Haydi tezgâhlarımızın başına. Haydi, ellerimizdeki örnekleri çoğaltma yarışına. Haydi, ipleri iplere sabırla ekleyip, gönüller açacak eserler dokumaya. Tezgâh kelimesinin dilimizde çağrıştırdığı bütün kötü ve olumsuz anlamları yer ile yeksân ederek… 

Eski usul ahşap tezgâhlarda halı ve kilimlerin nasıl dokunduğunu muhtemelen görmüşsünüzdür. Gözleri okşayan ve gönüllere sürur veren o rengârenk desenler, birbirinden güzel şekiller ve modeller, uzun emeklerin ve sabırla tezgâh başında geçirilmiş haftaların, ayların neticesidir. Belki çoğuna şöyle bir bakıp geçeriz, ama her bir ilmekte ustaların göz nuru, el emeği, alın teri, ısrarı ve sebatı vardır. Her bir halı ve kilim, bu yönüyle başlı başına bir süreç, bir hikâye, bir serüvendir.

Halı ve kilim ustaları, eserlerini meydana getirmek için tezgâhın başına oturduklarında, önlerinde yürünecek uzun bir yol ve ellerinin altında aynısı tekrarlanacak bir örnek vardır. Usta, günler ve haftalar boyunca tezgâhın başında oturur, parmaklarının ucuyla ipliği teker teker tezgâhtaki ana iplerin arasından geçirir. Bunu yaparken hem ilmek atlamamak hem de örnek aldığı modelden şaşmamak durumundadır. Hele de model çok renkliyse, birkaç ayrı yumağı kullanırken, ipleri sırayı şaşırmadan dizmelidir.

Tezgâhın başında her gün sabırla oturmak ve sanki aynıymış gibi görünen bir işi robot gibi sürekli tekrarlamak gerçekten zordur. Ancak işin sırrı ve o göz alıcı eserleri ortaya çıkarmanın püf noktası budur. Usta eğer sabırsız davranır, iş bir an önce bitsin diye ipleri dizerken özenli davranmaz ve örnek alması gereken modele sadık kalmazsa, o zaman ortaya sanat eseri değil, kevgir gibi kocaman aralıkları olan, baştan savma, gevşek bir çul çıkar ki, onun hiçbir kıymeti de bulunmaz.

Bütün sanatkârlarda olduğu gibi, halı ve kilim ustaları da, eserleriyle konuşurlar. Ustaları, toplumun çoğu tanımaz bile. Onlar da zaten göz önünde olma derdinde değillerdir. İşleri başlarından aşkındır çünkü. Daha dokunacak onlarca halı ve kilim, bitirilecek sayısız eser ve tamamlanacak nice işler vardır. Ustaların çoğu, maddî kazanç derdine de düşmez. Onlar için, kariyerlerinin ve mesleklerinin odak noktası, işlerini kaliteli biçimde yapmaktır. Şöhret dertleri de yoktur. Tanınmak, bilinmek, parmakla gösterilmek gibi şeylerden geçmişler, hayatlarını uğruna vakfettikleri yürüyüşe adanmışlardır.

Tarih boyunca birçok usta, karın tokluğuna çalışmış ve üretmiş, eserleri kendisinin fani dünyayı terk etmesinden sonra kıymetlenip kapışılmıştır. Nice ustalar vardır ki, ölümlerinden sonra varislerini ve geride kalanları zengin eden o eserleri ürettikten sonra, fakr-u zaruret içinde, bir köşede sessiz-sedasız can vermişlerdir.

• • •

Ömrümüz, işte bu tezgâh gibidir. Hepimiz, ellerinin altındaki örnekleri yeniden üreterek, birbirinden güzel ve özenli desenler oluşturması beklenen ustalarız, usta adaylarıyız. Sabırla, sebatla, inat ve ısrarla tezgâhın başından kalkmamak, ilmekleri atlamadan ipleri teker teker geçirmek, iş bitsin diye acelecilik göstermemek ve başına oturduğumuz tezgâhın hakkını vermek durumundayız. Aksi halde geride kevgir gibi kocaman aralıkları olan, baştan savma, gevşek çullara benzeyen, hiçbir kıymeti bulunmayan, modelsiz ve şekilsiz hayatlar kalıyor ki, yaratılış gayemize bundan daha büyük bir ihanet de olamaz.

Sağlam, kalıcı, faydalı ve önemli eserler üretmenin sırrı sabır ve sebatsa, ikinci şartı da dünyanın geçici keyiflerini birinci ve biricik hedef yapmamaktır. Maişet ve helal rızık temini elbette çok önemli olmakla birlikte, hayat yürüyüşünde üretimi ve kalıcı iş yapma hedefini maddiyatın gerisine atmak, bir süre sonra ideallerden vazgeçmeyi ve dünya hazzının peşine düşmeyi beraberinde getirecektir.

Dünyada kapladığımız yerin hakkını verebilmenin, belki bir üçüncü şartından daha söz edilebilir. O da, çabalarımızın sonuca ulaştığını görmek, moda tabirle “yeni bir çığır açmak”, yaptıklarımızın neticelerine yaşarken peşinen kavuşmak saplantısından kendimizi korumak, olarak özetlenebilir. Bugün insanları mutsuz eden, kalplerini yoran, herkesi sabırsız ve hikmetsiz birer kavga makinesine dönüştüren, işte bu saplantıdır.

Tarih, bizim havai dileklerimize ve gönlümüzden geçen isteklere göre akmaz. Rabbimiz, ‘sünnetullah’ olarak biz kullarına tarif ettiği o şaşmaz yasaları işletirken, kulların keyfini ve konforunu gözetmez. Aksine, kullar o yasaları keşfetmek, kendilerini ona göre donatmak ve düzenlemek, bir işe girişirken o yasalar çerçevesinde planlar yapmak, hayatlarının her anını “Rabbim buna razı mı?” sorusuyla geçirmek, üstlerine düşenleri yerine getirdikten sonra sonuçlara tam bir teslimiyetle boyun eğmek ve tüm bunları da sadece hesabı alınlarının akıyla verebilme derdiyle yapmak zorundadır.

• • •

Tarihte, sadece kendi tezgâhının başında sabırla ipleri iplere ekleyerek yaşamış, sonrasında onların minik çabalarını Allah’ın bereketlendirip bize kadar ulaştırdığı, kendi dönemlerinde adları-sanları bilinmezken şimdi milyonların tanıdığı sayısız güzel örneğimiz var, hamd olsun. Bu bile, halılarımızı ve kilimlerimizi sabırla dokurken, tezgâhı terk etmemek noktasında şevk ve ilham vermeli. İslâm medeniyeti çarşılarında arz-ı endâm eden birbirinden parlak eserler, biz yenilerini üretelim ve geleneğimizle geleceğimizi inşa edebilelim diye varlar.

Hayat zor, doğru. İnsanın hevâ-hevesi, onu yoldan çıkarmaya meyyal, doğru. İnsan sabırsız, aceleci, günaha iştahlı, doğru. Ama, karar verip uygulamaya başladığımızda, yanımızda melekleri buluverdiğimiz de doğru. Kullarının pek azı hidayet peşindeyken, hidayet peşinde olanların da çok azı kalıcı ve sağlam işler yapma derdindeyken, Rabbimizin özel talepleri özel ihsanlarla karşılayacağı da doğru. Hele hele gençlerin ibadetlerinin, gayretlerinin, yola düşmelerinin ve yolculuklarının Rahman’ın katında apayrı bir kıymetinin olduğu da doğru.

O zaman, haydi tezgâhlarımızın başına. Haydi, ellerimizdeki örnekleri çoğaltma yarışına. Haydi, ipleri iplere sabırla ekleyip, gönüller açacak eserler dokumaya. Tezgâh kelimesinin dilimizde çağrıştırdığı bütün kötü ve olumsuz anlamları yer ile yeksân ederek…


Taha Kılınç'ın Yazısı.