeri ruhî hazzı önceliyor.
Yükselen Ama Yükseltmeyen Trend
Buraya kadar Hedonizm’in bir doktrin olarak çıkış noktasına kısaca değinmiş olduk. Yükselen bir trend olarak tüm dünyayı kuşatan bu tehditkar akımı farklı açılardan irdelemek istiyoruz.
Modernite ve kapitalizmin dayattığı tüketim kültürü ile “zevkli yaşam” vurgusu insanların yaşayış biçimlerinde ciddi bir algı değişikliği meydana getirdi. İnsanlar acının ve hüznün olmadığı, sadece konforun, keyifli “an”lar geçirmenin esas hayat olduğuna inan(dırıl)dı. “An” kelimesini özellikle tırnak içine aldık. Zira dünyevileşen insan “an’ı yaşa” mottosunu benimsedi. Tadını çıkar, keyfine bak, bir dakikanın beyliği beylik mesajlarına hem açıktan hem subliminal olarak maruz kaldı. Bir noktada direnci kırıldı ve bu dayatmaya teslim oldu. Hâlâ dik durmaya gayret edenler var olsa da azınlıkta olduğu aşikâr. Çünkü nefsin heva ve heves boyutunu hesaba katarsak insan yapı olarak zevkli olanı, keyif vereni tercih etmeye meyyaldir.
Tüketimden Tüketime Çok Fark Var
Tüketimi ikiye ayırmak mümkün. Bir; faydacı tüketim iki; hedonik (hazcı) tüketim. Faydacı tüketim davranışı gösterenler ürün ya da hizmetlerin işlevselliğini önemsiyor, somut verilerine yoğunlaşıyor. Hedonik tüketim eğiliminde olanlar ise zaruri bir ihtiyaç olmasından ziyade “dostlar alışverişte görsün” kaygısı ile düşlerini doyuma ulaştırma peşinde koşuyorlar.
Sen Nasıl Baş Ediyorsun?
Burada “kaygı” kavramına mercek tutalım. İnsanın anlam arayışından kaynaklanan kaygı fıtrî bir duygudur. Her insan bu manada kaygıya aşinadır. Varoluşunu anlamlandırmak için kişinin iç kaynaklarını harekete geçiren bir fonksiyonu vardır kaygının. Kaygı, insan ruhunda meydana gelen bu gerilimi azaltmak için hayatın anlamını bulmada insanı yapılandırıcı eylemler için güdülemektedir.
Kaygıyla bilinçli olarak baş etmek mümkün olduğu gibi bilinçsizce baş etmeye çalışmak insanın önündeki tercihlerden birisidir. Bilinçsiz baş etmede kişi kaygının kaynağından habersiz sadece duyu organlarının hazzını esas alır. Bu da zamanla insanı hedonizm çukuruna sürükler. Kaygısını gidereceğini zannettiği her zevk aslında gerçeklikten kaçıştır. Kaygı ile bilinçli baş etmede ise aşkın olana ulaşma, öte âlemlerin varlığını idrak etmek için manevi çaba vardır. Zevkin hakikisine ulaştıran bir mücadeledir bu.
Kılıktan Kılığa Giren Hedonizm
Hazzın gündelik hayat yansımalarına baktığımızda çeşitli sürümlerini görebiliyoruz. Alt gelir gruplarının bulunduğu varoşlarda insanlar imkânsızlıkların getirdiği acılarından kaçarak madde bağımlılığı, çarpık ilişkiler ve çeteleşmelerle hazza ulaşmayı umuyorlar. Ulaşması kolay fakat bedeli ağır zevk araçları neticede sefadan çok cefa getiriyor.
İş hayatındaki akislerine baktığımızda ise kariyer basamaklarını tırmanmak ve lüks içinde yaşamak hazzın tatmin edilme araçları olarak görülüyor. Gelir düzeyi yüksek kesimdeki bu suni haz kaynakları da kalıcı mutluluğa ulaşmada yetersiz kalıyor.
Bunlar haricinde din kisvesi altında hedonizmi yaşayan bir kesim de mevcut. Eğlence kültürü ile sızamadığı bireylere “spiritüalizm” kanalı ile sızan hedonist anlayış; dini tecrübe biçimlerinde zevk odaklı olmayı teklif ediyor. Yani ruhun dinginliği maskesiyle bir inancın getirdiği değerlerin içini boşaltmak ve sadece zevk alınabilecek şekilde uygulamak gayesi ile inançlı kesimi de tesiri altına alan hedonizm, hayatın temel gayesi önünde her geçen gün büyüyen bir risk olarak duruyor. Hayatın temel gayesi insanın varlığını anlamlandırması, nereden geldiğini nereye gittiğini sorgulaması, eylemlerini kontrol etmesi, sorumluluk sahibi olması ve ebedi âlemde yüce yaratıcısı ile buluşmasıdır. Kişisel ve toplumsal sorumluluklar almaktan kaçan, haz peşinde koşmayı idealize etmiş hedonist anlayış, bu temel gayenin önünde insanlık için ciddi bir risk oluşturuyor.
Hayaller, Hayatlar ve Ötesi
Popüler kültür aygıtları ile insanlara özellikle gençlere sınırsız özgürlük vaatleri ile günü birlik geçici eğlenceler pompalanıyor. Bu insanların beyinleri sanat adı altında şarkılarla, dizilerle, reklamlarla yıkanıyor. Kadim zamanların gönle dokunan manidar musiki güfteleri yerine bedenin zevklerini özendiren şarkı sözlerine maruz bırakılıyor. Filmlerde gençler ya son model arabalarda ya eğlence ve tatil mekânlarındalar. Gerçek hayatta karşılığı olmayan, ekranın sahte hayatları amaç olarak gösteriliyor. Bir adım sonrasında ise bu gençler hayali bir hayat için dününü, bugününü, yarınını ziyan ediyor. Ve bunların hepsi bilim adı altında yapılıyor, belki de en acısı bu. Freud’un “insan ruhunun amacının zevklerini tatmin etmek olduğu, edemediği zaman ruhsal hastalıklar çıkacağı” öğretisi hedonizmin bilimsel tezi olarak karşımızda duruyor.
Bir “izm”in Tuzağına Düşmeyegör…
Burada ebeveynlerin çocuklarını yetiştirme biçimleri de önemli. “Sen her şeyin en güzeline layıksın”, “aman benim çocuğum üzülmesin” diyerek evlatlarını şımartan, hayali benlikler aşılayan, zorluklarla mücadele ruhunu veremeyen anne-babalar psikolojik dayanıklılığı olmayan bireyler yetiştiriyor. Bu bireyler ergenlikle beraber duyguların coşkunluğu, vitrinde olma hevesi ile güdülenmişken en ufak bir sıkıntıda kendisini yabani zevklerin kollarına atıyor. Sonu olmayan zevkler hedonizm, hedonizmin sonu nihilizm yani hiçbir şeyin anlamının olmaması, nihilizmin sonu ise pesimizmdir. Yani karamsarlık. Karamsarlık ise depresyon ve akabinde intihara kadar giden bir süreçtir.
Haz ve Hızın Çocuğu: Kaliforniya Sendromu
Popüler Kültürde Kaliforniya Sendromu olarak adlandırılan şey esasında hastalıklı bir hayat tarzının ifadesi. Sendromun anahtar kelimesi “hedonizm”. Kaliforniya’da sürülen hayatın felsefesi eğlenmek, daha fazla para kazanmak ve harcamak şeklinde özetleniyor. Öyle ki eğlenirken ortaya çıkan yorgunluğu dahi yine farklı eğlenme biçimleri ile atan bir hayat anlayışı. Uygulamalar değişse de değişmeyen ana unsur eğlence ve zevk.
Sosyal medya kullanımının artması neticesinde Kaliforniya ile sınırlı kalmayan tüm dünyaya kanserli bir hücre gibi yayılan bu hastalıklı hayat biçimi insanlığa ait tüm değerleri tehdit ediyor. Dahası dokunduğunu kendisi kılarak kültürlerin derinlikli ve insanî taraflarını yok ediyor.
Kaliforniya bu durumun farkına varmış ve sosyal sorumluluk projeleri yürüten kurumlar kurarak toplumu tedavi etmeye başlamış. Farklı bir uygulama da şöyle, gençlerin liseden mezun olabilmesi için muhtaçlara yardım ederek iyilik puanları toplaması gerekiyormuş. Kültürümüzün hamurunda bulunan, insanı insan yapan kadim değerlere kaç nesli heder ettikten sonra ulaşabilen bir eyaletin yaşam biçimi olsa olsa sendrom olurdu zaten demeden geçemiyoruz biz de.
Hâsıl-ı Kelâm Netîce-i Meram
Hazcılık akımını genel hatları ile inceledikten sonra şunları söyleyebiliriz; maddi haz odaklı yaşamak insana doyumsuzluk ve huzursuzluktan başka bir şey getirmiyor. Bu demek değildir ki hiç zevk almayacağız. Dinimiz ve dinimizin şekillendirdiği medeniyetimiz hazzı yasaklamamış, ehlîleştirmiştir. Yeri geldiğinde hazzı ertelemeyi telkin etmiştir.
“Helal daire keyfe kâfidir” sözü bu anlayışın yansımasıdır. Helal, sözlükte “izin verilen” demektir. Allah’ın müsaade ettiği, yapıp yapmamakta serbest bıraktığı şeylerdir. Helal; temiz, faydalı, zararsız olandır. Bir şey helalse insanın bedenine de ruhuna da iyi gelir. Haramsa hem ruha hem bedene zarardan başka getirisi yoktur. Hangi alan olursa olsun helaller insanoğlunun ihtiyaçlarını karşılaması için yeterlidir. Helaller geniştir, tek tek sayılmaz; sınırlı olan haramlardır, bunun için sayıya gelir. “Eşyada asıl olan ibahadır” kaidesi de bu hususu açıklayıcı niteliktedir. Dünya nimetlerinin yelpazesi geniştir. Yasak olan şeyin helallerdeki alternatifi çok daha fazladır. Keyifle eğlenmek isteyen insan harama kaymadan da gönlünü hoş edebilir, nefsinin payını verebilir. “Dünyadan da nasibini unutma” ayeti çerçevesinde yaşamaya değer ne çok güzellik var yeryüzünde.
Zevkten mahrum, kasvetli, neşesiz, dinamizmini kaybetmiş bir hayat ve din anlayışını savunmak doğru tutum değildir. Ortaçağ Hristiyanlığını hatırlayalım. Tam da bunu yapmıştı. Bir adım sonrasında din, hayatın tamamen dışına itildi ve inanç duygusu suni unsurlarla tatmin edilmeye çalışıldı. Gelinen son noktada ise hazcılığı, bencilliği, gerçek olmayan bir özgürlüğü kutsayan günümüz batı dünyası ortaya çıktı.
Peki, sonu görünen bu yola girmemek için nelere dikkat etmek lazım?
1- Tek çıkar yol; İnanç: İnsanı kuraklaştıran, kalıcı bir itminan duygusu vermeyen bu akımların yıkımları için en etkili korunma ve tedavi yöntemi bir manevi sisteme bağlı olmaktır. Kemal Sayar’ın ifadesiyle “bir dinin serinliğine sığınmak”tır.
2- Bir Olgunlaşma Enstitüsü Olarak; Çile: Hz. Eyüp örneğini hatırlayalım. Istırap insanı tekâmüle sevk eden muharrik güçtür. Öte dünya algısının karartıldığı bir anlayışa karşı asıl ikametgâhın dünya olmadığını gösterir. Dünyanın en tatlı acısı sufli zevklerden asli zevklere geçişi sağlayandır.
3- Zevklerini Ehlileştir: Kaliteli zevkler edinmek, dayatılana değil kendi nitelikli tercihine göre ve insanı üretmeye sevk eden zevkler seçmek gereklidir. Elma şekeri ve akideli sakız birçoğumuzun çocukluk hatıralarında yer eder. Beş duyunun hazzını bu ikisine benzetebiliriz. Şekeri bittikten sonra elde kalan bir kuru tahta çubuk ya da gevişten başka işe yaramayan akidesi bitmiş bir sakız gibidir geçici hazlar. Falanca kişinin köpeğinin adını öğrenmekten zevk almak yerine insanlığa katma değer sağlayacak zevkleri tercih etmeli.
4- Doğru Rol Model Seç: İnsan örnek olarak gördüğü kişiyle zaman içinde özdeşleşir. Bilgi, irfan ve hakikatten zevk alan insanlarla tenin bitmek tükenmek bilmeyen ama bir türlü mutmain etmeyen hazlarını esas alan insanlar bir değildir. Duvar meylettiği yöne yıkılır demişler. İnsan; meylettiğine, rağbet ettiğine dönüşür. Burada “tenini yağ ile bal ile çok besleme; o toprak olacak. Esas olan ruhtur, ona yatırım yap” diyen Mevlana, gönül odaklı yaşayan Yunus Emre gibi insanlığa can suyu olmuş zirve şahsiyetlerin asırlara hükmeden örnekliğini tekrar hatırlamak lazım.
5- Ölümü Öldürme: Nasıl ki eline bir deste para verseler ve sayarken karışsa doğru saymak için başa dönersin. Ciddi bir hazcılığın içindeysen sana verilen bu emaneti karıştırdın demektir, başa dönmeni tavsiye ederim. Ne idim, nereden geldim diyerek enfüsi yolculuğuna koyulmalısın. Hadi başa dönmek istemiyorsun diyelim o zaman sona bak. Ölümü düşün, akıllı kişi gideceği yere hazırlanır. Üç beş saatlik bir pikniğe giderken bile ne kadar hazırlık yapıyoruz. Biliyoruz ki ancak götürdüğümüzü yiyecek, kullanacağız. Hazlardan oluşmuş bir amel defteri yerine güçlü iman ve salih amellerle hazmedilmiş bir amel defteri hazırlamak insanın yapacağı en akıllı yatırım.
Kaliforniya Sendromu Dünyanın Sonunu Getirecek
Prof. Dr. Arif Verimli
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi eski başhekimi psikiyatrist Prof. Dr. Arif Verimli’nin bir röportajında “Kaliforniya Sendromu bizim toplumumuzda da yaygın mı sizce?” sorusuna verdiği şu cevap dikkat çekiyor:
Ölünün önünde selfi çeken görmedik mi? Ya da bir plajda boğulanların cesedi orada dururken denize girmeye devam edenleri? Bu bir bananeciliktir. Bu zevke dönük çarpık düşünme biçimidir. Bu bir modern zaman dayatmasıdır. Boşanmalar, iletişimsizlikler hep bu bireyselliği zevkle cilalamanın sonucudur. Toplumsallık yerini bireyselliğe bırakıp, bireysellik de kendini tatmin edecek zevk nesneleri peşinde koşarsa sonuç çözülmedir. İnsanlık çözülür. Bir şehit cenazesinin acısını hissetmemek böyle bir çözülmenin getirisidir. Kaliforniya Sendromu süslü bir şey gibi görünse de insani ve ahlaki değerlerin önemsizleştiği, rekabetin, zevkin öncelik kazandığı ve artarak büyürse insanların sonunu getirebilecek tehlikeli bir sendrom.
Ayşe Yazıcılar'ın Yazısı.