İlm-i Kıyâfet
Yusuf Korkmaz
Çakır gözlüler korkak; kırmızı gözlüler cesur olurlar. Gök gözlüler (mavi-yeşil) kendini beğenmiş olurlar. Uzun boylular saf kalpli ve gönlü temiz olurlar. Kısa boylular kindar ve hileci olurlar. Orta boylular merhametli ve bilgin olurlar.
İlm-i kıyâfet, insanların fiziksel özelliklerinden yola çıkarak onların karakter ve huylarına dair çıkarımlarda bulunma ilmidir. Bu ilme vakıf âlimler insanların ten rengi, yüz, boy, et, hareket, saç, baş, alın, kulak, kaş, göz, burun, ağız; ses ve söz, gülüş, dudak, diş, çene, sakal, boyun, omuz, bilek, el, parmak, sırt, karın, ayak gibi uzuvlarından hareketle inceledikleri insanın karakterini tahmin etmeye çalışırlar.
İlm-i kıyâfet meselesi yani insanların bedensel özelikleriyle kişilik ve zekâ düzeyleri arasındaki ilişkiler bulunabileceği görüşü antik çağlara kadar dayanmaktadır. M.Ö. 5. asırda yaşayan Yunan hekimi Hippocrates’in hastalığın ya da hastanın tanı ve tedavisinde bu ilimden yararlandığı bilinmektedir. Yine Aristo da öğrencisi İskender’e siyaseti öğretirken kıyafet ilmini öğrenmesini tavsiye etmiştir.
İslam Dünyasında İlm-i Kıyâfet
Kıyafet kelimesi, Arapçada bir kimsenin peşinden gitmek manasındaki kavf kökünden türemiştir ve görünüm, tarz, birinin peşinden gitmek gibi anlamları vardır. Kıyafet ilminin Arapçadaki karşılığı ise ilm-i firâset’tir. İslam dünyası ilm-i firâset’le yakından ilgilenmiş ve bunu sıklıkla kullanmıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Hilye-i Şerifleri aslında bu ilm-i firâset geleneğinin bir sonucu sayılabilir. Hatta firaset ilmi için “Sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun, sen onları, konuşma tarzlarından da tanırdın” gibi ayetlerden ve “Mü’minin firasetinden korkun. Muhakkak ki o, Allah’ın nuruyla bakar” gibi hadislerden deliller getirilmeye çalışılmış ve firaset ilmi temellendirilmiştir. Bu konuda pek çok eser telif edilmiştir. Nitekim İslam dünyasında bu konudaki ilk eser İmam Şâfiî’nindir.
Osmanlı Dünyasında İlm-i Kıyâfet
Türkler ise firaset yerine kıyafet kelimesini kullanmışlar ve bu ilmi mütekâmil bir hale getirmişlerdir. Kıyafet ilminin Türkçe’deki ilk kayıtlarına Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’inde rastlanır. Yine Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’sinin bir bölümü ilm-i kıyâfete ayrılmıştır. İlm-i kıyâfetin anlatıldığı eserlere Kıyafetnâme denir. Türk edebiyatındaki ilk müstakil kıyâfetname Bedr-i Dilşâd’ın Sultan II. Murad’a yazdığı Muradname’dir. Türkler bu ilmi ciddi bir şekilde kullanmış, bu ilimle hükümler çıkarmışlar ve bu hükümler zamanla atta karın yiğitte burun, iyilik etme kellere gider söyler ellere, başı büyük bey olur ayağı büyük çoban gibi atasözlerine ve deyimlere dönüşmüştür:
Tarih boyunca pek çok kıyafetname kaleme alınmıştır. Bunların çoğu padişahlara ve devlet yöneticilerine sunulmuştur. Bu kıyafetnamelerden hareketle bir iş için seçilecek adamların ilk görüşmede fiziki özelliklerinden yararlanarak kişilerin yararlı ya da yararsız huyları hakkında bilgi sahibi olunmaya çalışılmıştır. Yine cariye ve köle seçiminde kıyafetnameler kullanılmıştır. Hukukta suça meyil, tıpta hastanın iç dünyası hakkında ipuçları bulmada kullanılmıştır. Aslında ilm-i kıyâfet, modern dünyada bize bir “öcü” olarak sunulan önyargının tekâmüle ulaşmış biçimidir. Fıtrat itibariyle insan, hakkında fikir sahibi olmadığı bir diğer insanla karşılaştığında onun kılık-kıyafetinden ve bedensel özelliklerinden yola çıkarak doğru veya yanlış çıkarımlarda bulunur. Bu çıkarımlar doğrultusunda karşılaşılan kişinin uzak durulması, çekinilmesi ya da arkadaş olunması gereken bir kişi olduğuna karar verilir. Bu açıdan ön yargı insan için bir nimettir. Zira ön yargısız bir dünyada herkesin ya çok iyi (zararsız, günahsız.) ya da çok kötü (yararsız, günahkâr) olması gerekecektir ki bu da insan fıtratına aykırıdır.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Osmanlılar bu ilme önem vermişlerdir. Onlar için bu ilim güvenilir ve kullanılabilir bir ilimdir. Aşağıdaki iki hikâye Osmanlıların bu ilme dair bakış açılarını göstermesi bakımından oldukça faydalıdır.
Kıyâfetnâme Müelliflerinin Hassasiyeti
Erzurumlu İbrahim Hakkı ile Sarı Gümrükçü isminde bir adam bir gece bir kahvehanede konaklamışlar. Kahvehanenin sahibi bu ikisine birçok izzet-i ikramda bulunmuş, iyi kalpli bir adammış. Ancak İbrahim Hakkı ilm-i kıyafete vakıf bir zât olarak kahvehanenin sahibini incelemeye başlamış. Kahvecinin ten renginden, gözlerinde, vücut yapısından çıkardığı sonuçlarla kahvecinin davranışları birbirini tutmuyormuş. O gece İbrahim Hakkı ilm-i kıyafete verdiği emekler ve hazırladığı kıyafetnamenin boşa gittiği fikrine kapılmış ve uykusu kaçmış.
Ertesi sabah ayrılırken Sarı Gümrükçü hesapları görmek istemiş. Kahveci akla hayale gelmeyen bir ücret istemiş. Sarı Gümrükçü direndikçe kahveci aksileşiyor, o kuzu gibi adam bambaşka bir adama dönüşüyormuş. İbrahim Hakkı’nın neşesi yerine gelmiş:
-”Ver Ağa ver!” Ne istiyorsa ver! Bu adam az daha eserimi yaktıracaktı demiş.
Kıyafetnamelerin Toplum Üzerindeki Etkisine Dair
Adamın biri, kıyâfetnâme nev’inden bir eser okurken “Sakalı, bir tutamdan ziyade olan kimse ahmaktır” ibaresine rastlamış. Hemen kendi sakalını avuçlayınca bakmış ki bir tutamdan fazla! Ahmaklar tâifesine dâhil olmamak için sakalını eliyle ölçtükten sonra, sakalının bir tutamdan fazla olan miktarını yakmak istemiş. Sakalının ucunu yakayım derken hâliyle eli de yanmış. Elini çekince bütün sakalı dahi yandığından bu sefer tamamen sakalsız kalakalmış. Adamcağız bir hışımla eline kalemi alarak kıyâfetnâmedeki “Sakalı, bir tutamdan ziyade olan kimse ahmaktır” cümlesinin yanına, “Evet öyledir, bittecrübe sâbittir!” sözlerini ilave etmiş.
İlm-i Kıyafet Hükümleri
Bu kısımda kıyafetnâmelerin yüz, göz ve boy için anlatılan hükümlerden kısa örnekler verelim. Yüzü kırmızı olanlar deliliğe meyillidir. Yüzünün ortası kırmızı olanlar utangaç olurlar. Yüzü ensiz olanlar anlayışlı ve yardımsever olurlar. Kenarları şişik yüzü olanlar öfkeli olurlar. Kara gözlü insanların akılları ve fikirleri çok olur. Çakır gözlüler korkak; kırmızı gözlüler cesur olurlar. Gök gözlüler (mavi-yeşil) kendini beğenmiş olurlar. Uzun boylular saf kalpli ve gönlü temiz olurlar. Kısa boylular kindar ve hileci olurlar. Orta boylular merhametli ve bilgin olurlar.
Kısaca yazdığımız bu hükümlerden sonra kıyafetname müellifleri bunların fıtrattan gelen meyiller olduklarını söylemişler fakat asıl olanın terbiye olduğunu, terbiye sonucu meyilli olunan kötü huy ve davranışlardan kurtulunacağını yazmışlardır.
GENÇ'ın Yazısı.