Bilal Gündoğdu

"Bu konvoy, zindanlarda 10 saat işkence gören bir kadının işkence saatini 9 saate bile indirmeyi başarsa ve bu kazanılan bir saatte o kadın Allah’la baş başa kalabilirse bu sizin dünya ve ahiretinize yeter. Tabi ki gönlümüz hepsinin özgür kalmasından yana..."

Vicdan Konvoyu öncesinde yaptığımız bir toplantıda kurmuştu bu cümleleri Bülent Yıldırım ağabey. Benim konvoya olan inancım da bu cümleleri zihnime nakşetmemle başlamıştı.

Vicdan Konvoyu: Suriye zindanlarında mahpus, aralarında kız çocuklarının da olduğu 13 bin 581 kadının özgürlüğünü talep etmek ve uluslararası kamuoyu baskısı oluşturarak bu kadınların hürriyetlerine kavuşturulmasını hedefleyen bir dünya kadın hareketi.

Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

Tanımda bahsi geçen hedef ve dua ile İstanbul’dan yola çıkarak Hatay’dan dünyaya “sessiz bir çığlık” yükselten kadınların bu hareketini ulusal ve uluslararası kamuoyuna duyurmak amacıyla başlamıştı bizim de üçüncü konvoy hikâyemiz. Halep’e Yol Açın ile MotoBosna konvoylarının acıları ve heyecanları henüz geçmeye başlamışken oluşturulan bu konvoya biz de yine medya mensubu olarak katılacaktık. Yapılan basın açıklamalarını haberleştirecek, vicdanlı kadınlardan yükselen çığlığı ikiyüzlü müstekbirlere ulaştırmaya gayret edecektik. Her fırsatta kadın hakları edebiyatı yapan söz sahiplerine Suriyeli kadınları hatırlatacak ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlayacaktık!

Duymak İstemediğimiz Ne Çok Hikâye Varmış

Avukat Gülden Sönmez’in İstanbul Yenikapı Meydanı’nda sağanak yağışa rağmen yaptığı basın açıklamasının ardından kadınların oluşturduğu 60 otobüsle birlikte Hatay yoluna koyulduk. Önce Kocaeli’nde durakladık, buradaki aktivist kadınları da konvoya dâhil ederek Sakarya’da bizi bekleyen salon programına vardık. 55 ayrı ülkeden gelen kadınların Sakarya’dan yükselttikleri çığlıklardan özellikle bir tanesi vardı ki dikkatleri kendisinde topluyordu: Srebrenitsa Anneleri. Bin 400 kilometreyi aşan yoldan bu defa onlar vatanımıza giriş yapmış ve tıpkı yıllar önce kendilerine yapılan zulmü yaşayan Suriyeli kadınların sessiz çığlıklarına ses olmaya gelmişlerdi. MotoBosna Konvoyu ile birlikte Srebrenitsa’daki acıya bizzat şahit olduğumuz için olacak ki onların varlıkları bizleri ayrıca hüzünlendiriyordu. Çünkü hikâyelerini artık biliyorduk: Onlar da Suriyeli kadınlar gibi ya tecavüze uğramış ya da türlü türlü insanlık dışı işkencelere maruz kalmışlardı. Bu düşüncelerle işimizi yapmaya çalışırken, “Duymak istemediğimiz ne çok hikâye varmış” cümleleri dökülüyordu dudaklarımızdan. Dün Çeçenistan, Bosna. Bugün Suriye, Arakan… Ve daha niceleri.

Sakarya programının ardından konvoyun ilk gecesini geçireceği önemli bir durak noktası olan Ankara’ya doğru yola koyulduk. Yollarda kâh araba kullanıyor kâh basın işlerinin takibatını yaparak etkiyi olabildiğince yüksek düzeyde tutmaya çalışıyorduk. Ertesi gün konvoy temsilcileri, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun yanı sıra Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da kabul edilince maksat hâsıl oluyordu: Konvoy artık Türkiye gündeminde.

Vicdanlı Kadınlar Beştepe’de

Yine basın takibatını yapmak üzere konvoy temsilcisi yerli ve yabancı kadınlarla birlikte bizler de Beştepe’ye çıktık. Ziyarette önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ülkemizin Suriye politikasından bahsederek konvoyu oldukça anlamlı bulduğunu belirtti ve konvoyun başarısı için dua etti. Ardından da farklı ülkelerden gelen kadınlar konuşmaya başladı ki ziyaretin zirve noktası da burası oldu. Zirve noktası diyorum çünkü misafir kadınlar anlattıkça ev sahibi Emine Erdoğan hanım ve beraberindekiler gözyaşlarını tutamıyordu. Haliyle bizi de etkileyen bu durum, “Suriyeli kadınları en iyi biz anlarız” diyerek söze giren Srebrenitsa Annesi’nin anlattıklarıyla salondaki herkesi duygulandırıyordu. 77 yaşında olduğunu ve neredeyse çeyrek asır sonra Srebrenitsa’ya dönebildiğini anlatıyordu o anne. Daha sonra 7 ay boyunca Suriye zindanlarında kalan ve esir takasıyla hürriyetine kavuşan Suriyeli bir kadın alıyordu sözü. Sadece ve sadece barışçıl gösterilere katıldıkları için içeri alındıklarını, hapishanedeki işkencelerden dolayı eşini kaybettiğini ve onun cesedini bile kendilerine vermediklerini anlatıyordu Majd Al Chourbaji.
Eşlerinin gözleri önünde kadınlara tecavüz edildiğinden ve daha nice işkence türlerinin Suriyeli kadınlar üzerinde denendiğinden bahsettikçe de gözler yere eğiliyor, zaman ve mekân bilinci sekteye uğruyordu zihinlerde. Dua ve temenni dileklerinin ardından ise TBMM’ye geçiliyor ve orada da çeşitli temaslarda bulunuluyordu. Konvoyun Adana’ya ulaştığı akşam saatlerinde ise temsilci kadınlar ve biz yeni ayrılabiliyorduk Ankara’dan; yorgun ve uykusuz bir şekilde.

Adana sabahına uyandığımızda ise heyecan iyice artıyor, Hatay’dan dünyaya verilecek olan mesajın son hazırlıklarına başlanıyordu. İkinci gecenin ardından Anadolu’nun dört bir yanından gelen katılımcılarla birlikte 200 otobüse ulaşan ve sayısı 10 bini bulan konvoy katılımcısı ev hanımı, doktor, hukukçu, gazeteci, sanatçı, sporcu, siyasetçi ve diğer meslek gruplarından kadınlar, oyalı yazmalarını ellerine kelepçe yapmak üzere Suriye sınırına doğru yola koyuluyordu. Sessiz çığlığın yükseltileceği Hatay Fuar Alanı’na varıldığında ise bizler de kendi yerimizi alıyor ve anlık bilgilendirmelerimize başlıyorduk.

“İnsanlığımızdan Utanıyoruz”

“Sizden asla vazgeçmeyeceğiz Suriyeli kardeşim” teması üzerine kurulan konuşmalar yapıldıkça meydandaki coşku artıyor, sessiz çığlığın atılacağı an yaklaşıyordu. Ve o an geldiğinde şu sesi yükseltiyordu tüm vicdanlı kadınlar adına Gülden Sönmez:

“…Suriye savaşında kadınlara tecavüz bir silah olarak kullanılıyor. İnsanlığımızdan utanıyoruz. Kimyasal silahlarla çırpınarak ölen her çocuk ve hapislerde tutulan mazlum her kadın insanlığın geleceğine dair biraz daha umudumuzu kaybettiriyor. Artık yeter diyoruz. Ne çok öldük. Ne çok acı çektik. Orada olduğunu duyuracağız dünyaya Suriyeli kardeşim. Ve sizi kurtarana kadar tüm karar vericileri rahatsız edeceğiz. Bu bir başlangıç…”

Utanma Duygusunu Yitirmemiş Vicdanlar

Diğer katılımcı kadınlar da konuşmalarını yaptıktan sonra boyunlara asılan oyalı yazmalarla eller düğümleniyor ve yere çökülüyordu. Vicdan sahibi herkesin yüreğini titreten bu sessiz bekleyiş, tüm dünyaya insanlığın ve vicdanın hala ölmediği umudunu aşılıyordu.

Bu umut aynı zamanda henüz zahiren sonuç alınmamış olsa bile yazının başında ifade edilen temenniyi de besliyordu: Suriye zindanlarındaki binlerce kadından sadece bir tanesinin bile işkencesi bir saat hafiflediyse, konvoy amacına ulaşmış demektir. Ve bu, utanma duygusunu yitirmemiş vicdanlara fazlasıyla yeter…

İzzetimizi yeniden kazandığımız günlere bir an önce ulaşabilmek duasıyla.





 


GENÇ'ın Yazısı.