Muhataplar Salihler ve Kırık Kalpler
Bıktıran hesaplar, şımarmış insanlar, kafatasçılar ve bitmeyen siparişler arasında “değersizleştirmek” adı verilen bir silahın namlusu her gün şakağımızda gezinmeye devam ediyor. Kusur araştıran ve linç etmeye odaklanan insanların tuttuğu kılıç her saniye başımızın üzerinde dönüyor. Olumsuzluk, üçüncü sayfa haberleri, umutsuzluk, kaygılar ve kederler; zirveye çukur açarak, yeşil ovaları çöle çevirerek çoğalıyor ekranlarda.
Her insan kendisinden yola çıkarak kâinatı ve insanlığı anlamlandırmaya çalışır. Lakin günümüz insanı kendiyle o kadar meşguldür ki yola çıkmayı unutur. Kendi kendine muhatap iken bu muhatap oluşu yok sayar. Geceyi gündüzden ayıramaz hale gelir. Kendi içindeki duyguları birer nesneye indirger ve sürekli onların yerlerini hatırında tutar. Böylece kafasındaki karanlığın içinde dönüp duran gece kuşu bir yere çarpmaz, kanadını kırmaz, düşmez ve incinmez. Gönül kuşu gibi değildir bu gece kuşu. Gönül kuşu kafesini sırtlanıp uçmaya çalışırken kanatlarını kırar, çığlıklar atar, tüylerini döker, gerçek yurduna ulaşmak için huzursuzca çırpınır. Kafamızdaki gece kuşu ise dönüşten memnundur, çarpmamaktan, sınırlara dokunmamaktan ve kimsesizlikten memnundur. Günümüz insanı gönül kuşunun çırpınışlarını duymamak için gece kuşunu yemler durur.
Yemlerin küçük ve iştah açıcı olanı makbuldür elbette. Meşgul olduğumuz ufak tefek işlerin, anlık tatminlerin, oyun ve eğlencenin içinde kaybolurken kendi duygu dünyamızı da bu meşguliyetler üzerinden tanımlarız. Alışveriş, temizlik, marka, bilgisayar oyunu, yemek, sağlık gibi ayrıntılar üzerinden hayatı anlamlandırmaya çalışırız. Edebiyatçılar için ayrıntılar kazı sahasıdır. Ayrıntı demek bir cevherin yüzeye vuran pırıltısı demektir. Çünkü ayrıntı bir çıkış noktasıdır. Lakin günümüz insanı için ayrıntılar içine girilip çıkılamayan koyu bir yapışkana dönüşmüştür. Bütüne ulaşma gayretini öldüren, parçadan bütüne giden yolları tıkayan bir koyuluğu vardır ayrıntıların. Bir basamak değil sınırlı bir yaşam alanıdır. “Ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya” demiştir şair. Haklıdır. İnce şeyleri anlamaya vakti yoktur günümüz insanının. Ama diğer yandan çimenleri ezerek ulaştığı büyük kavgaları da yoktur. Küçük şeylerde boğulmaya tüm vaktini harcar. Küçük şeyler ama ince şeyler değil. Küçük kaba saba şeyler. Bir kullanımlık, aksesuar gibi yakaya takılan, işi bitince usulca çöpe bırakılan şeyler. Nuri Bilge Ceylan “Önemli gördüğümüz şeyi kimse anlatmıyor, hep küçük şeyler üzerinden ifade ediyoruz kendimizi” derken belki de bunu kastediyor. Önemli olanı anlatmıyor, anlatmadıkça da ayrıntılarda yok oluyoruz.
Bir Zamanlar Anadolu’da filminde elinde gaz lambası ile içeriye giren genç kızın olduğu bir sahne vardır. Kızın saf güzelliği köy odasındaki herkesi afallatır. Her biri küçük meseleleri, ufak tefek mevzuları kenara koyar kızı görünce. Katilin katilliği bile ayrıntıya dönüşür. Cinselliği değil saf güzelliği simgeler kız. Lakin elindeki ışık olmasa ne güzelliği ne saflığı görünecektir ve odadaki insanlar kafalarında dönen gece kuşu ile karanlığın konforundan faydalanmaya, büyük meselelere ve insan olmaya dair çift yönlü düşünmeye dokunmadan yaşamaya devam edeceklerdir. Ama kız odaya girer ve gönül kafesindeki kuş çırpınır, kafesi ile birlikte uçmaya çalışır ve odadaki herkes kızın saf güzelliğine çarpıverir. Gönül kuşu muhatabını görür belki de. Bu dünyanın çamurunun ziftinin içinde güzel ve saf olanın varlığına inanır bir kez daha. Bu inanç ile karşılaşıp kendi ufak tefek meselelerine geri döndüğünde ise büyük bir incinme yaşar. Kalbi kırılır.
Bu kırgınlık; anları, duyguları, zıt kutupları aynı zeminde toplayabilir diğer taraftan da. O kırık nokta insan olmaya en yakın nokta haline gelir. Onu kelimelerle öyle bir sarar ve onarırsınız ki o yer zamanla insanın en sağlam yeri olur. Muhatabı ile buluşacağı bir zemine dönüşür.
Bu çağın ve sistemlerin muhatabı bir “bütün” olarak insan değildir. İnsanın sadece zaaflarını ve kusurlarını temel alır ve onun üzerine oynarlar. Çağın oyuncağı olmuş insanların, diğer insanların kusurlarını görmesi, sürekli eksiklikleri yüze vurması başka türlüsünü öğrenemediği içindir. Salih insanlarla beraber olmak; muhatap olacağımız insanı seçmek ve bu döngüyü kırmak anlamına gelir. Sistemin seçtiğini değil salih olanı sevmek ve salihlerin seveceği tarzda bir insan olmaya çalışmak bizi onarır, iyileştirir. İnsan sevilmeye layık olanı bulduğu zaman ise bütüne yaklaşır ve sevdiğinin yanında kusurlarını unutur.
Müfessirler “O sağ elindeki nedir ey Musa?”* sorusuna Hz. Musa’nın kısa bir cevap vermesi mümkünken sözü uzatarak “Bu benim değneğimdir. Buna dayanırım; bununla davarıma yaprak silkelerim ve başka işlerde kullanırım”** demesini sevilenin yanında sözü uzatma arzusu ve muhatap olmanın tadına varmak olarak yorumlarlar. Hz. Musa sadece bu benim değneğimdir demek yerine detaylandırmış, sözü uzatmıştır. Üstelik konuşmasında bir tutukluk olduğu halde bu hali unutmuş ve sözüne devam etmiştir. Çünkü insan sadece sevdiğinin yanında lafı uzatır. Kusurları olduğunu unutur.
Bıktıran hesaplar, şımarmış insanlar, kafatasçılar ve bitmeyen siparişler arasında “değersizleştirmek” adı verilen bir silahın namlusu her gün şakağımızda gezinmeye devam ediyor. Kusur araştıran ve linç etmeye odaklanan insanların tuttuğu kılıç her saniye başımızın üzerinde dönüyor. Olumsuzluk, üçüncü sayfa haberleri, umutsuzluk, kaygılar ve kederler; zirveye çukur açarak, yeşil ovaları çöle çevirerek çoğalıyor ekranlarda. Diğer yandan salon programlarından, videolardan, seminerlerden sürekli bilgi fışkırıyor. Tüm bunların arasında muhatabı aramak, muhatap olmak ve en sevilenin hitabına kırık dökük bir kalp ile de olsa cevap vermeye çalışmak insanı insan kılan bir çabadır. Hız çağı beraberinde insanları sürüklerken bu çaba insana kendi bilinçli adımlarını attıracak, asıl meseleye yaklaştıracak ve anlamını hiç yitirmeyecektir.
*Taha/17
**Taha/18
Ayşegül Genç'ın Yazısı.