Umut Etmek Özgürlük, Umutsuzluk Esaret!
Mülteci kamplarındaki çocukların her biri gözüme tıpkı bataklıkta açmış bir çiçek gibi gözüküyordu. Kamplardaki şartlar nasıl olursa olsun çocuklar güldükçe sanki kampları bir bahar havası kaplıyordu.
Şahit olduklarım karşısında artık yavaş yavaş gerçeklik duygumu yitirmeye başlamıştım. Coxs Bazar’dan Arakanlı mültecilerin kaldıkları kamplara her gelişimde sanki bambaşka bir gezegene giriş yaptığımı hissediyordum. Burası kesinlikle bizim yaşadığımız dünyadan bir yer olamazdı. Çünkü Arakanlı Müslümanların yaşadıkları koşulları bırakın insana, kurda kuşa bile yakıştıramıyordum. Burası adeta insanlık ve vicdan adına ne varsa her şeyin yitip gittiği yerdi. Son sınır, son duraktı. Bazen bir köşeye oturup sürgüne uğramış yüzbinlerce hayatı barındıran kamplardaki insanları seyrediyordum. Her seferinde ilk olarak bakışlar dikkatimi çekiyordu. Ürkek ve düşünceli bakışlar. Her yüz yaşanmış acılardan birer haberci gibiydi. Mazlumiyetin ne anlama geldiğini adeta Arakanlı mülteciler arasında yeni baştan öğreniyordum. Benim için en zor olan ise şahit olduğum acılar nedeniyle içimde oluşan çaresizlik duygusuyla baş etmekti. Arakanlılarla geçirdiğim günlerden bir kez daha insanın kalbini en çok yoran duygunun çaresizlik olduğunu öğreniyordum. Peki nasıl başlamıştı bu acı hikaye? Arakanlıların bir muştu gibi kalpleri dirilten İslam’la başlayan hikâyeleri yeryüzünün diğer bölgelerindeki Müslüman halkların hikâyelerine öyle benziyordu ki…
PİR BEDİR VE DERVİŞLER
İslam’ın Arakan’da bir kültür ve medeniyete dönüşmesinde, Müslüman tüccarların yanında tarikatların da büyük etkisi olmuş. Özellikle Pir Bedir’in 8. yüzyıldan itibaren Arakan sahilleri boyunca yayılan müritleri, halkın gönlünün İslam’a ısınmasında büyük rol oynamışlar. 1203 yılında Bengal’de Müslüman Sultanlıklar kurulmaya başlayınca bu durum Arakan’ın İslamlaşma sürecini de etkilemiş. Arakanlılar 1430 yılından itibaren kendisi de bir Arakan yerlisi olan Kral Narameikla’nın Müslüman olmasıyla kitlesel olarak İslam’a girmişler ve İslam bölgenin temel kimliği haline gelmiş. Müslüman olduktan sonra Süleyman Şah ismini alan Kral Narameikla’nın soyundan gelenler 100 yıl boyunca Arakan’ı yönetmişler. Bu dönemde Bangladeş’de hüküm süren Müslüman Dekkan Sultanlığı’na vergi verilirken, Arakan da Dekkan Sultanlığı’na bağlı bir bölge olarak varlığını sürdürmüş.
ARAKAN İSLAM KRALLIĞI
15. yüzyılda kurulan Arakan İslam Krallığı ile siyasi bir güç olarak tarih sahnesine çıkan Rohingyalar, uzun yıllar topraklarını işgal etmek isteyen Budistlerle mücadele etmek zorunda kalmışlar. 16. yüzyılın sonlarına kadar olan dönem ise Arakan’ın ilim, kültür ve adalette altın çağı olarak anılmaktadır. Arakan’ın Müslüman Sultanları bu dönemde adaletleriyle nam salarken, tarihi kaynaklar özellikle Arakan Kralı Zabuk Şah döneminde bölgede dini, fikri ve kültürel alanda büyük bir özgürlük havasının hâkim olduğunu haber vermektedirler. Önce Portekizlilerin, 18. yüzyılın ortasından itibaren de İngilizlerin sömürge faaliyetlerine maruz kalan Rohingyalar, İngilizlerin Arakan topraklarını Burma yönetimine devretmesiyle özgürlüklerini kaybettiler. Böylece Arakanlı Müslümanlar için zorlu günler başlamış oldu.
Arakan, Myanmar yönetimi tarafından bugün resmi olarak Rakhine olarak isimlendirilmektedir. Arakan ismi yerine Rakhine isminin kullanılmasının nedeni ise bölgenin Müslümanlara değil; Arakan’da yaşayan Budist Rakhinelere ait olduğunun belirtilmek istenmesidir. 36 bin 780 kilometre karelik bir alana sahip olan Arakan bölgesinde yaşayan Müslümanlara Rohingyalar denilmektedir. 1970 yılında 4 milyona yakın Rohingya Müslümanının yaşadığı Arakan’da zulüm ve baskılar sonucu bugün Müslüman sayısı yüzbinlerle ifade edilir hale gelmiştir.
ROHİNGYA MÜSLÜMANLARI
İngilizlerin bölgeden çekilirken arkalarında bıraktıkları sorunlu sınırların oluşmasından itibaren başlayan Arakan sorunu, Burma devletinin kurulmasıyla daha da derinleşmeye başladı. Sosyalist Cunta rejimi Arakan sorununu tam bir drama dönüştürürken, Rohingya Müslümanları en temel insani haklarından bile mahrum hale geldiler. Çin tarafından desteklenen Sosyalist yönetim, Rohingya Müslümanlarına karşı uzun yıllar boyunca süpürme politikası izledi. Bu politikanın ana hedefi Arakan ve çevresindeki Müslüman nüfusunu tamamen bitirmekti... Süpürme politikasını acımasız bir şekilde uygulayan Myanmar yönetimi, ülke nüfusunun yüzde 89’unun inandığı Budizmi, onlarca etnik gruptan meydana gelen halkı bir arada tutabilmek için bir araç olarak kullandı… Ülke medyası sürekli Budizme karşı bir İslam tehlikesi olduğu propagandası yaparken, Müslüman toplumun Budistlerin geleceği için büyük bir tehlike olduğu algısı oluşturulmak istendi. Askeri yönetimle Budist fanatik grupların katliamları sonucu her geçen gün daha da derinleşen Arakan krizi, sonunda yaşadığımız yüzyılın en büyük insani trajedilerinden birinin ortaya çıkmasına neden oldu.
KAMPLARDAKİ HAYAT
İnsan hangi şartlar altında olursa olsun yine de umutla hayata tutunma ihtiyacı duyar. Arakanlı mülteciler de içinde bulundukları şartlara rağmen kamplarda yeni bir hayat inşa etmenin peşindeler. Kampların içine kurulmuş mütevazı pazarlar, derme çatma çadırlardan oluşmuş ayakkabı tamircileri, müşterilerin hiç eksik olmadığı berber dükkânları kurulmaya çalışılan hayatın ilk göze çarpan belirtileriydi. Kamplarda inşa edilmeye çalışılan hayatın en canlı işaretleri ise çocuklar… Gün boyu bir taraftan çamaşır yıkayan, kardeşlerine bakan, odun taşıyan çocuklar; fırsatını bulduklarında ise kendilerini oyuna veriyorlar. Kimisi uçurtma uçuruyor, kimisi de top oynuyor. Mülteci kamplarındaki çocukların her biri gözüme tıpkı bataklıkta açmış bir çiçek gibi gözüküyordu. Kamplardaki şartlar nasıl olursa olsun çocuklar güldükçe sanki kampları bir bahar havası kaplıyordu. Burada umut etmek özgürlük, umudu kaybetmek ise esaretti.
TEVHİDİN ŞİRKE KARŞI DİRENİŞİ
Arakanlıların Müslüman kalmakta ısrar ettikleri için komşuları Bangladeş’e hicret etmeleri bana sürekli ensarın Medine’ye hicretini hatırlatıyordu. Çünkü Arakanlılar sırf şirk dinleri yerine Tevhid dinine inandıkları, dinlerinden dönmedikleri için bu zulümlere maruz kalmışlar, bu yüzden topraklarını terk etmişlerdi. Bu hicret aslında Arakanlı Müslümanlar adına bir onur, yeryüzünün geri kalanı içinse bir utançtı. Myanmar devletinin kuruluşundan beri yaşanan baskı ve zulümler nedeniyle Arakan’dan Bangladeş’e dönem dönem büyük göç dalgaları yaşanırken, Myanmar Ordusu’nun ülke yönetiminde etkili hale gelmesiyle bu göç dalgaları daha da artmıştır. Arakanlı Müslümanları toplu halde topraklarından sürüp yerlerine farklı bölgelerden getirilen Budist aileleri yerleştirmek bugün Myanmar devletinin ulusal politikalarından biri haline gelmiştir. 1940’lı yıllarda başlayan yoğun göç dalgası 1970’den itibaren zirve yapmış, 1992’den itibaren de Bangladeş adeta Arakanlı Müslümanların ikinci vatanına dönüşmüştür. Görünüş olarak bir toplama kampını andıran Arakanlı mültecilerin yaşadıkları bölgeler, yüzyılın en büyük dramlarından birine ev sahipliği yaparken, mülteciler bu olumsuz koşullarda adeta hayatta kalabilme mücadelesi veriyorlar.
ZOR DURUMDAKİ BANGLADEŞ
144 bin kilometre karelik bir toprağa ve 160 milyonluk bir nüfusa sahip olan Bangladeş, Arakan krizinden en çok etkilenen ülkelerin başında geliyor. Nüfus yoğunluğu bakımından dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri olan Bangladeş, kendi kendine yetemediğini ileri sürerek Arakanlı mültecilerin topraklarına yerleşmesine karşı çıkmakta ve sınır kapılarını mültecilere kapatmaktadır. Geçmiş yıllarda topraklarına sığınmak isteyen Arakanlı mültecilere karşı ciddi önlemler alan Bangladeş yönetimi, son yıllarda daha müsamahakâr davranmaya başladı. Bunda da başta Türkiye olmak üzere farklı ülkelerin Arakanlı mültecilerle ilgili sorunların aşılmasında Bangladeş’e verdiği siyasi ve maddi desteğin payı bulunuyor. Bangladeş yönetimi Arakan krizinin ancak çerçevesi iyi çizilmiş bir geri dönüş projesiyle çözüme kavuşabileceğini savunmaktadır. Myanmar yönetimi ise Bangladeş’in bu teklifini resmi olarak kabul etse de sorunun çözümü için pratik adımlar atmaya yanaşmıyor.
Adem Özköse'ın Yazısı.