Akıbet, Tercihe Bağlı
Dünyada 200’e yakın ülke var. Hepsi kendi kıtasında, bölgesinde kendi meselesini, rahatlığını ya da sıkıntısını yaşıyor. Genel mânâda zenginin fakire, güçlünün zayıfa karşı uyguladığı, ilkel ya da modern yöntemler ile bariz bir zulüm söz konusu. “Ebû Leheb ölmedi yâ Muhammed! Ebû Cehil kıtalar dolaşıyor!”
Şu bir hakikat ki yaşadığımız coğrafyada mücadele, savaş, kavga, gürültü eksik olmayacak. Hem sahih kaynaklardan elde ettiğimiz kıyamet alâmetleri ile ilgili bilgiler hem de sevgili peygamberimizden nakledilen hadis-i şerifler, bize bunu en açık şekilde ifade ediyor.
Üzerinden yıllar geçtikçe idrakine varılan bir talih, bir kader yaşanıyor.
Dünyada 200’e yakın ülke var. Hepsi kendi kıtasında, bölgesinde kendi meselesini, rahatlığını ya da sıkıntısını yaşıyor. Genel mânâda zenginin fakire, güçlünün zayıfa karşı uyguladığı, ilkel ya da modern yöntemler ile bariz bir zulüm söz konusu. “Ebû Leheb ölmedi yâ Muhammed! Ebû Cehil kıtalar dolaşıyor!”
Çok eski çağlardan beri, tarihî bir bütçeyi bünyesinde barındıran, medeniyetlerin beşiği Ortadoğu, geçmişteki birçok vakitte olduğu gibi -muhtemelen- içerisinde bulunduğumuz ahir zamanın da en gözde, mühim, hem maddî hem manevi değerlerinin bölgesi.
Cihanda, maddî imkânları ile kendisini güçlü, kuvvetli zanneden nice büyük (!) devletin, topraklarından binlerce kilometre uzaktaki bu bölgede, çok önemli (!) işleri var.
Onlar için ideallerine ulaşmaya dair her yol, yöntem, teknik, taktik, uygulama meşrû. Çünkü kalbî ve zihinsel durumlarını nefislerinin ve şeytanın eline, emrine, bile bile, seve seve teslim etmiş durumdalar. Hem Yahudiler hem Hristiyanlar, Allah’ın kendilerine gönderdiği peygamberlerini zulme uğrattıkları gibi, büyük çoğunluğu âhir zaman peygamberi, Hatemü’l Enbiyâ (s.a.v.) Efendimiz’e inanmak şöyle dursun, onun bu dünyaya getirdiği tüm güzellikleri ortadan kaldırmak için yüzyıllarca kan döktüler, savaştılar, zavallı, masum insanların üzerinde türlü türlü zulümler ortaya koydular.
Ara ara ilerleme (!) gösterseler de nübüvvetin üzerinden geçen bin 200 sene boyunca doğru dürüst nefes alamadılar, hayallerine yaklaşamadılar. Son 200 yılda ise Müslümanların rehavet ve gafletleri sonucu belki de tâ Kâbil’in Hâbil’i katletmesiyle başlayan o evrensel projelerinin en parlak zamanı için fırsat yakaladılar.
Dünyayı ateş topu ve kan gölüne çevirdikleri savaşların sonucunda, döktükleri kana doymamış bir vaziyette, tutsak etmedikleri Müslüman ülke ve belde kalmadı. Katliamlarla halkları bastırıp devlet yönetimlerine kendi kuklalarını getirttiler.
Önlerindeki en büyük engel (!) Osmanlı’yı da ortadan kaldırmanın bahtiyarlığı (!) ile daha rahat at koşturacaklarını sandıkları bir dünyanın ve dünyanın göz bebeği Ortadoğu’nun sâhibi olacaklarını düşündüler ve kurgularını 50’şer, 100’er yıllık yaptılar.
Onların bir hesabı olduğu gibi Âlemlerin Rabbi’nin de bir hesabı vardı ve O, diğer Müslüman ülkelere ancak kendi coğrafyalarına hitap edecek kadar önder isim nasip etmesine rağmen, Âlem-i İslâm’ın gemisinin battığı yere, bizim coğrafyamıza, dünyadaki dengeleri sarsacak liderler bahşeyledi.
Allah, her 30-40 yılda bir, kâfirin, onca engel olma, önüne geçme gayreti göstermesine rağmen, ümmet diyarlarına el uzatan, dünyanın dört bir tarafına tesir edebilen, vatanperver bir devlet büyüğünü içimizden var etti.
İnanıyor, duâ ve ümit ediyorum ki bu böyle devam edecek. Zaman zaman sıkıntılansak, dara düşsek de bu böyle sürecek. Zîrâ ilâhî takdir, geçen onca zaman içerisinde kendisini iyiden iyiye belli etti.
Şimdi soru şu: Bu süreç devam ederken, ben ne durumda olacağım? Sen ne durumda olacaksın? Etkisiz eleman olup gafletinde boğulan mı, pozitif olup kurtuluşa omuz veren mi, negatif olup hem kendini hem âlemi felâkete sürükleyen bir bedbaht mı?
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.