Erkam Salih Büyükdinç

Bendim, suçlusu benmiş gibi utanan, gözü yaşlı çıkışa koşturan. Sabah annemin ördüğü saçlarımı bir aşağı bir yukarı savuran... Elindeki büyük acıyı yüreğindeki acısıyla bastıran küçük kız bendim.

Lunaparktaki oyuncaklar, gecenin zifiri karanlığında saçtığı ışıklarla ortamı aydınlatıyordu. Eğlence ile dolup taşan çocuklar, bağırışlarıyla oradan oraya koşuyorlar, mekânın canlılığına hareket katıyorlardı.

Bulutsuz ve sayılamayan yıldızlarla donatılmış gökyüzündeki dolunay, bir tektaş yüzüğün üzerindeki pırlanta gibi parlıyordu. Gökyüzündeki ışık topunu gören tombul yanaklı şişman çocuk, ay dedeye adeta bize katıl dercesine hayranlıkla bakıyordu. Uçsuz bucaksız karanlıktaki inci de sanki karşılık verircesine sıcak bir meltem esintisiyle ufaklığın saçlarını okşuyordu. Diğerleri gibi lunaparkın tadını doyasıya çıkaran çocuk, bütün eğlence duraklarını büyük bir mutlulukla dolaşıyordu. Her biri ışık saçan aletler, eğlence pişiren bir aşçı gibi sürekli çalışıyor ve orada bulunanlara ziyafet çektiriyordu. Önünde yılan gibi sıralanmış insanlardan çok rağbet gördüğü anlaşılan tırtıl, üzerinde yolculuk edenlerle beraber zevk alıyor gibiydi. Önce fırtına öncesi sessizlik gibi yavaşça ilerliyor sonra birden üstü açık son model bir otomobil gibi hızlanıyordu. Bu deli dolu anlara sıraları gelince dâhil olacaklarından haberdar olan kuyruktakiler, olanlara büyük bir heyecanla şahitlik ediyorlardı. Bazıları ise başlamadan pes ediyor ve hızla diğer istasyonlara ilerliyorlardı. Mavi, sarı, kırmızı ve yeşilleriyle gökkuşağını andıran çarpışan arabalar birbirlerine girdikçe, bir ressamın farklı boyaları karıştırarak icat ettiği mor, pembe ve turuncu gibi yeni renkler ekleniyordu tabloya. Yapılan her manevrada yukarıdaki tellerden çıkan anlık parıldamalar, yağmurlu havalarda etrafı aydınlatan şimşekleri andırıyordu. Lunaparktaki renk cümbüşüyle gecenin karanlığı arasındaki ahengi en tepeden izleyen dönme dolaptaki çiftler, şahane manzara karşısında mest olmuşlardı. Bütün ışık ve renklerden kendini arındırmış korku tüneli dış görünüşüyle adının hakkını veriyor, içerden gelen seslerle adeta bir cehennemi çağrıştırıyordu. Çığlık çığlığa kendini çıkış kapısına zor atanların yüzünde tünele girme cesaretinden gelen gurur ve her ne kadar saklamaya çalışsalar da büyük bir korku vardı. Bu denli heyecana ayak uyduramayan bazı insanlar, kafede oturmuş, müzik eşliğinde bir yandan ince belli bardaklarındaki dumanı üzerinde çaylarını yudumluyor bir yandan da büyülü atmosferi içlerine çekiyorlardı. Çıkış kapısında eğlence bahçesindeki bütün çiçekleri koklamış insanlar, muhteşem lezzetleri tekrar tatmak istermişçesine dönüp dönüp arkalarına bakıyorlardı.

Bütün lunapark; çocukların kahkahalarıyla şenleniyor, insanların içi gülen gözleriyle süsleniyordu. Şehrin ortasında olmasına rağmen şehre siyah ve beyazın arası kadar uzak olan park, hayatın keşmekeşinden yorulmuş insanları eğlendirerek dinlenmeye davet ediyordu. İnsanlar güzel davete hayır diyemiyor, ev sahibi ise büyük bir memnuniyetle misafirlerini ağırlıyordu.

Ve bir de ben vardım: Güneşin içerisindeki karanlık nokta. Üzerine gelen bütün ışıkları soğuran ben… Elimdeki mendilleri her götürdüğümde insanların gülümsemelerini çalan ben… Süslenmiş püslenmiş mazlumlara, yırtık pırtık kıyafetleriyle zulmeden yegâne canlı. Rüzgâr her estiğinde kokmuş mavi hırkasına daha da sıkı sarılarak elindeki mendilleri bir an önce bitirip harabesine dönmek isteyen zavallı zalim. İnsanların arasında koşuştururken bozuk paralarımın çıkardığı ses, aynı benim hayatın ritmine isyan ettiğim gibi müziğin ritmiyle savaşıyordu. Otuzlarında bir amcanın “Al kızım” diyerek verdiği bir lirayı elimden düşürdüğümde 5 sekmede inmişti yere demir parçası, son mendilimin parası. Küçük ellerimi uzattığımda yere, yerle bütünleşmiştim bir ayak darbesiyle. Az önce bahsettiğim tombul yanaklı şişman çocuktu bir kızın eline basmaktan hiç utanma duymayıp hızla uzaklaşan. Bendim, suçlusu benmiş gibi utanan, gözü yaşlı çıkışa koşturan. Sabah annemin ördüğü saçlarımı bir aşağı bir yukarı savuran... Elindeki büyük acıyı yüreğindeki acısıyla bastıran küçük kız bendim. Kaçıyorum şimdi. Annemin dizinde ağlamaya, “N’oldu?” diye sorduğunda “Hiç!” diye cevap vermeye gidiyorum koşa koşa. Bir daha geri almak için eğilmeyeceğim emeklerimin yere düşerken çıkardığı sesler eşliğinde…


GENÇ'ın Yazısı.