Yunus Emre Tozal

Dersin sonunda Emre’nin Hüseyin’in yanına gelip de “Kusura bakma kardeşim” demesiyle olaya şahit olan bizlerin sevincini görmeliydiniz. Sevinçliydik ama aynı zamanda Emre’nin adına hüzünlenmiştik. Hemen dağıldık zaten, Hüseyin’i de Emre’yle birbirleriyle bıraktık. İçim içime sığmamıştı, kalbimin taştığını hissetmiştim.

Kursta hocalarımızdan öğrendiğimiz en önemli derslerden biri de, İslam’ın kanaat etme dini olduğuydu. Nedense siyer, itikat ve ibadet derslerinde konumuzu işledikten sonra muhabbet döner dolaşır ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.) döneminde İslam’ın ilk ortaya çıkış yıllarına gelirdi. İslam’ın ortaya çıkışı ve ardından gelen fetihlerde Müslümanlara en çok yapılan uyarılardan biri de israf etmemesi gerektiği, zekâtı elinden geldiğince vermesinin fazileti, başına gelen imtihanlara sabretmesi ve kanaat etmesi gerektiğine dair mesajlardı. Biz de bu mesajı sanki İslam bize de iniyormuşçasına yorumlar, kendimizi sahabelerine yanına yerleştirerek ne yapmamız gerektiğini düşünürdük. Bu derslerin en güzel tarafı, kendi aramızdaki bu konuşmalarda hem birbirimizi daha iyi tanımak hem de geleceğe dair hayallerimizi birbirimizle paylaşmak olsa gerek. Birbirimizle konuştukça açılırdık, bu yüzden yatakhanelere erkenden gitmek, kursta bir gelenek haline gelmişti.

Kolay bir saadetin mi insanı mutlu ettiği yoksa insanı yükselten bir ıstırabın mı o insan daha hayırlı olacağını bilemeyiz elbette ama her iki durumda da insan kendi kendisine düşünmeli ve Allah’tan hayrı istemeli… Peygamberlerin hayatlarına baktığımız zaman, her zaman büyük bir imtihanla karşı karşıya olduklarını ve imtihanı alınlarının akıyla geçebilmek için var güçleriyle mücadele ettiklerini görebiliriz. Hz. Musa’nın kavminin hidayeti için adeta çırpındığını, Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya’nın içinde bulundukları toplum tarafından işkence gördükleri halde yılmayıp bir Allah’a inanmak olan tevhit inancını anlattıklarını, Hz. İsa’nın yine doğumundan 33 yaşında göğe yükselişine kadar halkına iman esaslarını anlattığını biliyoruz. Peygamberimizin de İslam’ın ilk yıllarında ne kadar zorluk çektiğini, Taif’te taşlandığını, geçeceği yollara diken ve işkembe atıldığını ama buna rağmen kendisine kötülük yapan müşriklere karşı güleryüzüyle davrandığını hocalarımızdan dinleyince kendi aramızda İslam’ın ne kadar da alçakgönüllü, tevazu ve her durumda insanlara iyilik edebilmeyi yani diğerkâmlığı özendirdiğini konuşuyorduk. Başkalarının iyiliğine çalışmayı yaşam ve ahlak ilkesi yapan bir insanı hayatta ne yıldırabilir? Böyle biri hayatta hiç zorluk çeker mi? Bu yüzden basit gibi gözüken ama zamanla anladıkça hayretimizi arttıran dünyadaki en erdemli davranışlardan biriydi diğerkâmlık bize göre.

Kursa gelişimin neredeyse ilk ayının tamamlanacağı günlerden bir gün, öğle yemeğinde yemeği beğenmeyen ve tabldot tabağındaki yemekleri çöpe atan bir arkadaşımızı (Emre) uyaran Hüseyin, yemeği çöpe atan arkadaşımızdan kaba sözler duyunca çok üzülmüştü. Tam da derste israf etmemenin önemini konuştuğumuz bu zaman diliminde Hüseyin’in üzülmesi bizi de üzmüş onu teselli etmiştik. O gün derse girdiğimizde Orhan Hoca’nın ilk sözü “Arkadaşlar, büyük bir hastalık geçirenler, sağlığın da hayatın da kıymetini bilenlerdir” olmuş ve bize hastalıkların hayatı anlamak için büyük bir fırsat olduğunu söyleyerek konuyu bir önceki dersle yani israfla birleştirmişti.

- Arkadaşlar, hafızlığa başlayınca ilk ezberleyeceğiniz surelerden biri de Fussilet suresidir. Orada önemli bir ayet var, İslam’ın belki de uygulandığında insanı yaratılmışların en erdemlisi yapacak, kâinatın en şerefli varlığı haline dönüştürecek bir düsturdur o ayet. “İyilikle kötülük bir olmaz.” Der Rabbimiz ve devam eder: “Sen kötülüğü en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!”

Hepimiz istisnasız olarak kafayı Hüseyin’e ardından Emre’ye çevirdik ve gülümsedik. Orhan Hoca bizle yemekhaneye çıkmıyordu ama sanki birisi ona Hüseyin ile Emre’nin yaşadıklarını anlatmış da Orhan Hoca da her ikisine tavsiyeler vermişti. Devam etti Orhan Hoca:

- Burada Peygamber Efendimize (s.a.v.) bizzat emredilen iyilikten maksat, Peygamberin insanları hak dine davet etmesi, inkârcıların hoş olmayan davranışlarına karşı sabretmesidir. Ama aynı zamanda intikam peşinde koşmaması, kötülüğe kötülükle karşılık vermemesidir. Çünkü İslam, bir söylem dini değil, yaşam dini; uygulayan; insanın hayatını tanzim eden, değiştiren, dönüştüren bir dindir. Ne yaparsak yapalım, nerede olursak ve ne ile imtihan edilirsek edilelim, iyiliği bırakmamalıyız. Hepimizin çevresinde hastalıklarla, çeşitli dert ve sıkıntılarla mücadele eden sevdiklerimiz var. Bu ayet, tam da bu zaman diliminde bizi hakikate götürecek bir yol sunuyor. İyiliği bırakma diye emrediyor.

Orhan Hocaya sorular sorduğumuzu hatırlıyorum. Ders epey keyifli geçmiş, sanki başımıza gelen bir kötülüğe iyilikle cevap vermiş gibi o lezzetle dersi bitirdiğimizi hatırlıyorum. Defterime şu notları da yazmıştım.

- Her Müslümanın iyiliğe en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir görev. Kur’an bunun için indirildi, kötülük yapan insanları iyiliğe davet etmek için, suç işleyenleri, hırsızlık yapanları, yalan söyleyenleri, birbirlerini aldatanları uyarmak ve bu dünyanın geçici bir dünya olduğunu hatırlatmak için… Kur’an’a göre yaşarsak imtihanı geçenlerden olacağız, yok eğer Kur’an’dan uzaklaşırsak hakikatten de uzaklaşmış olacağız ve kaybedeceğiz. Ayet, bütün Müslümanlar için bir ahlâk ilkesi ortaya koyuyor. İsraf etmemek de bu yönüyle kâinata karşı, insanlığa karşı bir iyilik etmektir. Açlık yüzünden hayatını sürdüremeyen Afrikalı çocuklar, yemeklerini israf edenleri görse ne der hiç düşündünüz mü? İsraf etmemek sadece yemekleri bitirmek de değildir bu arada, zamanınızı boşa geçirmek de bir israftır, tutumsuzluk da, kabalık da, kötü bir söz söylemek de, kâinata ve çevremizdekilere zarar vermek de…

Orhan Hoca ardından nasıl abdest almamız gerektiğini anlatmış, suyu en ufak şekilde zayi etmememiz gerektiğini detaylıca göstermişti. Dersi Peygamber efendimizin şu hadisiyle bitirmişti, “Kibirsiz ve israf etmeden yiyiniz, içiniz, giyiniz ve sadaka veriniz.” Eğer bunları yaparsak diyordu Orhan Hoca, çevremizdekilere de İslam’ın güzelliklerini anlatabiliriz ve onları yaptıklarıyla kendilerini sorgulamalarını sağlayabiliriz.

Dersin sonunda Emre’nin Hüseyin’in yanına gelip de “Kusura bakma kardeşim” demesiyle olaya şahit olan bizlerin sevincini görmeliydiniz. Sevinçliydik ama aynı zamanda Emre’nin adına hüzünlenmiştik. Hemen dağıldık zaten, Hüseyin ve Emre’ye birbirleriyle bıraktık. İçim içime sığmamıştı, kalbimin taştığını hissetmiştim.


GENÇ'ın Yazısı.