Süleyman Çınar

BİR HASTALIKTIR “ERTELEME”

“Şimdi onun zamanı mı, hele bir dur bakalım, o işi yarın halledelim, acelesi mi var onun, günler torbaya mı girdi, bugün daha önemli işlerim var, şimdi onunla uğraşamam, müsait değilim” gibi sözleri duymayanımız hatta belki de söylemeyenimiz yoktur.  Hayatın hangi safhasında olursak olalım geriye dönüp baktığımızda bu gibi sözler yüzünden nice yarıda kalmış, tamamlanmamış, istenip de başlanmamış işimizin olduğunu görürüz. Bu sözlerle nice iş ertelenmiştir. Bu her birimizin yaşadığı fakat bir türlü çözüme kavuşturamadığı, neticeye erdiremediği bir haldir. Ne zaman niyet edip başlasak ya bir engel çıkar karşımıza ya da hevesimiz kaçar. Yapacağımız işi de ya orada bırakırız ya da “sonra“ deyip terk ederiz. İşte sonra diye diye o işleri yapamadan ve ne yazık ki halimizin de farkına varamadan son durağa varıyoruz. 

Bu durum sadece günlük işlerimizde böyle değil maalesef. Bir de madalyonun öteki tarafı var. İşlerimizi ertelemekte bir sakınca görmediğimiz gibi zamanla maalesef ibadetlerimizi de bir iş gibi görüp ertelemekte sakınca görmemeye başlıyoruz.  Sonra yaparım, sonra veririm veya sonra kılarım deyip geçiyoruz. Sonra diye diye ömrün sonuna geldiğimizin farkında değiliz maalesef. Bu konuda Abdulahad Serhendi Hazretleri diyor ki: “Dersin ki yarın yaparım. Ya yarına kavuşamazsan yahut kavuşur da bu imkânı, sıhhati, kuvveti ve rahatlığı bulamazsan çok pişman olursun.“ Mezardaki yatanlara imkân olsa da bir sorsak kim bilir bize nice yarım kalmış, ertelenmiş işlerinden bahsedecekler. Bizlere neler anlatacaklar neler. Ölülerimizin ne anlatacağını bilmek zor lakin mahşer günü kimler nelerden hayıflanacak onu biliyoruz. Efendimiz (s.a.v) buyuruyorlar ki: “Cehennem halkının en fazla çığlıkları (güzel işlerini, tövbelerini) tehir etmekten / ertelemekten / yarıncılıktan kaynaklanır.” Ertelemekten hiçbir zaman haz duymayız şüphesiz hatta şu hadisi şerifi duyduktan sonra daha da nefret etmişizdir. Nefret etmek güzel ama maalesef bu bizi ertelemekten vazgeçirmeye yetmiyor. Vazgeçemiyoruz ve hayatımızdaki en mühim işlerimizi erteliyoruz. Kimi zaman anne babamızla görüşmeyi, kimi zaman bir namazı kılmayı, kimi zaman akrabaya sıla-i rahimi, kimi zaman bir muhabbeti, hal hatır sormayı tehir etmiyor muyuz? Daha sonrasında ne oluyor? Ne olduğunu ben size söyleyeyim. Anne, babanız, akrabanız, eşiniz, dostunuz vefat ediyor kabrine gidiyorsunuz bin bir nedametle. İlgilenmeyi unuttuğunuz çocuğunuz büyüyor iki cümleyi toparlayıp evladınızla muhabbet edemiyorsunuz. Ya da ne oluyor biliyor musunuz? Siz çoktan ömür sermayenizi tüketmiş oluyorsunuz. En nihayetinde dostlar, her birimiz bin pişman oluyoruz. Zamanı geri alıp her şeyi değiştirmek istiyoruz ama nafile. Hayıflanmaktan başka bir şey kalmıyor elimizde.

NEDİR BU HASTALIĞIN KAYNAĞI?

İşte dostlar ertelemekten vazgeçemiyoruz ama hayıflanmaktan başka bir şey de yapmıyoruz. Şikayet ediyoruz bu durumdan, ama kurtulmak için adım atmıyoruz. Derler ya hani lafla peynir ekmek gemisi yürümez diye, bizimki de o misal işte. Nereden kaynaklanıyor, ne yapmam lazım demek bize zor geliyor onun yerine sadece kuru laf kalabalığı yapıyoruz. Bu hususta bir hocam : “Bizler meselelerimizi konuşmuyoruz meselelerimiz hakkında konuşuyoruz“ demişti. Zaten meselelerimizi konuşmuş olsaydık ortada sorun diye bir şey kalmazdı. 

Biz meselemizi konuşalım en iyisi. Evvela ertelemek nereden kaynaklanıyor diye bir soru sormak icap eder. Kaynaklandığı birçok nokta vardır şüphesiz ama biz birkaç tanesi üzerine hasbihal edelim.

Bunlardan bir tanesi geçmişteki yaptıklarımıza duyduğumuz pişmanlıklardır. Bu ertelemeye bir sebeptir çünkü pişmanlıklar bizi yapmamız gereken işlerden alıkoyan bir engeldir. Geçmişte yaptığımız hatalara nedamet duyarken yapmamız gereken işleri erteleriz ve maalesef hataya hata ekleriz. Her şeyi zamanında yapmamız icap eder ve pişmanlığımızı da zamanında duyarak gereken dersi çıkartmalı ve yolumuza devam etmeliyiz. 

Bir diğer sebep ise hayatımızın her safhasında duyduğumuz kaygı ve endişelerdir. Kaygı ve endişeler birer at gözlüğü misali asıl görmemiz gerekenleri engeller. Asıl yapmamız gerekene odaklanmamıza engel olur. Kaygı ve endişeler daha çok bizi birer pranga misali dünyevi işlerimize bağlayıp uhrevi işlerimizle meşgul olmamıza mani olur. Rızk için, diploma için, maişet temin etmek için daha nicesi için endişe duymamıza sebeb olur. Kaygı ve endişelerin artması hırsı doğurur. Hırs bizdeki dünyevi bağları kuvvetlendirir tabir-i caizse prangamıza pranga ekler.  Daha sonra daha çok şeye sahip olma adına başlarız ertelemelere. Bir işi diğerine diğer işi başkasına tercih ede ede en nihayetinde bir ertelenmiş iş yığını kalır elimizde. 

Bu şekilde tehir etmeye devam ettikçe de Rabbimizin “ …ertelemek ancak inkarda artıştır..” (Tevbe, 37)  buyruğunu unuturuz. 

Tehir etmeye devam ettikçe ibadetlerimizi ertelemeye devam ederiz ama ölümün hiçbirimizi ertelemediğini idrak edemeyiz. 

Bir diğer sebeb ise tembellik namıdiğer atalet. Aslında bu sebebin varlığı hepimizce malum. Hepimiz tembel olduğumuzu; yapamadıklarımızın, edemediklerimizin tembelliğimiz yüzünden olduğunu biliriz. Hatta bunu sık sık ifade ederiz. Dost meclislerinde bir deva bulma ümidiyle bundan yakınırız. Aslında her birimiz kendimiz ve çevremiz için güzel işler yapmayı çok isteriz, isteğimizi öyle dillendiririz ki mangalda kül bırakmayız ama gel gör ki iş yapmaya gelince sanki o sözleri söyleyen başkasıymış gibi davranırız. İşte bu şekilde davranmamızın sebebi ise ataletin halimize ve düşüncemize sirayet etmesidir. Sirayet etmesinin sebebini de yaşayışımızda aramamız gerekir. Malum tatil kelimesi atalet kelimesinden geliyor ve ülke olarak yaşamımız tatil üzerine kurulu maalesef. En çok tatil yapan ülke olduğumuz söyleniyor. Yılbaşı geldiğinde tatil hesaplamaları başlıyor. Aslında hal ve hareketlerimizle biz tembelliğe davetiye çıkartıyoruz. Böyle olunca da tembellik adeta bir hastalık gibi kişiden kişiye sirayet ediyor maalesef. Tembelliğin sirayet etmesi ise en tehlikeli haldir. Tembellik en çok sakınılması gereken hastalıktır. Efendimiz  (s.a.v) dualarında "Ya Rabb`i, tembellikten sana sığınırım." diyerek bu halden sakınmıştır  (Buhârî, Cihâd, 25, 74; Müslim, Daavât, 48, 52)

Hatta Efendimiz (s.a.v) bu halden sakınmamız, korunmamız ve gayretkâr olabilmemiz için “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır.`` (Deylemî) buyurmuştur. Dinimiz ve Efendimiz (s.a.v) nezdinde çalışmak o kadar mühimdir ki Efendimiz (s.a.v) asr-ı saadette Müslüman olan insanlar kendisine biat ederken, Allah`ın emir ve yasaklarına riâyet edeceklerine ve tembellikte bulunmayacaklarına, tembellik yapmayacaklarına biat etmelerini istiyordu. (Ahmed b. Hanbel, III, 322, 340, V, 325).

SIHHAT BULMAK NİYETİYLE   

Peki, bu sebebleri gördükten sonra tehir etmeyi tehir edebilecek miyiz ve hayatımızdan çıkartabilecek miyiz? Bazı durumların farkına varmak ertelememize mani olabilir. Evvela tehir etmenin şeytandan ve nefisten kaynaklandığını bilmeliyiz. Bunun onların çirkin bir vesvesesi olduğunu unutmamalıyız. Her nasıl ki Allah-ü Teâlâ şeytan ve nefs için her daim kötülüğü emreder diye uyarıda bulunuyor. Bizler de tehir etmenin de onların birer vesvesesi olduğunu unutmamalı ve teyakkuzda olmalıyız. Tehir etmemek için bilmemiz gereken en önemli husus budur. Ertelemek bize şeytanın tarafından güzel gösterilir aynı çölde serap görmüş gibi oluruz. O bize vesvese ile işimizi bitirince daha rahat namaz kılacağımızı, dünyalık işlerin aklımıza gelmeyeceğini telkin eder. Bu aldatmaca güzel gibi gözükür. İşimizi bitirdikten sonra namaz kılmanın daha doğru olduğunu düşünürüz lakin işimizi bitirinceye kadar ki zaman dilimine muktedir değiliz ki. O zaman diliminde ölmeyeceğimize garantimiz yok. Velev ki ölmedik o iş bitse dahi şeytanın başka işleri aklımıza getirmek için fırsat kolladığını onun vesveselerinin bir aldatmacadan ibaret olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Ayrıca şeytanın ertelemenin ardına sakladığı tuzakları iyi bilmeliyiz. Kaygı ve endişe tuzaklarına dikkat etmeli, hırs bataklığına gömülmemeliyiz.

Ertelememize mani olacak vesilelerden birisi de gelecekte bir iş yapacağımız zaman “inşallah“ demektir. Bizler gelecekte bir işimiz olduğu zaman sanki o gün geldiğinde ne olursa olsun o işin olacağını düşünüyoruz. İnşallah demeyi unutuyoruz ve aynı zamanda Efendimiz (s.a.v)`in bu konuda uyarıldığını unutuyoruz. Bir gün Resulullah Efendimiz`e (s.a.v); ruh, Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn`den sorulunca; "Yarın gelin, haber vereyim." buyurmuş, inşallah demeyi unutmuştu. Bu sebeple birkaç gün Resulullah`a (s.a.v) vahiy gelmedi. Sonra şu mealdeki âyet-i kerime nazil oldu:"İnşallah demeden hiçbir şeyi `yarın yapacağım` deme!" (Kehf, 18/ 23, 24). İleride bir iş yapacağımız zaman o işin ancak Allah`ın izni dahilinde olabileceğini unutmamalıyız. 

Tehir etmemizi engelleyebilecek diğer husus ise zamanında yapmamız gereken işi geciktirmeden o an itibariyle yapmanın gayreti içerisinde olmaktır. Atalarımız her şey vaktinde güzeldir diye boşuna dememişler hatta bununla ilgili şu hikâye anlatılır: “"Adamın biri yol kenarına diken ekmiş. Önceleri zararsız gibi görünen bu dikenler, zamanla gelip geçenleri rahatsız etmeye başlayınca, şikâyetler çoğalmış. Fakat adam bu şikâyetleri duymamazlıktan gelmiş. Derken, Allah Teala`nın bir veli kulu gelip adama dikenleri sökmesini söylemiş. Adam da: `Bir hayli gün var babacığım. Bugün olmazsa yarın; bir gün mutlaka o dikenleri sökeceğim.` demiş. Bunun üzerine Allah dostu, adama şöyle demiş: `Hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun. Fakat, bil ki günler geçtikçe o dikenler büyüyüp güçleniyor, sense güç kaybediyorsun. Dikenler gençleşiyor, sense giderek ihtiyarlıyorsun...`" her geçen gün, yapmadığımız işler için aleyhimize işliyor demektir. Bugünün işini yarına bırakma diyen ne güzel demiş. Âlemleri yaratan Rabbimiz yarattığını bir düzene göre yaratmıştır şüphesiz. İşte bu düzende hiç bir ertelemeye rastlayamayız. Bu düzende hiçbir şey bir an olsun ertelenmez. Olacak ne varsa olması gereken an itibariyle olur. Doğacak olan vakti saatinde doğar ölecek olanda vakti saatinde ölür. Yüce Allah buyuruyor ki: “Oysa Allah kendi eceli gelmiş bulunan, hiç kimseyi kesinlikle ertelemez, Allah yaptıklarınızdan haberdardır”(Münafigun,11)  Ne bir an geri ne bir an ileri. Dem bu demdir denir ya hani, işte o dem itibariyle olacaklar olur. Rabbimizin yarattığı ve tanzim ettiği düzende ayın ve güneşin doğuşundan batışına, hayvanatın nebatatın ve insanoğlunun doğumundan ölümüne, günlerin ve gecelerin uzunluğuna ve kısalığına, ibadetlerimizin vakitlerine varıncaya dek bir nizam var ve asla erteleme yok. Her şey vakti vaktine tahakkuk ediyor. İbadetlerimize baktığımızda bir vakti diğer bir vakitte kılamıyoruz. Bir günün namazını diğer bir günde kılamıyoruz. Her şey de bir nizam ve intizam var. Kainatı yaratan Rabbimiz, bizlere yarattıklarından ve hiçbir şeyin ertelenmediğinden ibret almamızı emrediyor. Bu ibret çerçevesinde de hayatımıza çeki düzen vermemizi istiyor. Hayatımızda dirlik düzenlik istiyorsak eğer ertelemekten vazgeçmeliyiz. Bu hususta Hazret-i Mevlana ne güzel söylüyor:

“Yarın yaparım diyorsun kaç tane yarın geçti hayatında

Kaç tane yarın geçti ne yaptın ki yarın yarın diyorsun “

     

 


GENÇ'ın Yazısı.