Osman Yüksel Serdengeçti
Asıl adı Osman Zeki, soyadı Yüksel. Meşhur “Serdengeçti” dergisinden ve bu dergide Serdengeçti imzasıyla kaleme aldığı yazılardan ötürü Osman Yüksel Serdengeçti olarak anılıyor bugün. Antalya’nın Konya’ya yakın ilçelerinden olan Akseki’de, Temmuz 1917’de doğdu. Babası ulemadan. Akşamları evde çocuklar toplanıyor, Muhyiddin Arabi’nin, İmam Gazali’nin, Hasan Basri’nin, Beyazıd-ı Bestami’nin eserlerinden pasajlar okunuyor. Böyle bir ailede büyüdü Osman Zeki.
Dağların Çocuğu
Tabiata karşı her zaman hassastı. Kendini “dağ çocuğu” olarak anıyor. “Dağlara Dair” başlıklı yazısında, “Ben bir dağ çocuğuyum. Küçük bir dağ kasabasında dünyaya gelmişim. Hayata gözlerimi açtığım zaman ilk gördüğüm manzara dağ olmuş. İlk aldığım hava dağ havasıdır. Lamartin, “Tabiatla insanlar arasında bir nevi akrabalık var” der. Benim dağlarla akrabalığım çocukluğumla başlar. Onun içindir ki dağ, dağlar bende ikinci bir tabiat halindedir. Dağsız bir arazi, hele dağsız bir vatan düşünemiyorum” diye anlatır. “Dağlar Gibi” isimli bir de şiiri vardır.
Mehmet Akif Sevgisi
Liseli yıllarında çoğunlukla Mehmet Akif, Yunus Emre ve Mevlana’yı okudu. Dünya klasiklerine ayrı bir ilgiyle yaklaştı. Özellikle Dostoyevski’yi sık sık okurdu. “Suç ve Ceza” kitabı onu çok etkiledi. Dostlarından Hüseyin Üzmez’e göre Dostoyevski’nin romanlarında yaşardı o. Ama en çok Mehmet Akif’ten etkilendi. “Beni günlük gelici geçici şeylerden, ferdiyetin dar çerçevesinden kurtaran; bana mücadele heyecanı, cemiyet ve cemaat şuuru veren Mehmet Akif olmuştur” diyor. Namık Kemal’den vatan ve hürriyet sevgisi aldıysa da, bu nazarî olanı müşahhaslaştıran Mehmet Akif idi. Ümmetin ve milletin feryatlarını Akif’in mısralarında işitti. Anadolu sevdasını nakış nakış yüreğine işledi. Yeğeni Emine Bağlı, Serdengeçti’nin, vefatına yakın hastanede yatarken Akif’i sayıkladığını söylüyor. “Kapıdan Mehmet Akif geçti” demiş hatta bir ara. Yeğeni hayal dese de “hayatı menkıbe olanlar” için normal böyle şeyler deriz.
Milli Mücadele Heyecanı
Öğrencilik döneminde Akseki’ye gittiği zaman sürekli saman kokuları arasında yıldızlara bakarak uyuduğunu ve bağ evlerinde ay ışığının altında roman okuduğunu anlatıyor. Çocukluğunun Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasına ve özellikle Milli Mücadele dönemine denk gelmesinin de etkisiyle vatan millet sevgisi, ruh dünyasında çok etkili olur. Şöyle diyor: “İlk mektepte okuduğumuz kıraat kitapları, zorla gasp edilmiş, alçakça çiğnenmiş bir vatanın yakılmış, yıkılmış bir yurdun hatıralarıyla dopdoluydu. Zafer neşelerinin yanında, sönmüş ocaklar, yıkık mabedler, malul gaziler gördük. Okuduklarımız gördüklerimize uyuyordu. Milli Mücadele heyecanı, Kuvayı Milliye ruhu körpe dimağlarımızda silinmez akisler, derin izler bıraktı.”
Karanlıkları Aydınlatacaktım
1940’ta Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’ne kaydoldu. Felsefeyi isteyerek, bilerek tercih etti. Bunu şöyle izah ediyor: “Çünkü öteden beri kitaplara, fikirlere karşı alakam her türlü alakanın üstündeydi. Bu bölümde tam aradığım şeyi bulmuştum. Burada ruhiyat okuyacaktım. İnsanları harekete geçirecek psikolojik amilleri, ruhi tezahürleri öğrenecektim. İçtimaiyat okuyacaktım. Cemiyetlerin yükseliş ve çöküş sebeplerini, sosyal cereyanları takip edip araştıracaktım. Nihayet felsefe tahsil ederek büyük filozofların sistemleri üzerinde duracak, onlardan aldığım ilhamla, ışıkla kültür hayatımızın geçirmekte olduğu buhranları anlayacak karanlıkları aydınlayacaktım. Milletime, vatanıma bu yolda gücümün yettiği kadar faydalı olmaya çalışacaktım.” Bu düşüncelerini felsefe tahsil ederken tam olarak gerçekleştirebildi mi bilinmez, ama net olan bir şey var ki, o da tüm bu saydıklarını Serdengeçti Dergisi ile yapmaya çalıştı. Dergi sadece 33 sayı çıkabildi fakat geride önemli bir fikrî miras bıraktı. O fikri miras, üzerinde ciddi çalışmaların yapılmasını, doktora tezlerinin yazılmasını hâlâ bekliyor.
Sabahattin Ali’ye Atılan Tokat
Sert bir mizacı var. Hz. Ömer ahlakını kuşanmış gibi. Ömrü boyunca dobralığından, açık sözlülüğünden asla taviz vermedi. Düşman gördüklerine karşı çatık kaşlı ve sert, dostlarına karşı ise son derece yumuşak. Aynı hadiste geçtiği gibi. Kendisini bir telefon ile üniversitenin son sınıfından attıran Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e “Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline” başlıklı mektubu meşhurdur. Yine ünlü bir anı olarak Sabahattin Ali’yi tokatladığı da anlatılır. Kavga etmiştir ama asıl işi bu olmamıştır. O hep büyük dava taşını gediğine koyma gayretini kendine esas yol olarak benimsedi.
Yerli Bir Duruş
66 yıllık ömrünün en verimli yıllarını hiçbir maddi karşılık, makam ve mevki beklemeden, kendi deyimiyle “Allah davası, millet davası, vatan davası” uğruna vakfetmiş biri o. Bu yolda hem hapishane duvarlarını, hem de meclis kürsülerini tecrübe etti. Yerli bir duruş sergiledi ve bu yolda fikriyatını inşa etti. O ilhamını da, yürüyüş metodunu da bu topraklardan aldı. Kendi kültür ve medeniyeti ile arasına epeyce mesafe girmiş bir toplumda ve zamanda gerçekleştirdi bunu. Allah, din, Kur’an demenin zorluğunu geçtik yasak olduğu garip bir dönemde yaptı. Bugünün konforlu dünyasından anlamak zor belki ama o güzel insanlar, sadece yazılarından, düşüncelerinden ötürü aylarca hapis yattı. Bazılarının ömrü hücrelerde çürüdü gitti. Adlarını bile bilmiyoruz belki. Türlü işkencelere maruz kaldılar. Destekçileri ya yoktu, ya da bir avuç insandı. Fakat Allah plan yapanların en hayırlısıdır. Unutturulmaya çalışan bu isimlerin hemen hepsi şu an baş tacımız. Hapsederek unutulur, yok edilir zannettiler ama aslında budama yapmışlar, daha gür çıktı o dallar. Onların meyveleri bugün bizim gıdamız oldu.
Çok Net, Çok Sade
Serdengeçti’nin yolculuğunda boşluk, bunalım, arafta kalmışlık, bohemlik vs. yok. Çok net. Çok sade. Bu yüzden anlamlı bir duruşu var. Heybesinde tarih şuuru, millet şuuru, hakikat şuuru taşıyor. Bir yanıyla derviş, bir diğer yanıyla Köroğlu. Arayışı bakî, hepimiz gibi. Ama durduğu yeri biliyor. “Ne?” ve “Neyi?” sorusundan ziyade “Nasıl”ı merak ediyor. Ne yapacağını biliyor, asıl meselesi nasıl yapacağı. Mesela üniversite yıllarında komünist faaliyetlere karşı morali çok bozuluyor ve bununla ilgili aktif eylem geliştirmek istiyor. Bir grup üniversite öğrencisi ile bir araya geliyorlar. Aralarında, sonraki yıllarda Milli Görüş hareketinin önemli isimlerinden olacak Süleyman Arif Emre de var. Bazıları komünistleri dövme taraftarı, Osman Yüksel “Hayır” diyor. “Fikre karşı kaba kuvvet bizim yapacağımız iş olamaz. Böyle bir teşebbüse girişenler, kendi fikrinin zaafını peşinen kabul etmiş demektir. Onlarla fikir ve kanun yollarından mücadele etmeliyiz.”
Minnetsiz Bir Ömür
Kelimenin tam anlamıyla sadeliği seçti. Sade yaşadı. Minnetsiz, külfetsiz bir ömür sürdü ve göçtü bu diyardan. 1983’de vefat ettiğinde kalabalık bir cenaze uğurladı kendisini. Bugün dahi hakkında onlarca yazı yazılıyor, onu ve fikriyatını anlamak için sempozyumlar yapılıyor, kitaplar çıkartılıyor, Serdengeçti dergisi zorluklarla yayınlanan o sayıları bugün yeniden ve yeniden okunuyor. Yürüyüşü ve bilhassa fikir serüveni hâlâ devam ediyor. Bizden yaşça büyük nesil iyi biliyor, ama biz ne yazık ki çok yakından tanımıyoruz. Kendisine ve aziz hatırasına şükran borçluyuz. Allah’tan gani gani rahmet diliyoruz.
Hür ve Tok Ses
Serdengeçti Dergisi’nin ilk sayısının sunuş yazısı, Osman Yüksel Serdengeçti’nin fikir dünyasını anlamamız ve M. Akif sevgisini bir kez daha görmemiz açısından önemli ipuçları sunar. Şöyle diyor: “Okuyucularımız mecmuamızın her sayısında Hakkın ve halkın müdafii, hilâl ve istiklâl şairi büyük Akif’in bu dönmez, yılmaz, seciye ve karakter kahramanının iman dolu bağrından kopup gelen hür, erkek ve tok sesini daima duyacaklardır.”
15 Yılda 33 Sayı Çıkan Dergi
Osman Yüksel’in şaheseri; tüm fikri hayatını inşa ettiği, neşrettiği mecra olan Serdengeçti Dergisi, 15 yılda 33 sayı çıkabildi. Az satıldığından, ilgi görmediğinden değil. Tam aksine çok satılıyor, merakla bekleniyordu. Fakat her sayıdan sonra peş peşe açılan davalar, ardından gelen hapishane günleri bunu mümkün kılmıyordu. Aylarca içeride kaldı ama bütün bunlar onda en ufak bir yılgınlık, yorulmuşluk ve vazgeçme duygusu oluşturmadı. Bu adanmışlık, kendini vakfetme hissiyatı, bir neslin milli duygularının sağlıklı bir şekilde oluşmasına imkân sağlayan pınarlar oluşturdu. Bereketli bir nefes haline geldi.
Ayasofya’nın Özgürlüğü
Dergide sık sık kendi şiirlerine yer verir. Şiirinde açıkça Necip Fazıl etkisi görülür. Dergide tartıştığı, mesele ettiği pek çok konunun yanında Ayasofya ayrı bir önem taşır. Onu zincirler içinde bir mabed gibi görür. Perdelerin kalkmasını, Ayasofya’nın özgürleşmesini diler. Serdengeçti Dergisi’nin bir sayısında şöyle bir şiiri vardır: Seni puthane yapan hangi delidir? Elleri kurusun, dilleri kurusun! Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim? Seni çırılçıplak soyan kim?
Gençler, Serdengeçti Olunuz
Yine derginin başka bir yerinde okuyucuyu aktif iyiye, dinamizme, adanmışlığa ve dava şuuruna yani Serdengeçtiliğe davet eder: “Serdengeçtiler, her türlü kötülüklerle amansız bir şekilde mücadele etmek için ortaya atıldılar. Onlar ilhamlarını Allah sevgisinden, millet sevgisinden, vatan sevgisinden alıyorlar... Vatanı taze bir heyecan tufanıyla yeniden fethetmek, bu topraklara “Bu topraklar için toprağa düşenlerin” çocuklarını hakim kılmak istiyorlar. Gençler! Aşınmamış vicdanların gür sesleri. Siz de bu çetin yolda pervasızca yürümeğe yemin edenlerin safına, serdengeçtilerin kafilesine katılınız.”
Muzipliği Kendinden Menkul
Muzipliği, nüktedanlığı ile anılır. Meclise kravatsız geldiği için çok defa uyarı alır, adı “kravatsız vekil”e çıkar. Sonunda baskılara dayanamayarak kravat takar ama boynuna değil beline dolayarak yapar bunu. “Lütfen boynunuza takın.” şeklindeki uyarılara da gülümseyerek “Kanunda nereye takılacağı yazmıyor ki” der. Dostları onun çoğunlukla neşeli olduğunu söylüyorlar. “Ne hayal, ne kuruntu, hakikat istiyorum. Hakikat, hakikat, hakikat.” diyor yine bir yazısında. Çok sağlam bir metin üslubu vardı. İyi bir şair, ezber bozan bir siyasetçi, gerçek bir dava adamıydı. Kendimize rol-model bulmanın ya da göstermenin hayli zorlaştığı bir dönemde, örnek alınabilecek insanları tekrar tekrar hatırlatmalıyız belki de.
Kabuğuna Çekilmemiş Bir Entelektüel
Ankara’daki loş dükkanı onun hem yazıhanesi, hem ticarethanesi, hem de evi idi. Evliliğine kadar burada yaşadı. Gençlerle özel ilgilendi. Sıkıntılarını çözmeye çalıştı. Kabuğuna ya da fil dişi kulesine çekilmiş bir entelektüel hayatı yaşamadan entelektüelliğini gösterdi. Başkalarının derdini, kendi derdinden öte bildi. Bunu bir gösterişe de dönüştürmeden yaptı. Onlarca öğrenciye sağladığı burs imkanı, bugün önemli makamlara gelenlerin hâlen hayır dua ile yad ettiği bir durumdur.
Okuyun
“Bir Nesli Nasıl Mahvettiler?”, “Mabedsiz Şehir”, “Bu Millet Neden Ağlar”, “Akdeniz Hilalindir” gibi kitaplarının güncel baskılarını Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları yapıyor. Üslubunu görmek, düşünce dünyasını anlamak, 50-60 ve 70’li yıllarda Türkiye’de neler tartışılıyormuş diye şöyle bir bakmak için kitaplarına başvurulabilir. Ayrıca Abdurrahim Balcıoğlu ve Cemal Kurmaz’ın Serdengeçti hakkındaki kitaplarına da bakabilirsiniz.
Pekmez Ekmek Yer Öğrenci Okuturdu
Serdengeçti’yi yakından tanıyanlardan Mehmet Genç Hocamız, dergimizde yer alan söyleşi için konuşurken şöyle demişti: “Osman Yüksel Serdengeçti çok önemli bir adamdı. Necip Fazıl’ın da yakınlarındandı. Milliyetçiliği, muhafazakarlığı ve dindarlığı ile şöhretli idi. Ankara’da denizciler caddesinde bir kitapçı dükkanı vardı. Küçük bir mekandı burası. Perdeyle ayrılan 4-5 metrekarelik yatak odası vardı. Orada yatar, kalkıp dükkanı işletir, gelen gidenle sohbet ederdi. Yazın memleketinden bir küp pekmez getirir, ekmek alır sabah akşam pekmez ile ekmek yerdi. Geliri çok değildi ama kitaptan, dergiden, yayınlanmış yazılarından kazanıyordu. Kazandıklarını yemiyordu, biriktiriyordu ve fakir çocukları okutuyordu. Yani böyle bir insan görmedim ben. Pekmez ve ekmekle besleniyor; bir gün, iki gün değil, dikkatinizi çekerim her gün böyle ve kendisi çocuk okutuyordu. Gençlere, özellikle yetenekli olanlara burs veriyordu, bunlara harcama yapıyordu. Benim verem rahatsızlığımda hastanede sık sık beni ziyaret eder, dünya klasiklerinden kitaplar getirirdi.”
İzleyin
Serdengeçti’ye dair ne yazık ki ciddi bir belgesel çalışması yok. TRT Türk’te seri olarak yapılan “Kendi Gök Kubbemiz” programında bir bölümde Osman Yüksel Serdengeçti anlatılıyor. YouTube’da bulabilirsiniz.
Yusuf Temizcan'ın Yazısı.