Şehirlerimiz Kaybolursa Ruhumuz da Kaybolur
Yasin Temel
İnsanların ‘medeniyetler’ üzerinde bıraktığı en önemli eserlerden biri ‘şehirler’dir. Medeniyetlerin ise esasında şehirlerin üzerinde bıraktığı en kıymetli eserlerden biri de ‘insan’dır.
Bu üçleme birbirinin ‘mütemmim cüzü’dür. Oluşum esasına göre ise en nihayetinde bu işin nüvesinde insan vardır. İnsan, medeniyetin ve şehirlerin oluşmasında var olduğu günden bu yana en belirleyici rolü almıştır. İnsan, medeniyete de şehirlere de ruh katan onu adeta kendi benliğine nakşeden bir tabloyu her dönemde çizmiştir. Hayat sürmenin ihtiyaçlarından olan barınma, güvenlik, yemek-içmek gibi temel faktörler insan eliyle medeniyetleri beraberinde getirmiş ve bunun sonucunda ise şehirler meydana gelmiştir.
Şehir, zaten ruhu ve oluşumu sebebiyle medenileşmeyi gerektirir. Buna verilebilecek en güzel örnek Yesrip’tir. Yesrip, Allah Resulü’nün hicretinden sonra ‘Medine’ ismini almıştır. Bu isim ‘medeniyet’ kelimesiyle aynı kökten gelir.
Her şehrin bir ruhu vardır. Bu ruh insanı o yörenin medeniyeti ile yoğuran, mayasını, tuzunu, suyunu katan değerlerdir. Şehirlere girdiğinizde hissettiğiniz duygu, aldığınız koku ve yaşadıklarınız o şehrin ruhunun hamuruna katılanlardan gelir. Sizi alır götürür o medeniyetin doğduğu, rengini, kokusunu aldığı zamanlara. “Konya’da gezerken, Mevlana’nın Şems’e giderken hissettiği muhabbete ram olmak, Bursa’da Aziz Mahmut Hüdâyî’nin ‘ciğer’ sattığı yeri görmek, Üftade Hazretlerinin ‘yürüdüğü’ yoldan yürümek, Ankara’da, Akşemsettin Hazretlerinin, Hacı Bayram Veli Hazretlerine nasıl ‘çekilip’ geldiğini yaşamak istersiniz.”
İşte bu yüzdendir bizim şehirlerimizin yüreklerinin bu kadar engin, insanlarının ise medeni olması. Çünkü medeniyet ve şehir en çok bize yakışır.
Paris’te Eyfel Kulesi’nin önünde fotoğraf çekerken, Galata Kulesi’nde aldığınız tadı alamazsınız, Berlin’de Brandenburg Kapısı’ndan girerken, Unkapanı Köprüsü’nden geçerkenki gibi bir ayrıcalık hissetmesiniz, Londra’da Westminster Sarayı’nı gördüğünüzdeki hissi, Kuleli Askeri Lisesi’nin hissi ile kıyaslamazsınız bile.
İşte budur bizim medeniyetimizin boyası, kokusu. Yaşanmışlıkların şehirlere çaldığı boyalardır, medeniyetlerin şehirlere bıraktığı izlerdir bu hisleri bize yaşatan. Bizim şehirlerimize bu ruhu veren o şehirlerin altında yatanlardır. Çok güzel ifade etmektedir Yûnûs Emre şu dörtlüğünde;
“Hor bakma sen toprağa,
Toprakta neler yatar?
Kani bunca evliya,
Yüz bin Peygamber yatar.”
Küçücük evlere hapsolup, aşırı bireyselleşmek kadim medeniyetimizin aziz hatıralarına da ters düştüğü gibi, gelecek nesillere bırakabileceğimiz bir yaşam alanı hakkı tanımadığımızı konusunda da aşırı bencilleştiğimizi ve duyarsızlaştığımızı ortaya koyuyor.
Bugün bize düşen insan, medeniyet ve şehir üçlemini kaybetmemektir. ‘Modernleşme’ adına katledilen şehir ve medeniyetleri kurtarmak, yaşamak ve yaşatmaktır. Gelecek nesillere kadim medeniyetimizin izlerini taşıyacağımız yaşanılabilir şehirler bırakmaktır. Yeni kuracağımız şehirlerin hamuruna medeniyetimizin mayasını katıp, inanç, iman ve ruh suyu ile yoğurmaktır.
Unutmayalım insanların üstündeki medeniyet kaybolursa şehirler kaybolur, medeniyet ve şehir kaybolursa sözünü ettiğimiz ruh zaten çoktan bizi terk etmiş olur.
GENÇ'ın Yazısı.