“Ameller niyetlerle oluşur” buyurur Allah elçisi. Öyleyse niyet etmeli güçlü mümin, güçlü ümmet olmaya. Hak ve hakikatin hakimiyeti, adâlet ve merhametin tesisi için…

“Güçlü mümin zayıf müminden hayırlıdır ve Allah da güçlü müminleri çok daha fazla sever” buyurur âhir zaman Nebisi Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-. Hakikatin -hakikat olması yönüyle- elbette tabii bir gücü ve kuvveti vardır; fakat hakikatin kendilerine emânet edildiği kimselerde yürek cesareti ve bilek kuvveti yoksa, emânet kutsal da olsa, hakikat de olsa yere düşecek demektir. Öyleyse hak ehli güçlü olmak durumundadır. Aksi halde hakikati layık olmadığı bir konuma düşürmeleri sebebiyle, bu büyük mazhariyetten mahrum bile kalabilir. Rabbimizin şu ikazları imanlı gönülleri derin bir muhasebeye sevk etmelidir:

“(Ey müminler!) Siz düşmanlarınıza karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihâd için) bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bununla Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınız (olanlar)ı ve bunlardan başka sizin bilemeyip de Allah’ın bildiği diğerlerini korkutasınız.” (Enfâl 8/60)

İman, aynı zamanda bir cesaret aşısıdır. Girdiği yüreğe güç verir ve Allah’tan başkasından korkmama şuuru aşılar. Tarih boyunca cihânı titreten liderler, yüreklerinde dağ gibi bir imanla davalarına inanan ve bu uğurda üzerine düşen maddi hazırlığı yaptıktan sonra, Allah’a tam bir güvenle yola çıkan yüreği pek, başı dik ve bileği güçlü olanlardır.

“Anadolu fâtihi Sultan Alparslan, sulh teklifinin düşman tarafından kabul görmemesinin ardından, yirmi yedi bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna telaşla girer ve:

“Sultanım! Üç yüz bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor” diye raporunu büyük bir endişeyle sunar.

Alparslan da, gerçek bir lidere, gerçek bir ideâl ve irâde insanına yaraşır bir şekilde gâyet sakin ve kendinden emin bir şekilde:

“Biz de onlara yaklaşıyoruz, evlat” cevabını verir...”

Cesâret, izzet ve şeref sahibi her mümin için lüzumlu ise de liderler, âlimler, ârifler ve kanaat önderleri için çok daha önemli bir vasıftır. Zira bu kimseler, aynı zamanda peşindekilere de cesaret aşılamak gibi bir mesuliyetin sahibidirler.

Döneminde büyük çilelere maruz kalan Ahmed İbn Hanbel Hazretlerine:

“Tehdit altındasınız, kalbinizle imanınızda sabit kalarak, yalnız dilinizle istediklerini söyleseniz olmaz mı?” dediklerinde, Büyük İmam:

“Hayır, olamaz. Âlimler hakkı söylemekten kaçarsa, câhiller ne yapar? Böyle olursa hakkı ayakta tutmak nasıl mümkün olabilir” cevabını verir.”

Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi anlatıyor:

“Dedem Veyis Efendinin korkup çekinmeyle filân alâkası yoktu. Bir keresinde talebe okuttuğu için, aynı sebeple karakola çağırıldığında, sırasını beklerken, yanındaki masada oturan komisere sormuş:

“Oğlum, sen Kur’ân-ı Kerîm okumayı, namaz sûrelerini bilir misin?”

“Nerede hocam, öğrenemedim.”

“Öyleyse şu fırsatı değerlendirelim, gel sana Fatiha’yı öğretivereyim de yâdigârım olsun...”

“Pakistan’ın büyük düşünce ve aksiyon önderlerinden Mevdûdi, hükümet tarafından cezalandırılmıştı. Onun bu cezasına karşı dünyada çok sayıda tepki doğmasına rağmen kendisi, askeri mahkemenin kararından zerre kadar telaşlanmamış ve korkmamıştı. Arkadaşları, cezasının affedilmesi için başvurmaları gerekip gerekmediğini sorduklarında, idam mahkûmlarının hücresinden kendilerine şöyle seslendi:

“Hayır, kesinlikle! Şahsım, ailemin herhangi bir ferdi veya cemaatim tarafımdan af başvurusunun yapılmasını istemiyorum.” Ve oğlunu şöyle teselli etti:

“Evladım, hiç canını sıkma. Eğer Rabbim beni yanına çağırmaya karar vermişse, bu naçiz kul O’na seve seve koşacaktır. Ve eğer O’nun böyle bir kararı yoksa bu adamlar beni asla asamazlar. Eğer bir toplumda önderler, zâlim yöneticilere boyun eğer ve af dilemeye başlarsa, memlekette adalet ve insaf diye bir şey kalmaz.”

Sonuçta sevenlerinin sert tepki ve protestoları her tarafta yayılmaya başladı. Bu protestolar, hükümet aleyhtarı gösterileri kamçıladı ve ülkeyi ayaklandırdı. Pakistan tarihinde görülmemiş gösteriler yapıldı. Gösteriler hükümeti sarsmaya başladı. Nihayet bu ceza, bir sivil mahkeme tarafından on dört yıl hapis cezasına çevrildi ve hüküm 1953 yılı sonunda Yargıtay tarafından iptal edildi.”

Korkaklık, Allah’a sığınılması gereken bir kalp hastalığıdır. İman zaafiyetinden kaynaklanır. Yarın endişesi, menfaat ve konfor düşkünlüğü, dünya hayatına gereğinden fazla ehemmiyet verme gibi düşüncelerle beslenir. Böylesi kimselerden oluşan topluluklar, hak ve hakikati hâkim kılmak gibi bir şerefi taşıyamayacakları gibi temsil dahi edemezler.

İnsanın özgül ağırlığını oluşturan en önemli hususlardan biri, hiç şüphesiz yüreğindeki değerlerine sadakati ve bunlar uğruna katlanabileceği fedakârlık boyutudur. Büyük davalar böylesi erlerin omuzlarında taşınır ve yükselir. Öyleyse İslâm ümmeti olarak yapılması gereken -geçici de olsa- mağlûbiyetimize, mazlûmiyetimize ve mahzûniyetimize ağlayıp sızlamak, kızıp-bağırmak yerine; fert, cemaat, millet ve devlet olarak yeniden güçlü olma yolunda gayrete soyunmaktır.

Âcizlik, Müslümana yakışan bir sıfat değildir. Bilgi ve beceri yönünden donanımlı hâle gelmek ve çağın gereğini kuşanmak, ayakta kalmanın, daha ötede sürü değil sürükleyici olmanın tabii bir zaruretidir. Ekonomik yönden alan değil veren el olmayı da öncelemek gerekiyor. Zira hakkın hâkimiyeti, veren el olmayı zaruri kılar. Fert olsun, devlet olsun, kendi öz imkânlarını seferber etmeden, birilerinin ihsanına kendilerini mecbur hissederlerse, onlara köle olmanın kapısını da kendi elleriyle açmış olurlar. Allah’tan başkasına kulluk ve kölelik ise zilletin ta kendisidir.

Organize olamamış kalabalıklar, iyi teşkilatlanmış nice azınlıkların piyonu durumuna düşerler. Büyük işler, elbette tek başına çözülemez; birbiriyle kenetlenmiş ekipler ister, millet ister. Bu ise fikirleri, duyguları ve hedefleri bütünleşmiş bir topluluk olmak demektir. Millet olmak, ümmet olmak laf işi değil, işte böyle bir kıvam işidir. Böylesi bir kıvam ise her seviyede nitelikli bir eğitim ve liderlik ister.

“Ameller niyetlerle oluşur” buyurur Allah elçisi. Öyleyse niyet etmeli güçlü mümin, güçlü ümmet olmaya. Hak ve hakikatin hakimiyeti, adâlet ve merhametin tesisi için…


Adem Ergül 'ın Yazısı.