Necip Fazıl`ın Manevi Oğlu: Hilmi Oflaz
Köşkten Gecekonduya
Aslen Trabzonlu olup 1926’da Düzce’de doğar. Ortaokul mezunudur. Fakat tahsil görmüş koca profesörlere taş çıkartacak kadar donanımlıdır. Müthiş bir kitap sevgisi vardır. Sadece sevgi değil, deli gibi okur aynı zamanda. 25 bine yakın kitap okuduğu anlatılır. Bitmek bilmeyen öğrenme aşkı, kazandıklarını kitaba yatırmasına yol açacaktır. Tabi çıkan her bir yeni dergiye onlarca farklı isimle abone olmaktan ya da gençlere yemek ısmarlamaktan arta kalan parayla. Önceleri Çengelköy’de bir köşkte otururlar. Durumları iyidir. Kira gelirleri ve Düzce’de tütün tarlaları vardır. Fakat Hilmi Oflaz servetini artırmak yerine harcamayı seçer, sonunda Kuleli’de bir gecekonduya kadar düşer.
Devlet Selamette
Sokakların bilge adamı ikram etmeyi o kadar çok sever ki... “Kendi başına yeme” düsturunu hayatının en önemli prensibi haline getirir. Elinden hiç düşürmediği siyah poşetinde ikram etmek için zeytin, peynir, domates olur. Dünyanın en bereketli yer sofrasını açar, herkesi buyur eder. Artık o yemek saray sofralarından daha lezzetlidir. O’nun olduğu ortamlarda asık suratlı insanlar yoktur. Neşe katar, insanları güldürmeyi sever, yüzünden tebessüm eksik olmaz. Bilgeliğini sözlerinden anlarsınız. Devlet meselesi tartışılırken bir anda şu cümleler dökülüverir: “Devlet selamette, hükümet rezalette; milletin bir kısmı gaflette, bir kısmı hayrette, bir kısmı gayrette; ama devlet selamette.” Keskin ve hazırcevaplığını üstadından almış olabilir.
Marmara Kıraathanesi
Bugün bürokraside önemli konumda olanların önemli bir kısmının, akademisyenlerin ciddi bir yekûnunun yolu Beyazıt’taki Marmara Kıraathanesi’nden geçmiştir. İstanbul’da kültür hayatının can damarlarından biri olan bu kıraathaneye Necip Fazıl, Erol Güngör gibi isimler sık sık gelir. Halkalar kurulur, hararetli tartışmalar olur. Sırf oradaki tartışmaları dinlemek için gelenler vardır. Hilmi abi işte oranın müdavimlerindendir. Kendisini arayanlar için adresi burasıdır. Gençlerle sohbet etmeyi sever. Gözüne kestirdiği gençleri kenara çekerek paraya ihtiyaçları olup olmadığını sorar. Onlarcasına burs bağlar.
Vefa Sadece Bir Semt Adı mı?
Tam bir vefa abidesidir. Bugünlerde çok sık görmediğimiz bir haslet bu. Yakın dostlarını, ayaküstü sohbet ettiği gençleri, üstadlarını asla boşvermez. Herkese olağanüstü bir kıymet verir. Kendini önemsemez, muhatabını yüceltir. Almak istemez, daha çok vermek ister. Kendinde boğulmaz, başkasında dirilir. Samimiyeti en büyük sermayesidir. Etrafındaki hemen herkes O’nun ahlâk ve kişiliğine hayrandır. Sahi bizim ahlâkımıza kimler hayran?
Necip Fazıl’ın Manevi Oğlu
Necip Fazıl’ın manevi oğlu olarak bilinir. O’na karşı hürmet ve sevgisi büyüktür. Bir yere gittiklerinde Necip Fazıl O’nu şöyle takdim eder: “Fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas, krallara diklenecek kadar gözü kara, aslanların önüne çıplak atlayacak kadar cesur, aziz dostum, işportacı Hilmi.” Bir şiirinde geçen “Garip geldik gideriz, rafa koy evi barkı / Tek, dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı” ifadeyi manevi oğluna yazdığı söylenir. Necip Fazıl Toptaşı Cezaevine girdiğinde Hilmi Oflaz tezgahını alır, cezaevinin önüne kurar. Artık yeri burasıdır. Ne zamana kadar? Necip Fazıl cezaevinden çıkana kadar. “Niye buradasın?” diyenlere “Ola ki ağabeyimin bir ihtiyacı olur da yardım ederim.” der. 1,5 yıl orada bekler. Her gün düzenli gider, tezgahını kurar, görüşme saatlerinde üstadı ile buluşur, ihtiyaçlarını gidermeye gayret eder.
Parasız Pasaportsuz Hac
Hayatı deli dolu yaşar. Plan, proje hak getire. Doğru bildiğini düşünmeden uygulayan, kafasına göre yaşayan, tuttuğunu koparan biri. Bir gün yolda yürürken Mehmed Niyazi’nin abisi Ziya Özdemir’i görür. “Hacca gidiyorum, hakkını helal et” der Özdemir. “Dur, ben de geliyorum” der ve arabaya atlar. Nasıl bir Kâbe aşkıysa bu pasaportsuz, parasız üç ülke geçer ve Haccını yapıp döner.
Dergiler Can Damarı
Dergileri çok sever. Ufak tefek şeyler sattığı tezgahının önemli bir kısmını dergilere ayırır. “Hanımlar, beyler! Sadece giyim kuşamınızı düşünmeyin, biraz da kafanızı düşünün. Şu dergilerden bir tanesini alın, siz okumasanız da çoluğunuz çocuğunuz okur.” diye bağırır. Hiçbir derginin kapanmak zorunda kalmasına gönlü razı olmaz. Özellikle Büyük Doğu’ya çok destek verir. Ufak tefek kazandıklarıyla farklı farklı isimler adına dergi aboneliği yapar. Gelen dergileri gençlere hediye eder. Hiç de mütevazı sayılmayacak çapta bir kütüphanesi vardır. Niye bu kadar çok kitap biriktirdiğini soran birine “Allah bize zaman, fırsat, sıhhat vermiş. Biz bu işe gönül koymuşuz, niye okumayalım?” diye cevap verir. Öğrencilere burs verir, burs bulur. Kendisi garibandır ama sokaktaki garibanların elinden tutmaya çalışır. Yine Necip Fazıl O’nun bu özelliği için “Kamyon gibi yük çeker, uçaktan hızlı uçar.” der. Dostlarından biri bir gün, “Elinde ne var?” diye sorunca “Dostlarım, kitaplarım ve bir de sigaram var.” demiştir. Ayrıca Ötüken Neşriyat’ın kurucuları arasındadır.
Ben Sizi Hiç Tanımıyormuşum
Mehmed Niyazi, “Deliler ve Dahiler”de Hilmi Oflaz ile ilgili şöyle bir hatıra paylaşır: “İzmir’de Devlet Tiyatrosu elemanlarıyla aynı otelde kalıyorduk. Bir akşam lobide ünlü solcu tiyatrocu Yıldırım Önal’la karşılaştık. Biz Necip Fazıl’ın Abdulhamit Han isimli eserini sahneye koyuyorduk. Önal, bizim tiyatro bilmediğimizi, tiyatro yapmaya kalkmakla halkı tiyatrodan soğuttuğumuzu söyleyince, ben de Hilmi’yi çağırıp onunla tanıştırdım. Dedim ki ‘bu bizim malzemecimizdir, asıl mesleği işportacılıktır. Konuşun bakalım, bizde tiyatro bilgisi var mı yok mu?’ Önal, Hilmi’yi küçümser bir tavırla, ‘Tiyatro nedir’ diye sordu. O, malum tavrını takınıp, hecelerin üzerine basa basa ‘Tiyatro kelimesinin etimolojik manası’ diyerek söze girdi, tiyatronun Eski Yunan’ın hangi şehrinde, hangi akasya ağacının altında, hangi aktörler tarafından, kimin piyesini oynamakla başladığını belirterek giriş yaptı ve okyanusa dalar gibi, Eski Yunan’a daldı. Tiyatronun gelişim sürecinde daha Eski Yunan’ın son yüzyılına henüz geldiğinde saat sabahın üçü olmuştu. Önal, kızarmış gözlerini oğuşturarak “Saat dokuzdan beri dinliyorum. Çok yorgun olmasam daha saatlerce dinleyebilirim. Çok özür diliyorum, ben sizi hiç tanımıyormuşum, sizde tiyatro, edebiyat, tarih, her şey var.” dedi.
Nedir Sendeki Bu Sır?
Hilmi Oflaz vefat ettiğinde, geride eskimiş bir ceket, su alan bir ayakkabı, hâlen gülümseyen zarif bir yüz, 30 bine yakın kitap ve oldukça kalabalık bir aile bıraktı. Siz hayatınızı zahiren fakir ve yoksul, işportacı olarak geçirirsiniz ama bir üniversite kampüsünde ders olursunuz. Dergilerin, kitapların baş karakteri oluverirsiniz. Nasıl bir niyetle, nasıl bir hayat yaşadığınızla doğrudan ilgilidir bu durum. Ve biz geriye çekilip “Nedir sendeki bu sır?” diye meraklanırız. 15 Mayıs 1998’de muazzam bir kalabalık O’nu uğurladı. Necip Fazıl’ın hemen yanına defnedildi. Geride 5 temiz evlad bıraktı. Hilmi Oflaz, öyle bir hayat yaşadı ki hakkında kitaplar yazılmalı, tekrar tekrar filmi çekilmeli. Allah, O’na da bize de rahmet eylesin.
Yusuf Temizcan'ın Yazısı.