Bana Pencereni Göster Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim
Duyulmuş misâldir; eski zamanlarda pencere önüne sarı çiçek konulmuş ise yoldan geçenlere bir mesaj verilirmiş: “Evde hasta var.” Netice itibariyle çiçeği gören satıcı oradan geçerken seslenmez, çoluk çocuk o ev önünde oynamazmış. Ne zarif bir düşünce.
Çoğumuzun hayali olmuştur, Servet-i Fünun’daki roman kahramanları gibi cumbalı bir evde oturup sabahları perdeyi kenara çekerek gün ışığını odaya doldurmak ya da ahşap evin üst kat penceresinden bakarken radyodan çalan musiki eşliğinde hayallere dalmak. Nice şaire ilham oldu bir pencere, yolu gözlenenler ilk oradan görüldü. Çocuklar babalarını işe yollarken oradan ağlayarak elini uzattı. Düşünmesi dahi ne hoş. Üzülerek ifade ediyorum dostlarım, o günler sanki geride kaldı. Kendimizi, bilgisayar ve telefon ekranlarına çiçekli pencere fotoğrafları koyarak ferahlatmaya çalışıyoruz. Pencere önü çiçeği hassasiyeti hangimizde var ki? Tozdan ve kirden pencerelerimizden içeriye gün ışığı girmez olmuş. Çerçeve mi kırık cam mı belli değil. Ya da öyle kalın perdeler çekmişiz ki bir daha hiç açmamacasına, kapatmışız gönlümüzü güne, geceye, komşumuza, sokağımıza. Duvar örmüşüz hepten. Diyorum ki, çuvaldızı biraz da kendimize batıralım, içimize dönelim; kalbimize. Gönüllerimiz hangi âlemlerde ve acaba penceremiz ne halde? Ya da şuradan başlamalı: Kalbimizin dışarıya açılan bir penceresi var mı? Bu sorunun cevabını bulan muhakkak en yakın zamanda bir çiçek alacaktır.
Ne demiş Cahit Sıtkı Tarancı:
“Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!”
Merve Özkan'ın Yazısı.