Hocalarımız gerçekten çok zor durumda kalmışlardır… Bu sıkıntıya senelerdir göğüs geren hocalar çok pis köşeye sıkışmışlardır…

Saatlerce süren çapraz sorgudan sonra ajanların bitkin hallerine bakıp bizim iki kafadar kıs kıs gülerler… Bilmezler ki öğretmenlerimiz, yıllardır kaç veli toplantısından yüzlerinin akıyla çıkmıştır! Ne soruşturmalardan, teftişlerden, tereyağından kıl çeker gibi aklanarak kurtulmuşlardır…

Ajanlar çok öfkelidir…

-Peki o zaman biz de oyunu biraz sertleştiririz...

Ahmed Hocanın kafasını su dolu küvete sokarlar, diğeri içinse dayak faslı başlar…

Kafası suyun içindeyken, adeta suda balık misali rahat rahat bekleyen öğretmenin tavırları ajanların asabına dokunur. Hocayı öfkeyle tehdit ederler:

-Konuşmazsan suda boğulur ve ölürsün.

Ahmed Hoca hayretle sorar:

-Siz beni boğarak öldürebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Aga ben yirmi yıldır balık istifi otobüs ve dolmuşlarla yolculuk yapıyorum… Beni kolay kolay boğamazsınız!

Ajanlar bir yumrukla yere yıktıkları Ahmed Hocayı bırakırlar. Bütün hınçlarını Mehmet’ten çıkarmak için dayak atan ajanların yardımına giderler. Çünkü Mehmet Hoca hiç de dayak yiyor gibi değildir.

-Konuş ulan! Anlat bütün bildiklerini! -

Gebermek istemiyorsan öt bakalım…

-Beni döverek konuşturamazsınız ki…

-Nedenmiş o?

-Senin canın yanmaz mı?

-Artık yanmıyor Mr. Ajan… Eğitim hayatım boyunca itinayla dayak yedim ben… Çocuklar teneffüste döverdi. Ağlaya ağlaya öğretmenime şikayet edince “demek kavga ettiniiizz!” diye bir de bizi o döverdi… Sonra çocuklar ispiyoncu diye beni bir daha döverlerdi… Eve gidince anneme babama “Öğretmen derste beni dövdü” diye şikayet ederdim… “Kim bilir ne haylazlık ettin eşşek herif!” diye bir de anne babamdan dayak yerdim… Nur içinde yatsınlar, mekanları cennet olsun. Onların attıkları dayaklar hep askerliğe hazırlıkmış… Onların gayreti sayesinde askerde atılan dayaklardan hiç canım yanmadı… Aga siz beni değil Mehmed Hocamı dövün… O hıyar askerliği bedelli yaptı…

-Neee? Beni miii? Sen askerde yediğini dayak mı sandın? Allah’ıma bin şükür, iki yıl Kur’an kursunda hafızlığımı tamamlayıncaya kadar yediğim dayağı sen askerde yememişsindir!!!

Ajanlar depresyonun eşiğindedir. Bildikleri bütün işkence yöntemleri sonuçsuz kalmıştır. Uluslararası arenada nam salmış profesyonel bir casustan yardım isterler:

-Welcome Ajan Samuel! Bizimle işbirliği yapmanıza son derece sevindik…

-Türklerin şaşırtıcı başarısı bizleri de tedirgin etti aslında… İsrail olarak ortak düşmanımıza karşı sizinle birlikte her türlü stratejik işbirliğine varız. Uluslararası istihbarat kurumlarının pek çoğuyla çalışmış bir MOSSAD ajanı olarak Türkleri sizlerden daha iyi tanıyorum…

-Bütün acı verici sorgu tekniklerini kullandık… Biri diyor, “Çocukken kolum çıktı… Babam beni doktora değil kırıkçı/çıkıkçı teyzeye götürdü… Sen benim canımı nasıl yakabilirsin ki?”

-Öbürü diyor ki, “Beş yaşındayken mahallenin berberi sünnet etti beni… Bana hangi acıyı tattıracağını merak ettim?”

- Bunlar manyak!

-Türkleri acıyla yola getiremezsiniz! Sorguyla ilgili bütün dosyaları inceledim. Neler yaptığınızı biliyorum… Hani Edisson diyor ya, “Yaptığımız yüzlerce başarısız deneyle nelerden ampul yapılamayacağını öğrenmiş olduk.” Sizinki de o hesap… Türkleri konuşturamayacağınız yöntemlerin hepsini biliyorsunuz artık! Nerede şu öğretmen bozuntusu herifler? Beni onlarla baş başa bırakın… Nasıl konuşturulacağını benden öğreneceksiniz… Siz de anlaştığımız gibi, 20 milyon doları benim İsviçre’deki hesabıma yatırın. Yalnız iki kişi benimle beraber gelsin…

Ajan Samuel hocaların yanına gelir. Kendinden emin bir tavırla konuşmaya başlar…

-Beyler sizlere son derece makul bir teklifle geldim…

-Bize rüşvet mi teklif edeceksin pis kefere?

-Tabii ki hayır! Sizler dürüst ve namuslu insanlarsınız. Öğrenmek istediğimiz küçük bir bilgi karşılığında size yardım teklif edeceğiz…

-Ne yardımı?

-Sizden yardım isteyen mi var?

-A aaa… Haberiniz yok mu?

-Neyden?

-Ne oldu ki?

-Tabii ya… Üç gündür tutuklusunuz… Sizin eğitim sisteminde yapılan bazı ufak tefek değişikliklerden haberiniz yok haliyle!

-Ulan yine mi?

-Bu sefer neyi değiştirdiler?

-Bu defterleri tanıyorsunuzdur… diyen Ajan Samuel öğretmenlerin önüne büyük kırmızı defterler atıverir…

Ahmed hoca Ajan Samuel’e:

-Ulan neredeyse kendimi Bülent Ecevit gibi hissettirdin bana…

-Korkmadım ama ürperdim üstad.. Bunlar bizim sınıf defterleri değil mi?…

Ajan Samuel cevap verir:

-Yeeesss… But… Sizin sınıfın eski defteleriii…

-Nasıl yani… 2. dönem daha bitmedi ki…

-Dönem bitmedi ama sizinkiler, sınıf defteri doldurmayla ilgili yönetmeliği değiştirdiler…

-İyi de ne alaka?

-Sizler sınıf defterine sadece kazanım yazıyordunuz? Yeni değişiklikle birlikte hem ünite hem konu adını hem de ilgili kazanımı yazacaksınız…

-İyi de şu kadarcık yere hepsi birden sığmaz ki!

-Sizi çok iyi anlıyorum… Aldığınız maaşla geçinmeyi başaran sizler, bu zorluğun da mutlaka üstesinden gelirsiniz… Bu da resmi gazetede yayınlanan yönetmelik değişikliği… Bunlar yeni sınıf defterleriniz… Birinci dönemin ilk haftasından başlayarak yeniden doldurmaya başlayın bakalım… Gerçekten işiniz çoook zor booyyss… I am so sorry…

Hocalarımız gerçekten çok zor durumda kalmışlardır… Bu sıkıntıya senelerdir göğüs geren hocalar çok pis köşeye sıkışmışlardır…

-Siz bize yardımcı olursanız, bu iki arkadaş sizin yerinize sınıf defterlerinizi yazabilirler… Sizler de ilgili yerlere imzanızı atıverirsiniz…

-Haaayııırrrr…. Bu dayatmayı asla kabul etmiyoruz…

-Bu çok alçakça…

-Hah hah haaa..

Öğretmenler defterleri yazmaya çalışsalar da nafile… Tarifsiz bir sıkıntı ve ıstırap içinde kıvranırlar. O sırada öğretmenlerden biri yanlış yazar, daksil arar. Çaresizlik içinde oflarlar puflarlar… Kısa bir müddet sonra birbirlerine bakıp pes ederler…

-Tamaamm… Eğitim başarımızın sırrını sizlerle paylaşacağız…

-Sizlerin akıllı insanlar olduğunuzu biliyordum beyler... Thanks…

-Aslında bizim başarımızın sırrına çok yaklaşmıştınız Mr. Samuel…

-Şaşırdım doğrusu… Yaklaşıp da fark edemediğim sır neydi?

-Başarımızın sırrı, eğitim programlarımızdaki değişikliklerde gizlidir. O kadar sık program değişikliğine gideriz ki… Şöyle bir düşünsenize… Son 30 yılda Türk eğitim sistemindeki değişiklikler, dünyamızın iklim ve mevsim şartlarında olsaydı ne olurdu Ajan Samuel?

-Bu kadar değişikliğe hiçbir canlı uyum sağlayamaz, dünyada hayat sona ererdi.

-Yaaa! Bizler çocukluk yıllarımızdan başlayarak değişen eğitim sistemlerine uyum sağlayarak öyle bir fikir ve faaliyet zenginliğine ulaştık ki… Bu sayede her eğitim sisteminin eksik ve artılarını bizzat tecrübe etmiş olduk…

Ajanlar bunu hiç tahmin edememiş olmanın verdiği hayretle dona kalırlar… Ajan Samuel büyük bir iş başarmanın verdiği gururla sorgu odasından ayrılırken, bizim hocaları da serbest bırakırlar…

Ahmed hoca Mehmed’ e hayretle sorar…

-Üstad biraz önce sen ne saçmaladın öyle.

-Ne bileyim ben ya hu! Ellerinden kurtulmak için onlara bir cevap vermem gerekiyordu… Ne deseydim? Bizim paraleller PİSA sorularını da ele geçirmişler! Kusura bakmayın beyler mi deseydim?


Harun Kırkıl'ın Yazısı.