Esad Mücahit Eskimez

Modernleşme ben merkezciliğin dindeki neticesini deizm olarak verir. Kendisini her şeyin en iyi bileni ilan eden, kendisini bir bilenin önünde bilmediğini itiraf edecek durumda görmeyen adam deizme çok kolay yol bulur. 

Bugün artık din ve Batı denildiğinde aklımıza zayıf bir ilişki geliyor.  Pozitivizmin dinin varlığını kökünden sarstığı Avrupa, birkaç yüzyıldır fikirleri ile sadece kendisini değil dünyayı da dönüştürdü. Hristiyan Avrupa’nın bu serencamını ve bize etkilerini Türk-Alman Üniversitesi’nin sevilen hocalarından Taceddin Kutay ile konuştuk.

Özellikle 19. ve 20. yüzyılda Avrupa için dünyanın çekim merkezi demek yanlış bir ifade olmaz. Yeni gelişen hemen hemen bütün fikirlerin bu merkezden filizlenip tüm dünyayı etkilediğini biliyoruz. 21. yüzyıl Avrupa’sı bu özelliğini koruyor mu?

Avrupa bizler için her zaman bir çekim noktasıdır. Zira dünyadaki her gelişme bir kemâl noktası bulmak ister. Avrupa’nın herhangi bir şehrine gidin, bütün binaların tamamlanmış, parkların yerinde olduğunu görürsünüz. Gelişen bir şehir göremezsiniz İstanbul gibi. Dünyevi anlamda bir tamamlanmışlık vardır. Biz gelişim sürecinde olduğumuzdan hep bir araştırma halindeyiz ve bu araştırmayı tamam olan üzerinde yapıyoruz. Peki Batı’da bizi çeken şeyler nelerdir? Kemalat-ı beşeriyedir. O meşhur “Batı’nın tekniğini alalım kültürünü almayalım” sözüne muhalif bir önerme bu aslında, ama bence böyle. İstanbul’da Müslümanız diye geçiniyoruz, bizim seçtiğimiz belediyeler görevde ama engelliler için kaldırımlar elverişsiz. İstanbul’da pek çok engelli eve hapsolmuş durumda. Hanımların ve çocukların sosyal hayata çıkışı hiç kolay değil. Batı bu ihtiyaçları gördü, çözdü ve şu an çözmüş bir toplum olarak devam ediyor. Buradan örnek almak ayıp değildir.

Siz kilisede çalıştınız. Orada dindar Hristiyanları da görme şansınız oldu. Bu bağlamda, İslam ile Hristiyanlığı, günümüz toplumları nezdinde ifade ettiği anlam açısından karşılaştırabilir misiniz?

Burada Batı’nın son yüz elli senelik sergüzeştine biraz bakmamız lazım. Unutulmaması gereken bir şey var: 19. yüzyıl toplumun her anlamda pozitifleştiği, pozitivizmin etkisini çok arttırdığı bir asırdı. Din de pozitifleşti. Hristiyanlık 19. yüzyılın ikinci yarısında bir dönüşüm yaşadı. “Mistik Dini”ni bırakıp “Etik Dini”ne inanmaya başladılar. “Mistik din” yani Tanrının yüceliği, mucizeler vs. Bu otomatik olarak neyi getirdi? Elle tutulur, gözle görülür, belli kurallara bağlı ve gündelik hayatta kendisini göstermesi gereken bir inanç ortaya kondu. 20. yüzyılın büyük teoloğu Karl Rahner bundan 30 sene önce dedi ki: “Hristiyanlık mistik taraflarından bu kadar uzaklaşmış teknik bir din olarak devam ederse, önümüzdeki 100 yıl Hristiyanlığın yok olacağı asır olacak.” Bu çok önemli bir tespit. Çünkü din, din olmaktan çıkıyor, başka bir şeye evriliyor.

Şimdi biz Batı’yı biraz geriden takip eden ya da başka bir deyişle oradaki bazı dönüşümleri 100 sene sonra modelleyen bir toplumuz. Burası çok açık. Bizde de ne yazık ki dinde bir tahavvül ortaya koymaya çalışan ilahiyatçılar, dini matematize etmeye, matematik kurallarının içerisine koymaya, etik sınırların içerisine hapsetmeye çalışıyorlar. Bu yaşadığımız en büyük sıkıntı. Batı giderek dini tekrar mistikleştirmeye çalışırken biz teknik bir din ortaya koymaya çalışıyoruz. Oysa ki İslamiyet şu haliyle zaten Batı’nın varmak istediği yerde duruyor.

Ülkemizde bilhassa gençliğin merkezde olduğu deizm tartışmaları var. Az önce de bahsettik, Avrupa birçok hususu bizden önce tecrübe etmiş olabiliyor. Bizde yeni başlayan “Deizm” tartışmaları Avrupa’da nasıl bir süreç yaşıyor?

Avrupa rönesans ile birlikte “ben”i keşfetti. Ben denmeye bir kez başladıktan sonra bir yerde istiklâliyetini ortaya koyman lazım. Güzel bir deyiş vardır “Çıkar beni aradan, kalsın seni Yaradan.” Bu kadar ben diyen adamın gönlünde “Rabbe” yer olmaz. Deizm bu noktada ortaya çıkmış bir şeydir. Tamam bir tanrı vardır ama bu tanrı ile bizim gündelik hayatımızın bir ilişkisi yoktur. Bu “ben” demenin bir neticesidir. Modernleşme ben merkezciliğin dindeki neticesini deizm olarak verir. Kendisini her şeyin en iyi bileni ilan eden, kendisini bir bilenin önünde bilmediğini itiraf edecek durumda görmeyen adam deizme çok kolay yol bulur. Ama kendisini zayıf, eksik yani kusuruyla kabul eden insan Rabbinin huzurunda kendisini bir kul olarak görür ve deist olmaz. Çünkü kendisini bir büyüğünün önünde küçük görmeye alışkındır. Günlük hayatında da Rabbül Alemin’i kendi Rabbi olarak düşünür.

Şuraya özellikle değinmek istiyorum: Avrupa özelinde dinsizliğe mi yöneliş var yoksa bir dini inanca mı? Eğer dine bir ilgi söz konusuysa burada Hristiyanlığa ilgi ne durumda? 

Batı’nın genel olarak sıkıntısı “din”ledir. Din ile olan sıkıntının sebebi ise şudur: Din günümüz toplumuna ve bu topluma dayatılan kurallara, çerçeveye bir alternatif sunar. Hristiyanlık bu anlamda modern kapitalist kültürü rahatsız edecek bir din değildir. Bu kültürü rahatsız edecek bir buçuk din vardır. İslamiyet ve Yahudilik. Yahudilik buçuk çünkü misyoner karakterli değil; kendisini yaymak istemez. Bu bakımdan biz kapitalist kültür ile tam olarak örtüşmeyen kâmil bir dine sahibiz. Bu özelliğimizi muhafaza etmeye gayret edeceklerine ilahiyatçılarımız dini Hıristiyanlığa yakın bir noktaya çekerek modernite ile barıştırmaya çalışıyorlar. Açık söyleyelim bunun en önemli sebebi söz konusu kimselerin şahsi kompleksleridir, “Efendim biz de sizin kadar moderniz” diyebilmeye hissettikleri ihtiyaçtır. Bu çaba dini din olmaktan çıkarır zira her kurum ancak kendi kontekstinde vardır. Oysa modernitenin aşıldığı, kurumlarının tasfiye edildiği günleri yaşıyoruz. Bize modernize edilmiş bir din önermenin alemi nedir? Batının çıkardığı her elbiseyi giymek mecburiyetinde miyiz? Oysa Batı açısından tanrıya dönmek isteyen adamın gideceği yer Kilise değildir. Hıristiyanlık Batı açısından dönülebilir bir durak değil, zira mistik özelliklerini yitirmiş, aritmetik bir kuruma dönüşmüş durumda. Bu dönüşüm kiliseyi çelişkilerle doldurdu. Bir yandan evrim teorisini kabul ederken diğer yandan inananlarından Hz. Meryem’in bakire olduğuna inanmasını bekliyor. İslamiyet ise Batı için ilk varılması gereken duraktır, zira hakiki ve tam bir dindir. İşte dini reforme etmeye çalışan ilahiyatçılar İslamiyet’i bu hüviyetinden uzaklaştırmaya gayret ediyorlar. Bunun farkında olmamaları İslam dinine verdikleri zararı maalesef hafifletmiyor.


GENÇ'ın Yazısı.