Yazmanın Psikolojisi
Yazmanın da bir psikolojisi, hâlet-i ruhiyesi var mıdır? Hangi durumlarda yazılmasını ve hangi durumlarda yazıdan uzak durulmasını önerirsiniz?
Yazı yolculuğu, baktığımızda, kelimelerle başlayıp kelimelerle biten bir yolculuktan ibaret gözükür. Doğrudur; yazarın sermayesi kelimelerdir. Okudukları, gördükleri, duydukları, hissettikleri, düşündükleri; hepsi bir kelimeler öbeği olarak zihninde birikir, işlenir ve ama hikâye, ama şiir, ama makale, ama deneme, bir yazıya dönüşür.
Lâkin, bazılarının zannettiği gibi, bu iş, testinin dolmasına, sonra da taşmasına benzer birşey değildir. Zihinde birikenlerin belli bir miktarı olup, o miktar aşıldığında yazıya geçiliyor değildir. Bilakis, zihinde biriken ne kadar çok olursa olsun, asla yazıya dönüşmeden, öylece zihinde kalabilir. Akılda ve kalbde birikenin yazı kalıbına taşınması için, ayrıca bir sevk, sâik, motivasyon, her ne şekilde ifade ederseniz edin, ayrı bir unsur, bir enerji de gerekir. İnsanı yazmaya mecbur hissettiren ve beraberinde yazmaya mecbur eden bir enerji. Çünkü yazmak zor ve sancılı bir süreçtir, hiç kimse sadece ‘arzu ederek’ veya ‘heves ederek’ o sürecin nihâyetine eremeyecektir. Arzunun ve hevesin çok daha ötesi, ‘yazmazsam yapamam’ dedirten bir motivasyon gerekir.
İşin bu kısmında, bizi yazmaya motive eden psikolojik dinamikler devreye girer. Bizde yazma enerjisi oluşturan bir dizi dinamik mevcuttur. Meselâ, kendini gösterme arzusu, insanların ilgisini çekme, beğenilme ve takdirini kazanma ihtiyacı, başka birçok eylem gibi, yazı yolculuğunda da önemli bir itici güç niteliğindedir. Peki bu, sıhhatli bir itici güç, iyi bir motivasyon sebebi midir? Elbette hayır. Bu duygu, bu arzu ve bu ihtiyaç insanı yazmaya yöneltir; ama öte yandan insan olarak onu yoldan da çıkartır, ‘olması gereken’den alıkoyup ‘talebe göre arz’da bulunan bir ‘yazı üreticisi’ne dönüştürür. ‘Piyasa işi’ dediğimiz, ‘market ürünü’ dediğimiz, hatta ‘sahibinin sesi’ gibi tanımlarla ifade ettiğimiz türden ‘kötü örnek’ teşkil eden yazı çalışmalarından birçoğunun ardında, güçlü ama sıhhatsiz böylesi bir psikolojik dinamik vardır.
Diğer taraftan, öfke de çok güçlü bir motivasyon sebebidir. Bazı yazarlar, öfkeyle beslenir, öfkeyle motive olur, öfkeyle yazar. Öfke, bizi yazı yolunda hızlı bir şekilde harekete geçirir, kelimeleri en keskin biçimde kullanma imkânı sağlar. Bazıları, öfkeyle bu hızı ve keskinliği yakalayabildiği için, sâkin bir zeminde bile ‘öfke’ duyacağı bir ‘düşman’ arar, yoksa da üretir. Ama öte yandan öfke, kelimeleri ayarsız, ölçüsüz, hatta zehirli biçimde kullanmaya sevkeder bizi. Aleyhinde olduğumuz için de, lehinde olduğumuz için de, bizi ölçüden, dengeden, adaletten uzaklaştırır. Öfkenin bu ölçüsüz ve ayarsız özelliği sebebiyledir ki, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın, öfke karşısında bizi uyaran birçok hadisin yanısıra, “Kadı öfkeli iken hükmedemez” diye de buyurduğu bildirilir. Öfkenin doğru muhakeme ve adil değerlendirme imkânını ortadan kaldıran bu yönünden etkilenen, elbette sadece kadılar değildir; öfke, yazarın da muhakemesini bozar, kelimelerinin ayarını değiştirir ve birilerinin çok hoşuna gitse de adaletsiz ve dengesiz bir üsluba onu sevkeder. O sebeple, kendi yazı yolculuğumda bir şiarım, öfke çok güçlü bir motivasyon sebebi olmakla birlikte, asla öfkeyle beslenmemek ve öfkeli bir ruh halinde iken asla yazı yazmamaktır.
Peki, geriye ne kalıyor diyorsanız; geride çok şey kalıyor. Merhamet gibi, muhabbet gibi, şefkat gibi, adalet gibi, zulmü giderme iştiyakı gibi, hikmet gibi, hayrı çoğaltma gibi, hakikati paylaşma gibi nice sıhhatli motivasyon sebebi birer itici güç olarak bizi kapıda bekliyor…
Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.