Hak Yolunda Onurlu Duruş
Bir mü’min, Hakk’ın çizdiği hudutlar söz konusu olunca, tavizsiz duruşuyla güçlü ve onurlu tam bir muhafızdır. Zira orada Hakk’ın hatırı vardır ve Hakk’ın hatırı da her şeyin üstündedir.
İnanç, fikir ve davalar, sahiplerinin ciddiyeti, sabrı, sebâtı, tutarlılığı ve omurgalı duruşlarıyla tutunur ve var olurlar. Duyarsızlık, gevşeklik, korkaklık ve menfaatine yenik düşmek gibi zafiyetlerle hiçbir dava yükselemez ve ayakta kalamaz. Rabbimizin müminlere emanet ettiği en yüce ve en son hakikat olan İslâm da ancak inananların onurlu, vakarlı ve sebatkâr duruşlarıyla bugüne kadar gelmiş ve kıyâmete kadar da hiç şüphesiz böylesi duruşlarla varlığını devam ettirecektir.
Var olmanın, var kalmanın ve bu yolda dik duruşun elbette bir bedeli olacaktır. Bu bedel, kimi zaman çile, kimi zaman dışlanma, engellenme, yalanlanma, aşağılanma ve kimi zaman da maldan ve candan fedakârlığı gerektirebilecektir. Değerlerin ölçüsü ve kıymeti, uğruna neyi ne kadar göze alabildiğimizle ölçülür. İman, adâlet, hakkaniyet, nesil, aile ve vatan gibi yüksek değerlerini koruma adına cesur yürekli yiğitlere sahip olamayan millet ve devletlerin tarih sahnesinde şerefli bir şekilde varlığını sürdürmesi ham bir hayaldir.
Peygamberler başta olmak üzere nice Hak erleri, hakikat uğruna büyük zorluklara göğüs germiş ve dik durmuşlardır. Onları yollarından çevirme adına önce cazip teklifler gündeme getirilmiş, sonra tehditler savrulmuş ve nihâyet savaşlar bile göze alınmıştır. Hak yolunu eğip bükme ya da davalarını tesirsiz hâle getirme maksadıyla tavizler istenmiş, yumuşamaları ve gevşemeleri talep edilmiştir. İşte böylesi talepler karşısında dimdik durmaları için Rabbimiz peygamberler başta olmak üzere bütün Hak erlerini zaman zaman uyarmış ve şöyle buyurmuştur:
“(Resûlüm! Seni ve Hak’tan inen hakikatleri) yalanlayanlara sakın boyun eğip itaat etme! Onlar arzu ettiler ki sen yumuşak davranasın da kendileri de yumuşaklık göstersinler.” (Kalem Sûresi, 68-69)
“Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin dur, yumuşak davranma! Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir orası!” (Tevbe Sûresi, 73)
“Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin ve şiddetli, birbirlerine karşı da merhametlidirler.” (Fetih Sûresi, 29)
Evet, özellikle inkârda ısrar eden, Hak ve hakikate karşı düşmanca tavırlar içinde hareket eden kâfir ve münafıklara karşı takınılması gereken Müslümanca tavır, yumuşaklık ve tavizkâr bir duruş değil, eğilip bükülmez dik bir duruştur. Hakikati tebliğ sürecinde ve düşmanlık söz konusu değilken, sözde ve davranışta yumuşaklık tavsiye edilirken, safların belirginleşmesi ve hakikate karşı cephe alınması durumunda sertlik ve dik duruş telkin edilmektedir. İslâm’ı fert ve toplum planında temsil eden kimselerin bu Rabbânî tavsiyeyi dikkate aldığı dönemlerde izzet, ihmâl ettikleri zaman ve mekanlarda ise hep zillet yaşanmıştır. Tarih bunun sayısız örnekleri ile doludur.
İşgalci Fransız askerlerine karşı amansız bir mücadele veren Emir Abdülkâdir el-Cezâirî’nin hapishane günlerindeki yaşadığı bir hadise şöyle anlatılır:
Tutukluluğunun ertesi günü bir Fransız görevli, kendisiyle görüşme talebinde bulunur. Bu görevli Genaral Dumas’tır. Emir ile görüşüp kendisine göz kamaştırıcı bazı tekliflerde bulunması için Fransa Kralı tarafından görevlendirilmiştir. Teklifler karşılığında Emir’den istenen tek şey, Fransa’dan başka, herhangi bir İslâm ülkesine gitmekten vazgeçmesidir. Emir’e sunulan göz kamaştırıcı teklifler arasında, Fransa’da krallara lâyık muhteşem bir mevki, şeref kıtası, debdebe ve bir prensin sahip olduğu şato ve müştemilâtı yer alıyordu. Emir, utanç verici bu teklifleri aşağılayıcı bir sükûtla dinledi. Bir cevap vermesi için ısrar edilince de keskin gözlerini eski arkadaşına dikip hiddet ve şaşkınlıkla, kendisine şunları söyledi:
“Ne acayip! Sahip olduğun diplomatik yetenekler, Fransa için hiç şüphe yok ki gerçekten önemli; fakat senden rica ediyorum, bu yeteneklerini benim üzerimde boş yere harcama!”
Sonra elbisesinin (bornoz) köşesinden iki eliyle tuttu ve pencereye doğru yaslanarak öfkeyle şöyle dedi:
“Kralın adına Fransa’nın bütün servetini bana verecek olsan ve onları da şu elbisenin içine koyma imkânın olsa, ben onların hepsini hiç düşünmeden dalgaları hapishanemin duvarına çarpan şu denize atmayı tercih ederim. Teslim olduğumda bana verilen resmî taahhüdün yerine getirilmesinden asla vazgeçmem. Bana verilen taahhüd, ölünceye kadar benimle olacak. Ben sizin misafirinizim. İsterseniz bana bir tutuklu gibi davranabilirsiniz, fakat bunun utancı ve yüz karası size ait olacaktır, bana değil!”
Kahraman liderlikler, hiçbir pahaya dâvâsını satmayan liderliklerdir. Onları toplumlarının içinde bir adım öne çıkaran da, işte bu ve buna benzer cesaretleri, fedakârlıkları ve şahsiyetli duruşlarıdır.
Bir devleti, bir cemaati, bir dâvâyı ve bir direnişi çözmenin en kolay yolu, liderliğin satın alınmasıdır. Liderlikte çözülme başlamış ise milleti/cemaati ayakta tutacak başka bir omurga oluşturmak zarurettir.
Haklı olduğu halde hakkını savunmayan ya da tavizler veren kimselerin dünya ve âhirette acı sonuçlarla karşılaşılacağı Hakk’ın değişmez bir kanunudur. Rabbimiz, Rasûlünün şahsında tüm inananları bu konuda şöyle uyarır:
“(Ey Resûlüm!) Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi. Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın (İsrâ Sûresi, 73-75)
Netice olarak bir mü’min, Hakk’ın çizdiği hudutlar söz konusu olunca, tavizsiz duruşuyla güçlü ve onurlu tam bir muhafızdır. Zira orada Hakk’ın hatırı vardır ve Hakk’ın hatırı da her şeyin üstündedir.
Adem Ergül 'ın Yazısı.