İnsanı hakiki anlamda insan yapacak düşüncenin dünyasına girmek ve onun gökyüzünde kanat çırpmak, insan varlığını bir  tekemmül (mükemmelleşme) süreci olarak görüp o yolda yol almak olarak düşünebiliriz

Bu yazının başlığı başlangıçta “fikrî terakki” biçiminde düşünülmüştü. Beni bundan vazgeçiren, sadece daha öz bir Türkçe kullanma  kaygısı değil elbette. Zira fikre nispet olarak kullandığımız fikrî de, ilerleme anlamında kullandığımız terakki de yaşayan  kelimelerimizden.

Galiba gerçek sebep, terakki kelimesine yüklenen ideolojik anlam ve benim buna biraz mesafeli duruşum. Bilindiği gibi, terakki 19.  yüzyılın efsunlu kelimelerinden biri. Tıpkı akıl ve bilim gibi. Avrupa’nın medeniyet yolunda, perestiş ettiği felsefî teslisi… Öte yandan  henüz medenileşememiş, medeniyet ihtidasını gerçekleştirememiş milletlerde de aynı büyüye sahip kavramlar. Hâsılı, dillere pelesenk  olan ileri-geri söyleminin merkezinde bulunan bir kavram terakki…

Terakki, aynı zamanda bir tasavvuf terimidir. Sûfînin manevi ilerlemesini ifade etmek üzere kullanılır. Manevi ezkar ve evradına devam  eden, gerekli adap ve erkâna riayet eden mürit, seyr-ü sülûk’unun semeresini görür; manen terakki ve inkişaf eder. Bu yönüyle  olumlu bir anlama sahiptir.

Ancak ben yine de terakkîden sarf-ı nazar edip gelişimi kullanıyorum. Tabii “gelişim” kelimesinin, yakın dönemin popüler kavramı;  uzun bir süre bizi ciddi anlamda oyalayıp varlığımıza pek bir şey katamamış ve fakat özbenliğimizde kimi hastalıklar bırakmış  görünen “kişisel gelişim”i çağrıştırdığını da kabul ediyorum. Ne var ki, “düşünce gelişimi” ifadesinin meramımı anlatmak için ideal  bir tamlama olacağına inanıyorum.

Peki, nedir düşünce gelişimi?

Düşünce, insanın en ayırıcı niteliğidir. Onu diğer canlılardan ayırt etmek için, insan düşünen ve konuşan canlıdır, tarifi yapılmıştır.  (el-İnsânü hayevânün nâtık) Konuşmak, düşünmenin bir lâzımesidir. Bir başka deyişle, düşünce, ifade edildiği zaman varlığı ortaya  çıkar.İfade edilmemiş bir d ü ş ü n c e - nin varlığından söz etmek m ü m k ü n değildir. Dolayısıyla, insan düşünen ve düşündüğünü  kelimelere dökebilen bir varlıktır. Nasreddin Hoca’nın papağanhindi fıkrasını hatırlayalım. Evet, papağan konuşur, ancak bu  konuşma bilinçli bir eylem değildir. Hindi düşünür, ancak bu düşüncenin pratik bir değeri yoktur.

Allah Teâlâ insanı yaratmış, ona beyanı/ konuşmayı öğretmiştir. (Rahman, 1-4) Bu noktada müfessir Zemahşerî’nin ilgili ayetin  tefsirinde söylediklerini burada zikredebiliriz: “Allah, diğer canlılardan onu ayıran şeyden söz etmiştir; o da beyandır. Beyan ise,  anlaşılır şekilde konuşmak ve içindeki düşünceyi ifade etmektir.” Kur’an-ı Kerim’in bir başka ayetinde ise, Âdem’e (a.s.) bütün  isimlerin öğretildiğinden söz edilir. (Bakara, 31) Yani Allah insana düşünebilme ve düşünce üretebilme, böylelikle eşyaya isim  verme, varlık ve isimler arasında bağıntı kurabilme yeteneği vermiştir.

İnsan, düşünme ve konuşma özelliklerini günlük hayatının her safhasında kullanır. Ancak yukarıdan beri sözünü ettiğimiz ve insanı  diğer canlılardan ayıran, bu alelade düşünme midir? Bunu inkâr etmemekle birlikte, esas olanın insanın hakikati arayan, bilgi ve  değer üreten düşünce biçimi olduğunu kabul etmek daha doğru olmalıdır. Zira melekler de bilgi sahibi varlıklardır. Ancak onlardan eşyanın isimlerini söylemeleri istendiğinde: “Biz” dediler, “Senin bize öğrettiğinden başkasını bilmeyiz!” (Bakara, 32) Bu demek  oluyor ki, insanı farklı kılan, kendisine verilen bilgilerin ötesinde yeni bilgiler öğrenebilmesi ve bilgi üretebilme sürekliliğini  gösterebilmesidir. Dolayısıyla, meleklerin boyun eğdikleri varlık böyle bir varlıktır.

İnsanın biyolojik yapısı diğer canlılar gibi, anne karnından ölümüne sürekli bir değişim ve gelişim içindedir. Günlük hayatını sürdürecek düşünme ve konuşma da bu gelişime paralel olarak bir noktaya kadar gelişir. Ancak yukarıda sözünü ettiğimiz nitelikli düşünce, belli bir evreden sonra insanın kendi ceht ve gayretine bağlı olarak gelişmektedir.

Şu halde, düşünce gelişimini, insanın varlığının gereği olan, hakikati bulma, bilgi ve değer üretme yolunda yürüttüğü ceht ve gayret  olarak görebiliriz. İnsanı hakiki anlamda insan yapacak düşüncenin dünyasına girmek ve onun gökyüzünde kanat çırpmak, insan  varlığını bir tekemmül (mükemmelleşme) süreci olarak görüp o yolda yol almak olarak düşünebiliriz.

Buna eğitim, çevre, ilgi ve eğilimlerim etki ettiğini kabul ediyoruz. İnsanın aile ve okuldan aldığı eğitim, onun hayat serencamında  önemli bir yer tutar. Çevre yine öyledir. Ancak düşünen, arayan insan bir vadiden diğerine akarken, etrafına bir özne olarak bakabilir;  yeri geldiğinde aldığı eğitimi de içinde bulunduğu çevreyi de sorgulayabilir. Öğrenilen bilgileri ölçüp biçmek, doğruluğunu ve  yanlışlığını değerlendirmek, bilinenlerden hareketle bilinmeyenlere ulaşmak, bilgi ve değer üretmek şahsî uğraşların bir sonucu olacaktır. Burada yine insanın yapıp etmeleri, söz konusu nitelikli düşünceye sahip olması ve bunu elde etmeyi sürdürmesinde en  önemli etkendir. 

Biraz somutlaştırmak gerekirse, üniversitelerde tercih edilen dala göre belli dersler verilecek, sizin mesleğinizde yeterli olmanız için  çaba gösterilecektir. İnsan üniversiteden mezun olduğunda bir meslek sahibi olarak çıkacaktır. Ne var ki, bir meslek sahibi olmanın  ötesinde insan, bu süre zarfında ontolojik varlığına bir şeyler katmalıdır. Hayata bir başka gözle bakabilmeli, bir düşünce iklimine  girebilmelidir. Bu da ancak, insanın düşünce gelişimine katkı sağlayabilecek alternatif bir okuma ve fakülte dışında farklı etkinliklerle  mümkün olacaktır. İnsanın düşünce biçimini derinleştirecek, hayatı boyunca kendine yol gösterecek ilmî bir birikim ve  bu birikimi özümseyecek fikrî bir gayret kuşanmakla mümkün olacaktır. Bu arada alternatif okumaları ve etkinlikleri sayesinde,  kendine verilen bilgileri de değerlendirme fırsatı bulacaktır.

Bundan sonraki süreç de önemlidir. İnsan bir iş, bir aile sahibi olduktan sonra da düşünce gelişimini sürdürebilmelidir. Hayata  atıldıktan sonra sürdürülememiş fikrî hayat, kısır bir döngünün içine girecek, tabir yerinde ise kokmaya terk edilecektir. Bu da zihnî bir tembelliği getirecektir beraberinde. Hayat akmaya devam ettiğine göre, öğrenme ve düşünmenin akışı da sürdürülmelidir. Bu süreç  devam ettirildiği takdirde, insanın 25 yaşındayken bir konuya bakışıyla, 30 yaşındaki bakışının birbirinden epeyce farklı olduğu  görülecektir. Bu bakımdan fikir serüveni bir ömür sürdürülebilirse, inanıyorum ki insan, insanlığını daha iyi hissedecek, bu arada  kendi varlığında, varlığının amacını, Allah’ın kudret ve azametini daha yakından hissedecektir.

Hem Kur’an insanı sürekli düşünmeye davet etmektedir. Bu sıradan bir düşünme değil, derinliğine düşünme anlamındaki  tefekkürdür. İnsan tefekkür deryasına daldığı sürece, kendinin diğer canlılardan farkını, eşref-i mahlûkat oluşunu daha çok  hissedebilecektir. Hayat mücadelesini bütün canlılar vermektedir. Esas olan bu mücadelenin ötesinde, hakikat arayışını sürdürmek;  inanç ve dinin, üstün değerlerin, bilginin kuşattığı bir hayat yaşamanın mücadelesini verebilmektir.


Mesut Kaya'ın Yazısı.