Eski Konak ve Masala Çayı
Ahmet Şah bir köpekle tavşanın korkusuzca oyun oynadığı topraklara kurdu şehrini. Gujarat Sultanı’nın gözbebeği oldu Ahmedabad. Saraylar, su kuyuları, anıt mezarlar ve geniş pazar meydanları kuruldu. Duvarlara açılan on iki kapıdan geçti ziyaretçiler ve yüz altmış iki yıl başkent olan bu şehirden kırbaları hatıralarla, küfeleri hikayelerle dolu ayrıldılar.
Uçakta Norveçli bir kadınla tanıştım. Her yıl bu şehre gelip Siddi Sayid Camii’nin karşısındaki eski konakta kaldığını söyledi. Karanlıkta okunan çağrının huzuru işlemişti içine ve her sabah namaza gidip ibadet edenleri seyrettiğini anlattı. Olması gerektiği zamanda olması gereken yerde öylece ayakta durmuş secdeye gidenleri seyrediyordu. Karıncalar yürümeyi bırakmış, kuşlar gagalarını sudan çekmişti. Himmet kadına dokunmuş ama sarıp sarmalamamıştı. Bavullarım arabanın bagajında otele yerleşmeden kadının anlattığı tamamlanamayan camiye gittim. Ne minaresi ne de içeriyi gizleyen duvarları vardı. Herkes gibi bahçede çıkardım ayakkabılarımı. Dantel gibi taşa oyulan zarif hayat ağacının altında bir nikah kıyılıyordu. Kapısız mescide girdiğimde kadınların namaz vakti camiye alınmadığı Hindistan’da kimse önümü kesmedi. Konakta, palmiyelerin gölgesinde baharatlı masala çayımı içip döndüm otele. Kaldığım yer uzak olduğundan sabah namazına Siddi Sayid Camii’ne gidemedim, Norveçli kadınsa hiç secde etmedi.
Gizemli Yeraltı Sarayları
Geçmişin gölgeleri sıkışıp kalmış kararan oymaların arasında. Sert taşa dokunmasam tahtaya işlenmiş dantel zannedeceğim sütunları. Beş kat aşağı toprağın altına iniyorum. Saraya benzeyen Dada Harir Vav bir zamanlar kadınların toprak taslarla su almak için inip saatlerce kocalarını, huysuz kaynanalarını ve komşunun yakışıklı ama işe yaramaz oğlunu konuştuğu, yolcuların serinlemek için güneşin ulaşamadığı platformlarda dinlendikleri basamaklı bir kuyu. Caminin yanındaki kümbette ise Sultan’ın Hintli dadısı yatıyor. Namazdan çıkanların okuyup üflediği Fatihalar, dileklerini düğüm düğüm bağladıkları çaputlar Hintli kadının kabrine düşüyor. Cami tozlu, unutulmuş ve derbeder. Gujarat bölgesinde bu kuyuları gezip fotoğraf çektirmek bir gelenek. Hintliler kameraya gülümsemeyi turistlerle fotoğraf çektirmeyi çok seviyorlar.
Şehri Aydınlatan İlk Işıklar
Sabah sessizliğin, kokuların, yokluğun, geçmişin arayışı içinde geziyorum eski şehri. Bir adam kapısının önüne çıkmış gözleri kapalı, dudaklarında bir mırıltı, güneşe tapıyor. Çöpçüler yalın ayak süpürüyor sokakları, gece bekçiliği yapan sokak köpekleri kutsal ineklerin arasında dolanıyor. Kadınlar evlerinin önündeki yalakta çamaşır yıkarken ipe asılı solmuş gömleklere sürünerek geçiyor iki inek. Birkaç sincap hızlı hızlı tırmanıyor duvara ve papağanlar evlerin köşesindeki küçük süslü yuvalardan kaçıyorlar gökyüzüne. Yüksek duvarlar, gizli geçitler ve kilitlenen kapılarla birbirinden ayrılan mahalleler bugün iç içe. Swaminarayan tapınağında tesbih çekerek tanrıların etrafında dönüyor ibadet edenler ve ben Kabe’de ne için yakarıyorsam onu istiyor anneler, çocuklar, hasta dedeler. Sarili kambur bir kadın eşiğe kırmızı toz boyayla isteklerini mırıldanıp svastika çizerken genç ve güzel bir kız bu dileğin üstünden eteklerini toplayıp atlayarak giriyor tanrıların huzuruna ve çınlayan halhalların sesini sadece Diwali Festivali’ni yeni kutlamış Vishnu duyuyor.
Aş evlerinin ve pek çok tapınağın yanından geçip Cuma Camisi’nin avlusuna giriyorum. Havuzun etrafında çocuklar, revakların gölgelediği duvarlara devasa hat yazıları. Ağaçlar kesilip evler yükselirken kuşlar Ahmedabad’ı terk etmesin diye mahalle girişlerine, pazarın en nadide köşesine yapılan kuş evleri şehrin sembolü ve ben Gandi Aşram’a gitmek için arabama binerken tahta köşklerinde yine şarkı söylüyor kuşlar.
Sert, Aba Gibi Bir Kumaşa Sarınmış Hüzünlü Adam
“Aşram,” İtikafa girilen yer; Gandi özgürlük hareketini başlattığı evine “Sabarmati Aşram,” diyor ve tahta el tezgahlarında kendi kumaşını dokutup iş imkânı ve yerli kumaş sağlayarak East İndia Şirketi’ne karşı başlattığı savaşı Sabarmati nehri kıyısında hâlâ kum zemine oturan bu küçük evde kazanıyor.
Hindistan’ın en nadide kumaşları Calico Müzesinde saklı siyah ahşap bir kapıdan girip kağıtlar imzalıyorum. Asker sırası diziliyoruz. Gruptan ayrılmak, tuvalete gitmek, birbiriyle konuşmak yasak sadece soru sormak serbest. Lisedeki eli sopalı öğretmenlerime benziyor müze rehberi. Bakışıyla bizi yönettiği gibi bir kaş işaretiyle de çalışanları yönlendiriyor. Cahil cesaretiyle sorulan soruları homurdanarak cevaplarken sadece bilge gezginlerin sözleri ışıldatıyor gözlerini. Çikletimi yutup el pençe divan duruyorum önünde. Muhteşem bir malikane ve bahçesine kurulan bu müzeden yine imza atarak çıkıyorum.
Neden Bilmem Ben de Kuşları Kovaladım
Ahmedabad Hinduizm, İslamiyet, Caynizm ve Budizm’in bir harmonisi olarak çıkıyor karşıma. Sarkhej Roza’da Sufi şeyhlerin sarayı andıran türbeleri, yüzyıllık basamaklar, sahibi kayıp kümbet, taşsız mezarlıklar Hintli ailelerin ziyaret edip piknik yaptığı bir bahçe. Çocuklar ellerinde şeker, top, balonla, mermer çardağın kubbesinde otlar biten türbenin, gölete bakan terasın etrafında dört dönerken anne babalar buldukları boş yere oturmuş muhabbet edip baharatlı çaylarını yudumluyor. Yaşlı adam caminin kapısını kilitlerken içeri girmek için yalvarıyorum. Hintliler gibi boyun kıvırmayı da öğrendim ama faydası yok. Sonunda adamın avucuna birkaç rupi sıkıştırıyorum ve kapı açılıp arkamdan kapanıyor. Avludan eski sarayın yıkık duvarlarını, pembe nilüferleri ve sıcak taşlarda gezen güvercinleri seyrediyorum. İçimden yaramaz bir çocuk çıkıp kuşları kovalıyor. Onlar boş avluda uçtukça ben koşuyorum. Biraz önce fotoğrafını çektiğim bütün çocuklar beni izliyor.
Hande Berra'ın Yazısı.