İslam dünyasından olumlu haber okuyamaz olduk; savaşlar, sorunlar, krizler bir türlü nefes almamıza imkan vermiyor. Ortadoğu diye tanımlanan bölge yeniden tanımlanma ve planlanma sürecinde kuşkusuz. Gazeteciler ise bu sürecin önemli aktörlerinden; zira Mehmet Akif Ersoy gibi bölgeye hakim, derin çalışmalar yapan isimler vesilesiyle öğreniyoruz bizler de neler olup bittiğini. Ersoy’la hem Suriye’deki durumu hem de medyada yer alan haberleri, nasıl etkilendiğimizi konuştuk.

Suriye’deki operasyonlarımız sürüyor. Süreci nasıl görüyorsunuz?

Suriye meselesi 2011 yılının Mart ayından bu yana gündemimizde. Rejim kendisini ayakta tutabilmek adına çok sert müdahaleler etti ama bunların hepsi bence beklenen durumlardı. Biraz Arap baharı dedikleri o hikâyeyle birlikte başladı her şey. Arap baharı sürecinde her ne kadar Arap halkları, İslam ülkeleri bunun bir uyanış olduğunu ve bu coğrafyaya yeni bir şey katacağını düşünseler de, sonuç itibariyle Libya’dan Yemen’e, Suriye’den Bahreyn’e, Mısır’dan Tunus’a işin neye evrildiğini hangi noktaya geldiğini maalesef bugün görüyoruz. Bu coğrafyanın kendi kaderine terkedilemeyecek kadar kıymetli dengelere sahip olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla bu müdahalelerle birlikte yeri geldiğinde darbeyle yeri geldiğinde bir iç savaşla ya da tarafları birbirine kırdırarak bu coğrafyayı kaos ortamına sürüklediler. Sonra da bunun üzerinden bir takım maslahatlar devşiren egemen güçlerin tatbikat alanına dönüştü coğrafyamız. Suriye‘de bugün geldiğimiz noktada İslam devleti kuracağız diye ortaya çıkan, arkasından radikal grupların devreye girmesiyle bütün dünyanın tepkisini çeken akabinde El-Kaide’ye rahmet okutacak DAEŞ senaryolarının önümüze sunulduğu bir dönemi yaşadık. Ve böylece Sünni İslam algısının terörle özdeşleştirilip darmadağın edildiği ve DAEŞ ismi üzerinden islamofobinin Batı’da hortlatıldığı, bütün Müslümanların ve İslam’ın isminin terörle yan yana zikredildiği bir uluslararası medya algı operasyonuna doğru gitti süreç.

ABD’nin Asıl Maksadı DAEŞ Değil

Şimdi Afrin meselesi gündemde...

Geldiğimiz noktada Türkiye’yi tehdit eden, hem Afrin’de, hem Menbiç’de öncelikli hedefler var. Ama Kuzey hattında Amerika’nın 30 bin kişilik ordu kuruyoruz vs. demesiyle birlikte asıl maksadının DAEŞ olmadığını bir kez daha görüyoruz. Bölge ülkelerinin bölgede Arap isyanlarına ve Suriye meselesine politik bakış açılarında önceliklerinin değiştiğini söyleyebiliriz. Türkiye halen Esad rejiminin eli kanlı katil ve diktatör bir rejim olduğunu ve mutlaka değişmesi gerektiğini düşünüyor. Bu konuda da Suriye’de yaşanan iç savaşın getirdiği süreçlerin bir ispat olduğu söylenebilir. Ama burada önceliklerimiz biraz daha farklı. Bu önceliklerimiz çerçevesinde de Türkiye’nin güvenliği noktasında, zannediyorum önemli birtakım adımlar atılacak.

Medya Algıları Yönetme Mecrasıdır

Dünyanın ve bilhassa bölgemizin sıcak gündemi düşünüldüğünde, öne çıkan herhangi bir konu hemen bir diğerini gündemden düşürebiliyor. Mesela Kudüs gibi önemli konuları gündemimizde nasıl tutabiliriz? Bu konuda nasıl okumalar yapmalıyız ve nasıl bir politikamız olmalı?

Televizyon, dergiler, gazeteler, uluslararası haber ajansları yani hepsini kapsayacak şekilde medya, algıları yönetme mecrasıdır. Televizyonlar hiç tanımadığınız adamları size sevdirebilir, düşman edebilir. Türkiye için söyleyeyim; eskiden Türkiye’nin gündeminde dış haberler çok yer etmezdi. Hatta ana haber bültenlerinde dış haberlere bir tane yer bulunursa iyiydi. Hatta biz İngilizce metinlerden çeviri yapıp, Türkçe haberleri yayınlardık. Dolayısıyla onların diliyle bu bölgeyi anlamaya çalışıyorduk. Artık TRT’nin, Anadolu Ajansı’nın birçok ülkede temsilcilikleri var. Gençler hakikaten yetişiyorlar. Türkiye kendi gündemlerini belirliyor. Türkiye kendi bakış açısıyla, kendi muhabirleriyle bölgeden haber toplamaya çalışıyor. Dolayısıyla bu önemli bir mesafe kat ettiğimiz anlamına gelir. Elbette yeterli değil. Daha fazla yetişmiş arkadaşa ihtiyaç var. Ama bunlar konusunda bir vizyon ortaya kondu. Önümüzdeki yıllarda bu daha güçlü bir şekilde devam edecek. O yüzden, biz de başkalarının anlattığı hikâyeleri kendi toplumumuza anlatmayacağız. Artık kendi hikâyelerimizi yazmaya başladık.

Dünyada bir anda dengeler değişiyor. Burada önemli olan bizim Kudüs bilincimizin, okumalarımızda, seyahatlerimizde, gönlümüzde olup olmadığıdır. Ve zamanı geldiğinde, hangi işi yapıyorsak yapalım, hukukçuyuz, gazeteciyiz, doktoruz, mühendisiz, diplomatız, o işi yaparken yeri ve zamanı geldiğinde bu konuda adil bir hüküm vermeye, ya da adaletli bir şekilde doğru yerde durmaya gayret gösteriyor muyuz? Buna özellikle dikkat etmemiz lazım. Mesele sadece İsrail mallarını boykot etmekle -ki bunlar önemlidir- kalmamalıdır.

Uzun süredir dış haberlerdesiniz ve birçok zulmü de görmüş oluyorsunuz. Gördüğünüz fotoğraflar ve manzaralar sizi vicdanen nasıl etkiliyor? Bu işi yapmak istemiyorum artık dediğiniz oluyor mu?

Yanlış olduğunu belirterek söylemek istiyorum; pesimistleşiyorsunuz. Bazı hususlarda umudunuzu kaybediyorsunuz. Her şeyden önce bir Müslüman olarak kesinlikle umudunuzu kaybetmemek gibi bir misyonunuz var normalde. Bunları gördüğünüz zaman her şey daha mı kötüye gidiyor sorusu aklınıza geliyor. Alışmaktan korkuyorsunuz. Suriye’deki ölümler o kadar istatistikselleşti ki insan hikâyelerinden uzaklaşıyoruz, böylelikle krizler hayatımızın bir parçası haline geliyor. Savaş muhabirliği yaptığımız dönemde karşılaştığımız manzaralar, o insanların umutsuzluğu ve onların beklentilerinin karşılık bulmaması, ya da onların size aksettirdiği o mazlumiyet, sizi psikolojik olarak yoruyor. Döndüğünüzde insanlara bunu anlatmak konusunda da bazen umutsuz cümleler kurabiliyorsunuz.

İslam Dünyasının En Büyük Sorunu Birlik ve Beraberlik

Olumsuz haberleri görmek olumsuz bir ruh haline sürüklüyor mu?

Tabii. Biz çok uzun zamandır olumsuz haber görüyoruz. O kadar ki Türkiye’de bir insansız hava aracı yapılmış olmasının verdiği müthiş bir mutluluk var. Düşünün İsrail Heron’ları size vermiyor ya da Tel Aviv’deki görüntüyü size 3 saat sonra servis edip sizin güvenliğinizi riske ediyor ama siz kötü komşu ev sahibi yapar hesabı kendi savunma sanayinizi geliştiriyorsunuz. İslam dünyasında iyi haberlere ihtiyacımız var. Çok büyük olumsuzluklar var bölgede bunları görmezden gelemeyiz, rasyonel olmak zorundayız. Ama İslam dünyasının temelde en büyük sorunu şu an birlik ve beraberliktir. Bizim Türkiye’deki temel sorunumuz da birlik beraberlik. Şimdi Afrin operasyonunu konuşuyoruz. Mesela PKK’nın arkasında Amerika olmasa, Rusya destek vermese, PKK tek başına hiçbir şey yapamaz orada. Türkiye’nin üç saatini alır bu işlerin tamamı. Siz orada dünya ile karşı karşıyasınız. Ve bu yıllardır hep böyleydi aslında. Bir bakıyorsunuz UNICEF’in çadırları var PKK kamplarında. Bir bakıyorsunuz PKK militanlarının ayaklarında Amerikan markası ayakkabılar, sırtlarında parkalar ve montlar.


Salih Yüzgenç'ın Yazısı.