Hasret Ali Genç

Temelsiz, esasta birbiriyle ilintisiz, her an değişen düşüncelere gark olmuş, ayazda ayakta dikilmektedir. Yüreği titrek, bakışları donuk öylece yolun ufuk noktasını gözlemektedir. Korku tüm hücrelerine dolmuştur. Kokusunu almaktadır. Bekleyişi devam ettikçe sinir katsayısı büyümekte, daha hızlı ve daha gür solumakta, sabırsızlanmaktadır.

Gerçi otobüs gelse de bekleyişi son bulmayacaktır ki. Küçük ve samimi kasabasından büyük ve hasis şehre doğru sınır tanımaz bir yol uzayıp gitmektedir. Küçük ve samimi kasabanın doktorları tedavi için hastanelerinin yetersiz olduğunu söylemişler, kendisini büyük ve hasis şehrin tam teşekküllü, muntazam işleyen hastanesinin ünlü profesörlerine emanet etmesini salık vermişlerdir. “Tek çözüm yolu budur, geç kalma!” demeyi de elbette ihmal etmemişlerdir.

En arka sıradaki koltuğa oturduğunda aynı şekilde endişe ve kararsızlığın da doğrudan kucağına oturduğunu idrak edebilmiştir. Piton gibi sıkacaklarını, nefes aldırmamacasına abanacaklarını tahmin etmektedir. Ve de yol uzun, çok uzundur.

Bunca zaman yaşamış sonuç olarak hayatı gelip bulunduğu şu güne dayanmıştır işte. Ya benimsediği ama hiç umursamadığıyla planladığından çok önce karşılaşacak, ya da çektiği acının geçici ve önemsiz olduğu, tedaviye güvenip biraz sabretmesi gerektiği sonucunu alarak korkusunu öteleyecek, hayaller kurmaya devam edecektir. Hayal kurmak tabii ya, umudun ve yaşıyor olmanın hiçbir şüpheye mahal vermez kanıtı başka ne olabilir?

Uyuyamamıştır, hatta gözünü bile kırpmamıştır. Aksine zihninde bir düşünce izdihamı zuhur etmiştir. Anılar, fikirler, seneler evvelinde kalan zatlar, üzüntülü zamanlar, çeşit çeşit gülünçlükler, ilk heyecanlar, acılar, hafızasının çalkantılı bölgelerinden fırlayıp gelen muğlak kesitler… Nizamsız bir biçimde üşüşmekte, akbabalar misali beyninden parça koparmak, çiğ çiğ yemek iddiasındadırlar. Ayırt edilemez, algılanamaz bir kaynaşma, bir muharebe vaziyeti sürüp gitmektedir bilinçaltında.

Saatler sonra büyük ve hasis şehrin çok övülen sağlık merkezine ulaştığında bir anlığına gözleri kararmış, durup dinlenmek arzusu peyda olmuştur. Çünkü birkaç adım sonra içeri girecek, rahatsızlığını anlatacaktır. Ömür dürbününün buğulu camları silinip temizlenecek böylece uzunca bir görüş açısına yeniden mi kavuşacak yoksa dürbün elinden kayıp mı düşecektir? Bir gülümseme, bir teselli, bir “Canını sıkma, dikkate değer bir sorun yok” telkini yerine bir başı öne eğiş, bir sırt sıvazlama, bir dudakları içe büküp gözleri kapatma hareketi görecek diye ödü kopmaktadır. Bu kendisi için her şeyin sonu demektir.

Uzviyeti cesaretsizlikten kırılmaktadır. Ancak elden bir çare de gelmemektedir. Toparlanıp kalkmak, vadinin ayrım noktasına doğru yürümek mecburiyetindedir.

Gördükleri ürperticidir: Saçları kazınmış, eriyip tükenmiş, en fazla bir kuşun ağırlığı kadar yatak üzerinde etkisi olan; elleri, kolları, göğüsleri, gövdelerinin her noktasından hortumlar, aletler fışkıran, kabloların, torbaların arasında kaybolmuş; ilaçların etkisiyle ferdiyet özelliğini kaybetmiş, şuurdan uzak kendini öylesine bir varlık farz eden, baygın gözlerinde hiçbir ifade ve mana kalmamış; yanık şikâyetiyle gelmiş, vücutlarının muhtelif yerleri kömüre dönmüş, feryat figan kulakları sağır eden; en komik sebeplerle kırılmış kemiklerine hiçbir eli dokundurtmayan, hiçbir cismi yaklaştırmayan çocuk, adam, yaşlı, sıfatları her kategori içinde değişen insanlar…

Etraflarında ağlamaklı gözlerle olup biteni seyretmekten, çaresizce yetkilisine koşturmaktan, önüne gelene hastasının hâl ve akıbetini sormaktan başka diğer tüm eylemler için gereken kabiliyetlerini yitirmiş hasta yakınları, anne-babalar, orta yaşın üzerindeki çocuklar…

Yürekleri dağlayan tüm bu hengâme arasında, bu manzaralara alışık ve gün gün aynı şeylere şahit olmaktan bıkmış dolayısıyla dışarıdan bakıldığında vicdansız, acımasız görünen; çığlıklara, bayıltıcı yaralara, yıkıcı ölümlere tepki vermeye bile tenezzül göstermeyen hekimler, hemşireler, hasta bakıcılar…

Kendisini ilgilendiren tek kapıdan içeri girdiğinde derin bir rahatlama hissi duymuştur. Zira insan ruhu ve hassasiyetine ağır gelen ne varsa ardında bırakmak takatini gösterebilmiştir. Fakat asıl mesele ile şimdi kendisi karşı karşıyadır.

İçeride çok tutmamışlar gereken işlemleri hızlıca tatbik edip tahlil sonuçları gelene kadar kendisini serbest bırakmışlardır. Renksiz, iç bunaltıcı, gönül darlayıcı koridorlarda amaçsızca dolaşmaya memur etmişlerdir. Zamanın geçmesini ve zamanının gelmesini beklerken yeni bir oyun geliştirmiştir: Her köşede poliklinikleri, laboratuvarları, test ünitelerini, lavaboları, kafeteryaları, mescitleri işaret eden tabelaları rastgele kullanarak, labirenti andıran koca bina içinde oradan oraya savrulmuş, ortaya çıkacak tesadüflerin talihine güvenmiştir.

Nihayetinde dermansız kalıp bir iskemleye ilişmiştir. Loş ışık ve aklını meşgul eden onca düşünce yüzünden yanına oturan pos bıyıklı, eski model kasketli, uzun paltolu, kadife yelekli ve tebessüm eder ağızlı dedeyi neden sonra fark ettiğinde hayretler içerisindedir. Göz göze gelmeleri aralarında bir diyalogun gerçekleşmesini kaçınılmaz kılmıştır:

Derdin nedir yavrum?

İsmi oldukça zor söylenen bir hastalığa yakalandım galiba dedeciğim. Asfalt üzerinde bir tümsek de olabilir varılacak son durak da çıkabilir. Öğreneceğiz bakalım. Bir sıkıntın yok gibi duruyorsun şöyle bakınca. Ya senin neyin var?

Allah işini kolay kılsın. Her şey insan için. Tevekkül et. Ben iyiyim. İyiyim çok şükür de, senden genç bir torunum var. Ayağa kalksın diye beklerim. Günlerdir buradayız. Feci bir kaza geçirdi. Ama dünden beri çok ümitliyim. İyileştiği haberini verdiler. Biraz gözü açılır gibi olmuştu zaten ben de farkındaydım. Ne yalan söyleyeyim, umudu kesmiştim. Her şey yeniden yeşerdi gözümde.

Dedenin kır saçlarını süzmektedir. Yaşlanmaya direndiği amma delikanlının kaza geçirmesiyle perişan olup kendini salıverdiği halinden bellidir. Her zerresi incelmiş, boynunun, kollarının altından derileri sarkmıştır. Bu adamın şimdi tekrar canlanan, pır pır eden kalbine nazar etmek, sevinçlerine ortak olmaktan lezzet almıştır.

Demek öyle. Ne güzel, ne rahatlatıcı…  En azından buradan o malum odaya kadar olan mesafeyi kat etmem için ihtiyaç duyduğum enerjiyi devşirebilecek bir hikâye edindim sayende. Sonrası Allah kerim…

Odaya girip çıkması yine hızlı olmuştur. Açık bir izahı geçin, adamakıllı bir kelime dahi etmemişlerdir. Kargacık burgacık bir el yazısıyla karalanmış bir kâğıdı eline tutuşturup “Kederini biz de paylaşıyoruz, biz de hüzünlüyüz senin kadar” tavrı takınmışlardır. Kâğıtta yazan cümleler bünyesinde olanca kuvveti ve tesiriyle yankılanırken dönüş yolunu tutmuştur.

Çok geçmeden bir gece, çamlığın kenarındaki yolda ağır ağır yürür ve mâzi muhasebesi yaparken neresine saplandığı belli olmayan, yaşamaktan yıldırıcı bir ağrı ile birlikte yere kapaklanmıştır. Artık kurabilecek bir hayali kalmadığını anlamıştır.

Küçük ve samimi kasabanın insanları sabah güneş doğduktan sonra cansız bedeni görünce hemen alıp meydana getirmişlerdir. Çevresinde halkalanmışlar, başlarını öne eğmişler, üzüntüyle birbirlerinin sırtlarını sıvazlamışlardır.


GENÇ'ın Yazısı.