Gezelim, Ama Nasıl?
İslâm şehirlerini temaşa ederken, oralardaki zahirî görüntüye aldanır ve motivasyonunuzu şimdiki manzarayla heba ederseniz, ilk düğmeyi yanlış iliklemiş olursunuz. Hiçbir şeyin sizi o şehirlerin ruhuna nüfuz etmekten alıkoymamasına çalışmalı, gördüklerinizin ötesine geçebilmelisiniz. Yoksa, tarihe damgasını vurmuş namlı şehirlerimiz size bir şey söylemez, kapılarını ve pencerelerini kapatır. Siz de yorgunluğunuzla ve usancınızla baş başa kalırsınız.
“Bu sefer, bir şekilde gideceğim inşallah” demiştim kendi kendime. Tunus’u ilk ziyaretimde Kayravân şehrini görmeye imkân bulamamıştım; ikinci seferimde, programımı epey zorlayarak bu eksiği giderdim hamd olsun. Sabah saat 06.00’da otele çağırdığım taksiye atladım, şehirlerarası sefer yapan minibüslerin ana durağına gittim. Biletimi alıp, minibüsün en arka koltuğuna kurulduğumda, muhtemelen benden daha mutlusu yoktu ortamda. Yaklaşık iki saatlik hızlı bir yolculuğun ardından, İslâm tarihinin en önemli şehirlerinden Kayravân’daydım nihayet.
670’de sahabeden Ukbe bin Nâfi tarafından bir garnizon şehri olarak kurulan Kayravân, klâsik dönemde “Üç kutsal şehrin dördüncüsü” kabul edilirdi. Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra burası gelirdi. Ukbe’nin temellerini attığı ve hâlâ kendi adını taşıyan cami ise, asırlar boyunca İslâm dünyasındaki en önemli ilim merkezlerinden biriydi. İlim taliplerinin yolu, Ukbe bin Nâfi Mescidi’nden illâ ki geçerdi. Kayravân, Endülüs’le Arabistan arasında bir durak, iki dünya arasında bir geçiş noktası ve irfanın harman yeriydi.
Zihnimde bu bilgileri döndürerek Kayravân sokaklarını adımlamaya başladım. Tunus’un içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıların da etkisiyle, çevre epey bakımsızdı. Yollarda, herhangi bir Ortadoğu ülkesinde ve şehrinde rastlayabileceğiniz ‘pislik’ler göze çarpıyordu. Şehir halkı da epey fakir olduğundan, dışarıdan gelen yabancıların yemek yiyebileceği ya da konaklayabileceği pek ‘düzgün’ tesis yoktu.
(Yukarıdaki paragrafta o iki kelimeyi kasten tırnak içine aldım. Söyleyeceğimi direkt ifade edeceğim: İslâm şehirlerini temaşa ederken, oralardaki zahirî görüntüye aldanır ve motivasyonunuzu şimdiki manzarayla heba ederseniz, ilk düğmeyi yanlış iliklemiş olursunuz. Hiçbir şeyin sizi o şehirlerin ruhuna nüfuz etmekten alıkoymamasına çalışmalı, gördüklerinizin ötesine geçebilmelisiniz. Yoksa, tarihe damgasını vurmuş namlı şehirlerimiz size bir şey söylemez, kapılarını ve pencerelerini kapatır. Siz de yorgunluğunuzla ve usancınızla baş başa kalırsınız.)
Kayravân’ın bir zamanlar sahip olduğu ihtişamı gözümde ve gönlümde canlandırmaya çalışarak, sokaklarda yolu buradan geçen âlim ve âriflerin ayak izlerini seçmeye çabaladım. Ukbe bin Nâfi Mescidi’nde, cesareti ve yiğitliğiyle meşhur o komutanı bir kere daha hatırladım. Bugünkü Fas’ta, Atlas Okyanusu’nun kıyısına kadar gelip atını suya doğru sürdükten sonra dilinden dökülen şu samimi yakarışı da: “Allah’ım, eğer önüme çıkan şu deniz olmasaydı, senin yolunda cihat etmek için daha da ileri giderdim!” Sefer dönüşü, bugünkü Cezayir topraklarında askerleriyle birlikte uğradıkları bir baskın sonucu şehit edilişini sonra…
Aynı gün yeniden başkent Tunus’a dönüp İstanbul uçağına yetişme mecburiyetim olmasaydı, herhalde Kayravân’ın beni sürüklediği iklimden uzun süre çıkamazdım.
• • •
Hamd olsun, kısa bir zaman aralığı içinde Tunus’u, Endülüs’ü ve Kahire’yi doyasıya gezmek ve sokaklarında kaybolmak nasip oldu. İslâm dünyasında tarih boyunca kurulmuş bütün devletleri, medeniyet ve kültürleri bir zincirin halkaları gibi düşündüğüm için, Osmanlı coğrafyasını tamamen dolaştıktan sonra, bu seyahatler, zihnimdeki eksik parçaların tamamlandığı bir serüvendi benim için. “Yeryüzünde gezip dolaşın” emrini tıpkı namaz ve zekât emirleri gibi Kitâb’ında tekrarlayan Rabbimizden, daha fazlası için imkân lütfetmesini niyaz ederiz. Kendim ve bu satırları okuyan istisnasız herkes adına, ortak bir dua olarak.
Herhangi bir İslâm beldesine adım atmadan önce, oraların tarihini güzelce okumaya çalışıyorum. Günümüzde artık gelişen teknolojik imkânlar, mevcut eserlerin ve önemli mekânların konumlarını kolayca belirlememizi sağlıyor. Bu, gezi sırasında vakit kaybını önlediği gibi, önceden sıkı bir program yapabilmenize de yarıyor. Bir şehrin dinî ve kültürel haritasını çıkarıp, seyahatinizi buna göre planladığınızda, istifadeniz de o oranda fazla oluyor.
Gezi sırasında odaklanmanızı sürdürebilmek için, tarihî ve kültürel derinliği iyi bilmeye ihtiyacınız olacak. İslâm şehirlerini sadece söylentiler, dedikodular, birilerinin yorumları ya da başkalarının hükümleri üzerinden değerlendirirseniz, gördüğünüz her bir aksaklık ve hafiflik, sizi meselenin bağlamından da koparacaktır. Kahire’yi, Kayravân’ı, Marakeş’i, Fes’i vb. ziyaret ettikten sonra, izlenimleri sorulduğunda sadece “çöplerden, gürültüden, pislikten, kalabalıktan” bahseden birinin nasipsizliğine ağlansa yeridir.
Seyahatinizi sabırla ve sebatla tamamlayınca, yeniden tarihî kaynakların üzerinden geçmenizde fayda var. Görmeden okuduğunuz yerlerin, gördükten sonra sizde kalanlarla birleşerek zihninizde somutlaşmasının ardından, tekrar tarihî bilgi altyapısını hatırlarsanız, artık zincirin o halkası kalbinizde ve aklınızda sımsıkı hale gelecektir.
• • •
Biz Müslüman’ız. Hayatın her alanında olduğu gibi, yeryüzünde seyahat ederken de Rabbimizin bizden istediği şeyleri yerine getirmekle mükellefiz. “Yeryüzünde gezip dolaşın, öncekilerin hali nice olmuş bir bakın” diyen Rabbimiz, bu kısacık emrinde bizlere tarih, coğrafya, astronomi, arkeoloji, sosyoloji gibi ilimlerle ilgilenmemizi, seyahat vasıtalarını edinip kullanmamızı, seyahat sırasında helal yeme-içme-konaklama imkânlarını oluşturup yaygınlaştırmamızı, gördüklerimizi kayıt altına alıp diğer Müslümanların önüne ibret vesikası olarak koymamızı da emretmekte. Bir Müslüman’ın yeryüzünde gezip dolaşması, başkalarının amaçsızca ve hevâ-heves için yorulmasından daha derin ve aşkın hedeflerle olmalı. Yoksa o başkalarından hiçbir farkımız kalmaz.
Yazıyı buraya kadar okuyup “Ama biz burslarla geçinen öğrencileriz daha!” mazeretini ileri sürebilecek bütün kardeşlerime, benzer durumlarda hep tavsiye ettiğim şeyi tekrarlayayım:
Bir “seyahat kumbarası” edinin. Her gün büyük-küçük bir miktarı, bu kumbaraya atın. İhmal etmeyin ama, her gün mutlaka kumbaraya az-çok para girişi olsun. Bir sene sonra, en az bir Balkan ülkesini görecek kadar para biriktirmiş olduğunuzu göreceksiniz. Sonrasında hemen pasaportunuzu çıkarın ve yola düşün. Ve yolda, bu kardeşinizi de duadan unutmayın. Yolcunun duası Allah katında makbuldür.
Taha Kılınç'ın Yazısı.