Yusuf Korkmaz

Osmanlı halkı Tanzimat’la birlikte tanıştıkları modern tiyatroyla ilk karşılaşmalarından itibaren ona alışmaya çalışmış fakat neredeyse cumhuriyetin ilanından sonra bunu başarabilmiştir. Fakat ilk karşılaşma anında verilen tepkiler, başlı başına bir tiyatro oyununun konusu olabilecek seyirlikler ortaya çıkarmıştır.

Yurt dışında, öğrenim gören Osmanlı gençlerinin ülkelerine dönüp devletin kurumlarında çalışmaya başlamalarıyla birlikte, öteki kültüre dair edindikleri bilgi ve tecrübeleri başta İstanbul olmak üzere Osmanlı coğrafyasına yaymaya başladılar. Yeme-içme ve oturup kalkma kültürü, günlük hayatta kullanılan eşyanın farklılaşması, sanat faaliyetlerinin içerik ve teknik açıdan değişmesi, devlet işleyişindeki farklılıklar ve nihayet Tanzimat Fermanı’yla birlikte benzeme ve aynîleşme çabaları resmi bir programla gündeme geldi. Pek çoğu devlet kurumlarının işleyişine dâhil olan Osmanlı münevverleri eliyle girişilen bu asrileşme çabası diğer tüm unsurlarda görüldüğü gibi sanatsal faaliyetlerde ve konumuz olan tiyatroda da gündeme geldi.

Yüzyıllar boyunca meddahlardan Peygamber kıssalarını, Hz. Ali cenklerini, Sahipkıran-Mehdi, Leyla ile Mecnun ve Mevlana’nın Mesnevi’sinden hikâyeleri, Gazavatnameleri, Sadi Şirazi’nin Gülistan ve Bostan hikâyelerini dinleyen; orta oyununda saflığıyla meşhur İbiş’i ve onu yola getirmeye çalışan Ustası’nı izleyen; Karagöz’ün hazırcevaplığına gülüp, Hacivat’ın nağmeleriyle Karagöz’ü bekleyen; gösterim sanatlarından komediyi anlayan Osmanlı halkı nasıl oldu da trajedi izlemeye başladı? Shakespeare’in Sophokles’in oyunlarına giderken neyi umdu? Mitolojik tanrılardan alıntılar yapan, çeviri dili dahi anlaşılması güç olan, Osmanlı halkının alışkın olmadığı “onur” kelimesinin sıkça kullanıldığı, isimlerin yabancı olduğu Kral Lear, Macbeth, Hamlet gibi oyunlar Osmanlı halkına ne ifade etmiş olabilir?

Elbette ki bu yeni sanat Osmanlının yabancı olduğu bir türdü ve bu nedenle alışma sürecinde pek çok sıkıntılar yaşandı. Çoğu zaman oyun içinde geçen dini mevzular ciddi kavgalara sebep oluyordu. Tek ve sübhan olan tanrı algısıyla yetişen ve oyunda geçen mitolojik tanrıların fani hallerini yadırgayan Müslüman Osmanlı halkı temsil esnasında yerinden kalkıp bağırarak oyuna itiraz ediyor yahut homurtular ve söylenmelerle bu durumdan rahatsız olduğunu belli ediyordu. Bazen oyuncularla izleyiciler arasında bazen de itirazlardan rahatsız olan bir seyirciyle itiraz eden seyirci arasında kavga çıkıyordu. Aslında bu durum Osmanlı halkı için bir değişiklik değildi. Meddaha ya da ortaoyununa bilfiil dâhil olan izleyici bu alışkanlığını modern tiyatroda da sürdürüyordu. Ancak modern tiyatronun yapısı buna müsait değildi ve temsil duruyor, oyun aksıyor nihayet kavga çıkıyordu. Oyun esnasında çıkan kavgalar sadece bununla sınırlı değildi. Avrupai hayat tarzının merak konusu olduğu bu zamanlarda bu hayat tarzına ayak uydurmak isteyen halk, yine bir Avrupa ürünü sayılan modern tiyatrolara giderken bir Avrupalı gibi davranmak istiyor ve öyle giyiniyordu. Başlarına Avrupa’da kullanılan büyük ve geniş şapkalar takan hanım seyircilerin tiyatro için fazla büyük olan bu şapkaları arkadaki seyircinin oyunu izleyebilmesine engel oluyor ve seyirciler arasında kavgayla sonuçlanan tartışmalar çıkıyordu. Bu kavgalar oyun salonundan sokağa taşıyor ve durumu düzeltmek polise kalıyordu. Polis kavga eden gruplar için gereken işlemi yapıyor bazen de tiyatroları kapatıyordu. Osmanlı seyircisi tiyatro denilen hadisenin bir güldürü işi olduğunu düşünüyordu. Geleneksel tiyatronun türleri güldürüye dayanıyor ve halk bunu istiyordu. Öyle ki bir Leyla ile Mecnun temsilinde Mecnun’un Leyla’ya mektup yazdığı sahnede kahkahalarla gülen seyircilerin eleştirilmesi ya da haklı görülmesi üzerine Basiret ve Şark gazetelerinde günlerce süren bir tartışma başladı. Biraz sonra değineceğimiz, tiyatro için çıkartılan yönetmelikten anladığımıza göre, eğlenmek gayesiyle tiyatroya gelen fakat trajediden, anlayamadığı mitolojik olaylardan, daha önce duymadığı pek çok isimden sıkılan seyirciler kendi aralarında sohbet etmeye başlıyor, salon koridorlarında ve localara giden koridorlarda gülüş-çığırışla eğleniyor, kimileri sigara içiyor kimileri de alkol kullanıyordu.

Modern tiyatronun bir diğer problemi de kadınların tiyatro izleyip izlemeyeceğiyle ilgiliydi. Kadınların tiyatro temsillerini izlemesinde bir mani görülmüyordu. Problem kadınların erkeklerle birlikte tiyatro izlemesinden kaynaklanıyordu. Devlet kadınların erkek seyircilerle birlikte temsilleri izlemesini istemiyordu. Bu tutumun bir sonucu olarak kadınlara özel gösterimler planlandı. Gündüz vakitlerinde kadınların çocuklarıyla birlikte katılabileceği gösterimler düzenlendi. Ayrı gösterimlerin yanında bazı tiyatrolarda salonun içine kafesli localar yaptırdılar ve kadınlar oyunları bu kafeslerin ardından izlediler. Hal böyle olunca temsiller aksıyor, seyirciler rahatsız oluyor ve yine kavga çıkıyordu. Seyircinin bu düzensiz halleri tiyatro temsillerinin icrasını engelliyor ve tiyatroları kapattırıyordu. Kamu çevreleri seyircinin düzene girmesi için ellerinden geleni yapıyordu. Nitekim 1859’da Meclis-i Vâlâ-yi Ahkâm-ı Adliye bu gibi olumsuzlukların giderilmesi ve seyircinin düzene girmesi adına 31 maddelik bir tiyatro tüzüğü hazırladı. Bu yönetmeliğin bir bölümü temsil esnasında seyircilerin nasıl davranmaları gerektiğiyle ilgiliydi. Bu yönetmeliğe göre; seyircilerin tiyatro salonuna sarhoş olarak gelmesi ve salona silah getirmeleri kesinlikle yasaktır. Salonda çıkabilecek muhtemel bir tartışmada kavga aleti olarak kullanılabilecek şemsiye, baston gibi aletler tiyatro salonuna alınmayacak. Temsile küçük çocuğunu getiren aileler çocuğun çıkartabileceği gürültü ve olumsuz davranışlardan sorumlu tutulacak ve gerekirse oyundan çıkartılacaktır. Temsil esnasında ıslık çalmak, gürültü etmek, oyunun işleyişini bozmak, görgü kurallarına aykırı davranmak gibi durumlarda bu durumun muhatapları salondan çıkartılacak ve gerekirse ceza alacaklardır. Ayrıca perde aralarında, localara giden geçitlerde, tiyatro çıkışlarında gürültü etmek de yasaktır. Bunların yanında bu yasakların uygulanmasını sağlayacak görevli personel atanarak bu personelin görev tanımları yapılmıştır. Tüm bu önlemlere rağmen yine bir problem çıkarsa tiyatro önünde görevlendirilecek polisler duruma müdahale edecektir.

Halka tiyatro görgüsü kazandırmak için yapılan çalışmaların başında Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa’nın ilginç çalışmaları örnek olarak gösterilebilir. Ahmet Vefik Paşa halkın tiyatrolarda kaliteli oyunlar izlemesi için ciddi uğraşlarla bizatihi Moliere’den çeviriler yaptığını biliyoruz. Ayrıca valiliği esnasında halka tiyatro izleme zorunluluğu getirmiştir. Halk ilk başlarda bu durumdan sıkılsa da Vefik Paşa’nın valiliğinden sonra oynanan melodramları ve hafif eserler karşısında yine Moliere’den oyunları istemiştir. Vefik Paşa’nın valilikten azli gazetelerde yer almış, bu haberlere göre Vefik Paşa’nın halkı zorla tiyatroya gönderdiği ancak kendisi el çırptığında halkın da alkışlamasına izin verdiği, kendisi alkışlamamış olduğu halde halktan birinin oyunu veya sanatçıyı alkışlaması durumunda Vefik Paşa’nın o kişiyi uluorta azarladığı yazıyordu.

Sonuç olarak Osmanlı halkı Tanzimat’la birlikte tanıştıkları modern tiyatroyla ilk karşılaşmalarından itibaren ona alışmaya çalışmış fakat neredeyse cumhuriyetin ilanından sonra bunu başarabilmiştir. Fakat ilk karşılaşma anında verilen tepkiler, başlı başına bir tiyatro oyununun konusu olabilecek seyirlikler ortaya çıkarmıştır.


GENÇ'ın Yazısı.