Affı Rabb’e bıraktıklar. Öğrencileri affettiklerini söyleyen metalik müjdeye prim vermediler. Fakat yeniden öğrenci oldular. Dinini ve niyetini hep koruma altında tutmaya çalışarak. Samimiyeti elden bırakmayalım dediler.

 Küçükken izlediği bir çizgi filmdi. Çizgi filmde uzaydan gelen gemisinin yakıtı biten küçük, gerçekten küçük kahraman çok sıkıntı  çekiyordu. Dünyada, bu indiği çiçekler arasında gemisinin yakıtını bulamıyordu. Uzay gemisinin üstüne çıktı ve etrafına baktı. Yok,  yok. Sonra ağlamaya başladı küçük kahraman. Gözyaşları gemiye değdiğinde gemi hareketlenmeye başladı. Sonra o munis ses,  çizgi filmi izleyen çocuklara belki de bir ders vermek, nasihat etmek için şunları söyledi: Harekete geçmesi için gereken tek şey samimiyetti.

Bu cümle zihnine kazındı izleyici küçük kızın.

Yıllar sonra “hey sen! başörtülü giremezsin” diye üniversitesinden ayrılmak zorunda kaldı. Başörtüsünden dolayı ikinci plana  atılmaya alışkındı aslında. Fakat içinde büyüyen, onu o yapan duyguların, azmin, bakış açısının örtülü olmadığında zarar göreceğini  biliyordu. İnsanı önemsiyor ve insan için de örtünmenin, bürünmenin ne kadar fitri olduğunu hissediyordu. Örtülü olmayı dert etmedi.  Örtüyü feda ederse asıl dertti. Allah başka kapılar açtı.

Başka kapılarda duydukça rahatladı, diploma nedir ki? Çöp kutusunu doldurmaya yeter. Tabi ya. Kemmiyet değil keyfiyet. Nicelik  değil nitelik. Hep böyle okurlardı satırlardan. Sadrı temiz, sadrı sadra şifa insanlard a n da bunu duydular. Diplomalı insandan önce  adam gibi insan olmaya, kul olmaya çalıştılar.

Yeni insanlarla tanıştılar, tanıştırıldılar. Bu bizim kardeşimiz, çiçekleri sever. Çocukları sever. İyi fıkra anlatır, güzel resim çizer. Çok iyi  dert dinler, salimen düşünür, Hakk’ı ve sabrı tavsiye eder, demiyordu kimse. Bahçe manzaraları önüne sanki taş duvarlar dikiliyor,  etraf birden küf kokmaya başlıyor, karanlık sarıyordu. Arkadaşımız tıptan, mühendislikten, fizikten, kimyadan, arkadaşımız zor girilen üniversiteden terk, diyorlardı. Sürekli kocasından şikayet eden ve bu şikayetlere göre kendini şekillendiren hanımlar gibi. Bir  başkasının/ötekinin olumsuzluğu üzerinden vücut bulmaya çalışan insanlar gibi. Üniversite terkliğine göre şekillendirilip tanıtılan  insanlar oldular epey süre. Ve onlara da başkalarını tanıttılar. Biraz daha önemli, biraz daha ayrıcalıklı. Çünkü diplomaları vardı  onların.

Kafaları karıştı. Zihin dingin değilse ne ibadet, ne iş… Verim de alınmıyordu, feyz de. Bir yerde hata var ama nerede?

Sonra baktılar ki bu böyle olmuyor. Sağ eldeki ile sol eldeki farklı şey söylüyor. “Diploma ancak çöp tenekesini doldurur”. “Akademik  kariyer insana kalite katar.” Ve tevhiddir dinin özü. Birleştirivermeli bu iki sözü. Diploma ancak çöp tenekesini doldurur, çünkü ilmin  seni Allah’a yakınlaştırmıyorsa ilim değildir. Yaşamıyorsan o duvara dizdiğin kitapları, hamallıktan başkası değildir yaptığın. Ve  akademik kariyer insana kalite katar. Değil mi ki, alimin uykusu cahilin ibadetinden yeğdir. Diplomalara, sertifikalara, tanıdıklara değil Allah’a dayanıp, ilim nerde olsa onu almak… İlim tahsili sırasında dini hayattan ödün vermemek… İlmi Allah’a yaklaştıran, insana hizmette kalite arttıran bir vasıta bilmek… İşte o zaman çıktılar işin içinden…

Affı Rabb’e bıraktıklar. Öğrencileri affettiklerini söyleyen metalik müjdeye prim vermediler. Fakat yeniden öğrenci oldular. Dinini ve  niyetini hep koruma altında tutmaya çalışarak. Samimiyeti elden bırakmayalım dediler. Yoksa farklı şeyleri söyler gibidir bazı cümleler ama özünde aynıdır. Aynı şeyi söyler gibidir bazı insanlar fakat davranışları farklıdır.


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.