İnsanın kıymeti kimlerle, nasıl ve ne şekilde vakit geçirdiğinde saklıdır. Kıymetin takdirini, ortaklığı mümkün kılan ve sürdüren saik belirler. Bu saik, kimisinde iştir, kimisinde eğlencedir, kimisinde menfaattir, kimisinde de aşkın ve ulvi bir gayedir.

Adı konmamış bir kavga var. Bu kavgada iki taraf bulunuyor. Bir tarafta merhamet, vicdan ve adaletin sevdalıları, diğer tarafta menfaat, nefis ve güce tapışın şövalyeleri… Soru şudur: Nasıl bir dünya istiyoruz? Herkesin fıtrata göre yaşadığı, Allah’ın dini ile insanlar arasına giren her türden engelin kaldırıldığı, bizi esas yurdumuza hazırlayan bir fırsat mekânı mı, yoksa gücü yetenin diğerini boğazladığı, kan, nefret ve gözyaşının hâkim olduğu, menfaatlerin gündemi ve yarışı tayin ettiği bir cangıl mı? Kavga işte bunu tayin içindir. İnsanı hayvanlardan daha düşük bir derekede gören ve gösteren şövalye güruhu, insana kıymet veren her türlü değere karşı savaş açmıştır. Aslında onların savaşı bizimle, bizimle ifadesini bulan hayat tarzıyladır. Allah’ın, insanlık, vicdan ve tarihin önümüze koyduğu en mühim vazife bu kendini bilmezler karşısında durmak, zinhar geri adım atmamak ve sulhu olmayan bu savaşta üstünlük kazanmaktır.

Bir şart var: inancımız, tarihimiz ve milletimizin evladı olmazsak kimsenin karşısında varlık gösteremeyiz. Bize dışarıdan bakan bir göz “biz”i tarif eden manayı görebilmelidir. Hangi kültürün hasılası olduğumuz; hayata, mekâna ve zamana dair tercihlerimizden okunabilmelidir. “Biz” dediğimiz mana nedir, bilmezsek, o mana ile hayata yürümenin sırrına da eremeyiz. Biz derken kimi kastediyoruz? Bu toprakları ne zaman, hangi gaye ve ne bedel ödeyerek vatan yaptığımız, bizi tarif eden unsurlardır. Biz; Kur’an’a hizmet, Rasûlullah’a muhabbetle şereflenmiş bir milletiz. Hayat tarzımız işte bu şerefi temin içindir ve hayatı, zamanı, mekânı ve varlığı nasıl gördüğümüzü anlatır.

Huzur reçetesi

Hayat bir imtihandır. Dünya bu imtihanın devre mülküdür. Muvakkaten yaşar, vaktimiz dolunca ayrılırız. Esas hayat ahiret hayatıdır. Ölüm haktır. Allah, gönlün hakiki sahibidir. Hayat da ölüm de O’na hasredilir. İnsanlar ya inançta kardeşimiz ya da hilkatte eşimizdir. Mahlûkatın hepsini Yaradan’dan ötürü severiz. Zalimin karşısında, mazlumun yanında durmak şiarımızdır. Dünya uyum sağlanacak değil, uyumu sağlanacak bir yerdir. O’nun hakiki sahipleri, sıdk u salah ile varislik hilati giyenlerdir. Salihlerin iktidarı, sulh u selametin norm olduğu bir nizamdır. Orada herkes fıtratına göre yaşar, kimse Allah’ın muradı ile kullarının arasına giremez.

Kur’an; şan, şeref ve izzetin kendisi ile kazanılacağı yegâne rehberdir. O rehberin ışığında dünyaya nizam vermiş dedelerimiz güç, iktidar ve servetin bu dünyayı aşan bir mana için nasıl seferber edileceğinin en güzel örneklerini sergilemişlerdir. Yüreğinde Rasûlullah aşkı ile hayatın üzerine yürümüş bu millet ölümü öldürerek Hakikat-ı Muhammediye’nin tecellisine medar olmuştur. Yiğitlerimizin şehadete düğüne koşar gibi gidişi bundandır. Cenazesi gelen evladına gıpta ile bakan ebeveynin rızası ve şükrü bundandır. Bizim hayat tarzımız işte bu idrak, rıza ve şükrün tarif ettiği bir huzur reçetesidir. İnsanlık bu reçeteye hasrettir. Biz dediğimizde ortaya çıkan bu reçeteye kendimiz ne kadar hasretiz, bugün soru maalesef budur. Bizi tarif eden hayat tarzımıza sadık olmazsak hiçbir iddiamız olamaz. Kimlerle beraber olduğumuz, ne tüketip, ne ürettiğimiz bu sadakatin turnusol kâğıdı sorularıdır.

Kimlerle beraberiz?

İnsanın kıymeti kimlerle, nasıl ve ne şekilde vakit geçirdiğinde saklıdır. Kıymetin takdirini, ortaklığı mümkün kılan ve sürdüren saik belirler. Bu saik, kimisinde iştir, kimisinde eğlencedir, kimisinde menfaattir, kimisinde de aşkın ve ulvi bir gayedir. Telefonlarımızdaki “kişiler” listesini gruplandırsaydık, hangi grup öne çıkardı acaba? Menfaat dostlukları mı, iş dostlukları mı, eğlence dostlukları mı, yoksa ideal dostlukları mı? Arkadaşlarının ya da bağlantılarının çoğunluğu dünyadan çok ahirete yönelik yatırım için olanlar ne bahtiyar kimselerdir! Kimlerle olduğuna dikkat kesilmeyen, hangi hayat tarzının insanı olduğunu da kestiremez. Bizim hayat tarzımızın insan tipi salih ve sadıktır. Salih, sulhu temin için kalbi, kali ve hali ile kıyam edene; sadık, içini dışı ile bir eylemiş, samimiyet abidesine derler. Tercihini salih ve sadıklardan yana yapmayan, ne hayat tarzını koruyabilir, ne de karşı hayat tarzının saldırılarına karşı koyabilir.

Ne tüketiyoruz?

Hayat tarzı kavgasının en kanlı cephesi tüketime dairdir. Biz, dünyacılar gibi tüketemez, onlar gibi harcayamayız. Giyim kuşamımızı modaya göre belirleyemez, zevk için yiyip içemez, desinler diye gezip tozamayız. Bizim hayatımız pazarlamacıların kodlamalarına ya da gelir dağılımlarına göre tarif edilmiş bir hayat olamaz. Bizim hayatımız deli gibi harcamanın değil, sular seller gibi infak etmenin biçimlendirdiği bir hayattır. O hayatı; bereket, infak, sadaka ve rızk gibi tüketici damgalı insanların aşina olamayacakları kavramlar biçimlendirir. Bu şekilde biçimlenmiş bir hayat tarzı sadeliğin, rızanın ve kanaatin ışıldadığı bir hayat tarzıdır.

Ne üretiyoruz?

Ne ürettiğimiz, hayata ve tarihe ne kattığımız, bizim hayat tarzımızın, gönlümüzü meşgul eden en yakıcı sorusudur. Hakkımızdaki muradın tahakkuku için, bizden bekleneni fark etmek ve ona göre gayret etmek gerekir. Akıp giden zaman tek sermayemiz, potansiyelimiz meçhulümüzdür. Ne yapar ve hangi yola gidersek, Rabbimizi ve kendimizi razı eder, insanlara faydalı oluruz? Sürekli düşündüğümüz budur. Sadece dünyayı gaye edinmiş insanların hayat tarzına karşı ancak ahiretin çocukları olmayı seçerek durabiliriz. Teknolojinin ve yeniliklerin insanları bu kadar büyülediği bir ortamda ahiretin çocukları olmak, niyeti iki dünyanın huzuru olan işlere talip olmak demektir. Ufkumuzdaki kıvam ihsan kıvamıdır. Hangi işi yaparsak yapalım, ihsan seviyesini tutturmak gayemizdir. İhsan çok boyutlu bir kavramdır; işi güzel, iyiliğe vesile olacak, içe sinecek kalitede ve Allah’ı görüyormuşçasına yapmak anlamlarına gelir. İşini ihsan ile yapan muhsinlerden olmamız, kendimize, hayata ve insanlığa katacağımız bereketin göz kamaştırmasına vesile olacaktır.

Cazip olan hangisi?

Hayat tarzı kavgasında nihayet son ve en mühim mesele hayat tarzımızın fert fert çoğalıp salihlerin hâkim olacağı bir iklim meydana getirmesi meselesidir. Ne yapıp edip, bakışımızı, görüşümüzü, konuşmamızı, yerimizi, yanımızı, kısaca hayatımızı en cazip hayat tarzı haline getirmemiz gerekmektedir. Hâlihazırda cazip olan bizimkisi değil, bizi boğmak isteyenlerin hayat tarzıdır. Görünürde pırıltılı bu hayat ebedi hayatı hüsrana dönüştürecek zehirli bir muhtevaya sahiptir. Bu aldatıcı hayatın sahiplerinin himmetleri sadece bu dünyadır. Kavgaları, saltanatlarının devamı içindir. İnsanı insanın kurdu, hayatı gladyatör arenası olarak görürler. Zayıfa yaşama hakkı tanımazlar. Menfaatleri söz konusu olduğunda aç sırtlanlar gibi avlarının gafil düşeceği anı kollarlar. Adalet, vicdan ve merhametten nasipsizdirler. Lüks, gösteriş ve hadsiz bir tüketim ufuklarının son noktasıdır. Farklı hayatlara tahammülleri yoktur; hep tek tipleştirmek ve kendilerine benzetmek isterler. Son yüzyılda dünyayı getirdikleri nokta ortadadır. Milyonlarca cana kıymış, doğal kaynakları sömürmüş bu canavarların elinde artık ne nesil, ne can, ne gıda, ne mal, ne din ve ne de akıl emniyettedir. Zulüm norm değer olmuş, mazlum sahipsiz kalmıştır. İnsana bunu reva görenlere dur demek boynumuzun borcudur. Onlara karşı çıkmak Hakkın yanında olmaktır. Onlarla kavgamız, bir hayat tarzı kavgasıdır. Biz sadece kendi işimize bakar, kendi hayatımızı yaşarız, diyemeyiz. Dünya gemisinin üst katında biz varsak, alt katında insanı hayvandan aşağı derekeye düşüren bu ifsat ehli vardır. Ellerinde baltalarla geminin dibini delmek isteyen bu hainlere müsaade eden de, buna isyan etmeyen de vebaldedir.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.