Paris’e Kaçış

Ocak 1884’de Üsküp’te doğdu. Çok değil, 133 yıl önce bizim olan topraklarda yani. Asıl adı Mehmet Âgâh. Bir dönem Üsküp’te belediye başkanlığı yapmış olan İbrahim Naci Bey’in oğludur. Annesi, ünlü divan şairlerinden Leskofçalı Galip’in yeğeni Nakiye Hanım’dır. Babasından daha çok, ümmi olan annesinin tedrisatından geçmiştir. İlk öğrenimini Üsküp idadisi, ardından Selanik Lisesi ve İstanbul’da Vefa Lisesi’nde alır. Yüksek okula hazırlık döneminde başarılı olamayınca Paris’e kaçar. Orada Siyasi Bilimler okumaya çalışır ama tam dikiş tutturamaz. Jön Türkler ile birlikte hareket eder. İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerini dolaşır. Meşrutiyet’in ilanından sonra ülkeye döner. Neredeyse 9 yıl geçirmiştir Paris’te. Herhangi bir diplomaya sahip olmadan dönmüştür ama zengin bir sanat ve tarih kültürüyle donatmıştır kendisini. Birinci Dünya Savaşı esnasında Ziya Gökalp’in çıkardığı “Yeni Mecmua”da şiirleri yayımlanınca bir anda geniş bir üne sahip olur. Darülfünun’da medeniyet tarihi ve garp edebiyatı okur. Çeşitli liselerde ders verir.

Büyükelçi Yahya Kemal

Mezuniyetinin ardından kısa bir dönem Darüşşafaka’da öğretmenlik yapar. Savaş sona erer, kurtuluş mücadelesi verilir ve Cumhuriyet’in ilanı tartışılıyordur. 1922’de Lozan heyetinde müşavir olarak bulunur. Türkiye-Suriye sınır tespit komisyonunda önemli çalışmalar yapar. Cumhuriyet’in ilanının ardından kurulan ikinci mecliste Urfa milletvekili olur. 1926’da Varşova, 1929’da Madrid Büyükelçiliklerine atanır. Ardından tekrar meclise girer ama bu sefer Yozgat’tan. Daha sonra ilginç bir şekilde Tekirdağ ve İstanbul’dan vekil seçilir. Bir ara CHP estetik müşavirliğine getirilir. Yeni kurulan Pakistan Devleti nezdinde ilk büyükelçimiz olur. Sık sık sağlık problemleri yaşayan Yahya Kemal, 1949’da emekli olduktan sonra tedavi için Paris’e bir kaç defa gider.

“Demir Almak Günü Gelmişse”

Şiirleri, “Yeni Mecmua”, “Tavus”, “Dergah”, “İnsan”, “İstanbul”, “Cumhuriyet”, “Hürriyet” gibi dergi ve gazetelerde yayımlanır. En ünlü şiiri “Artık demir almak günü gelmişse zamandan...” diye başlayan “Sessiz Gemi”dir. “Ses”, “Gece”, “Vuslat”, “Deniz Türküsü” şiirleri de meşhurdur. İlk mısralarını Âgâh Kemal imzasıyla neşreder. Paris’te yaşadığı dönemde ders aldığı meşhur Fransız tarihçisi Albert Sorel’in tesiriyle Türk tarih ve edebiyatını inceler ve merak kesbeder.

Mazinin Hasreti

Yahya Kemal, bir taraftan mazinin hasretini derin derin hisseden, bunun üzerine koca bir şiir dünyası kuran, ama aynı zamanda baskıcı rejimi hiç rahatsız etmeyen hatta vekilliği, büyükelçiliği ve çeşitli devlet görevleriyle onun güvenini kazanan biridir. Diğer taraftan da şiirinin ve hasretinin tam zıttı istikamette bohem bir hayatın sahibi... Tam bir iki dünya arasında kalmışlık hâli.

Türk şiirinin en nadide kahramanlarından biridir. Her şiirinde ince bir zevk görülür. Tarihin nefes aldığı sayfalara bakmaktan zevk alır: “Bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir.” Tevfik Fikret ve Mehmet Akif’in şiir anlayışlarının aksine “Şiirin nesirden başka bir hüviyette, musikiden başka türlü bir musiki” olduğu düşüncesiyle nazmı nesirden uzaklaştırır. Şiir ile musikinin arasında yüksek bir rabıta olduğunu iddia eder. O’na göre şiir alelade cümlelerden değil nağmeden meydana gelir. Mısra bir nağme olmalıdır. Kelimelerin kulakla seçilmesi ve mısradaki yerlerinin bulunması gerekir. O yüzden bir kelime için 8 yıl beklediği (bkz. serin selviler) olmuştur. Yahya Kemal’i anlamadan Türk şiirini tam anlamıyla anlamak güç olacaktır.

Tam Bir İstanbul Aşığı

Geçmişten gelen vecdi adeta kükreyen bir lisanla anlatır: “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik/Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.” Mütarekenin zor zamanlarında Tasfir-i Efkâr’da bütün bir coğrafyanın hüznünü hissettirir. Vatanperverdir. Coşkulu ve ihtiraslı bir yapısı vardır. Çalışkan ve verimlidir aynı zamanda. Vakur ve dimdiktir. Yurtdışında kaldığı zamanlarda en çok Türk musikisi dinlemeyi özlediğini söyler dostlarına. Tam bir İstanbul aşığıdır:

”Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”

Tarih Heyecanı

Tavrı, zevki ve mizacı tam bir Osmanlıdır. Ama fikirleri Batılıdır. Hususi sohbetlerinde bulunanlar, O’nun tarihi bir hadiseyi anlatırken nasıl müthiş bir şevkle ve heyecanla dolduğunu not düşerler. Osmanlı seferlerinden bahsettiğinde maziyi hâl içindeymiş gibi samimi bir dille aktarır. Julien’in “Fransa toprağı bin yılda Fransız milletini yarattı” sözü Yahya Kemal’in tarih felsefesini oluşturur. Ziya Gökalp çizgisinin ırka dayalı milli tarih kavramını ve turan ülküsünü O, vatan denilen topraklar üzerinden yeniden yorumlar. Bugünkü Türk milleti ile Anadolu toprağı arasında bir medeniyetin yoğrulmuş olduğuna inanır. En önemli eserleri: “Eski Şiirin Rüzgarıyla”, “Rubailer”, “Kendi Gök Kubbemiz” dir.

Müslümanlığın Rüyasını Nasıl Görürler?

Hissiyatının satırlarıyla bu kubbede hoş bir seda bıraktı. “Ezansız Semtler” başlıklı harika yazısında şöyle diyordu: “Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?” Hayatının sonlarına doğru bu düşünceler dolar, dolar ve taşar. Kasım 1958’de vefat eder. Rumeli Hisarı Kabristanlığındaki mezar taşına, şu mısralar yazılır:

”Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde

Gönlü her yerde buhurda gibi yıllarca tüter

Ve serin selviler altında kalan kabrinde

Her Seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.”

Hakkında Kim, Ne Dedi?

-”Gerçeği şu ki, düşünce hayatımızın bilhassa şiirimizin kendisine kadar pek az tanıdığı meziyetlerle doğmuştu: Ölçü fikri ve realist görüş. Hususî hayatında galiba herkes gibi o kadar enfüsî olan bu şair, hayatının her arızasını düşünce planına çıkarmak gibi büyük bir hassaya malikti.” (Ahmet Hamdi Tanpınar)

-”Aruz en son şairini de kaybetti. O’nun şiirlerinden daha ziyade dikkat çeken yönü Osmanlı tarihine karşı duyduğu cezbe halindeki büyük heyecanı ifadelendiren konuşmalarıydı.” (Peyami Safa)

-”En büyük şairimizi kaybettik. O bizim milli şairimizdi. O’nun kadar Türk şirini, Türk musikisini, Türk tarihini içten duyarak seven az bulunur. (Orhan Seyfi Orhon)

-Bugün bir faninin hayat kitabı kapanmadı, Türkiye tarihinin gürül gürül çağlayan sesi yok oldu. (Reşat Ekrem Koçu)

-Kendisini artık göremeyeceğim ama mısraları sık sık dilime dolanacak. Vatan, milli tarih, sanat kültürü, dil ve İstanbul gibi herkesi birbirine yaklaştıran bazı kıymetleri temsil ediyordu. (Ahmet Kutsi Tecim)


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.