Haydi Beyler, Camiye!
Camilerde hanımlara yönelik kaba tavırların değişmesini isteyen hanımların yapacakları bir şey var: Erkek yakınlarını cami cemaati haline getirmek. “Haydi hanımlar, camiye” kampanyasını başlatıp yürütenlerin kaçının eşi, erkek kardeşi, babası, oğlu, erkek kuzeni vs. düzenli cami cemaati? Bu sorunun cevabına biraz kafa yoralım.
Büyük kızım Meryem’le İstanbul’un dış ilçelerinden birinde, öğle namazına gitmiştik bir defasında. Yaşı o zaman üç ya da dörttü. Camide sessiz durmaz da ihtiyarlardan biri çocuğa bağırır diye, korkarak götürmüştüm. Bu bağırış, sonrasında kızımın camiden soğumasına yol açabilirdi çünkü. Böylece ben de kaş yapayım derken göz çıkarmış olurdum.
İçeri girerken Meryem’i sıkı sıkı tembihledim: “Kızım, burası cami. Sessiz olmamız lazım. Ben namaz kılana kadar uslu dur, olur mu?” Ufacık çocuk, elbette bu nasihati tam manasıyla dinlememişti. Dinleyemezdi de. Cemaatle farz kılınırken, caminin içinde koşturmaya başladı, bu sırada biraz da gürültü yaptı. Bir kız çocuğu ne kadar yapabilirse. Meryem arka tarafta özgürce koştururken, ben de selamdan sonra duyabileceğim azarlar sebebiyle namazı güçlükle tamamladım.
Maalesef tahmin ettiğim gibi de oldu. Yaşı 80’e yakın aksakallı bir ihtiyar, bütün sevimsizliğiyle çocuğa bağırmaya başladı. Bunun üzerine ben de duruma müdahil oldum. “Siz böyle bağırırsanız, çocuklara camiyi nasıl sevdireceğiz? Ben kızımı nasıl getireceğim bir daha?” dedim. Bu sözümün, ihtiyarı sakinleştirmesini umarken, o daha da hırçınlaştı: “Getirme çocuğu!” dedi. Biz böyle caminin içinde yüksek sesle atışırken, imam ortamı yatıştırmaya çalıştı. Ben de mecburen Meryem’in elini tutup camiyi terk etmek durumunda kaldım.
Caminin yakınlarındaki çarşının oraya geldiğimizde, kızım “Baba, oyuncak alalım” diye tutturdu. Bunun üzerine oyuncakçı dükkânına girdik, biraz oyalandık. Çıkışta, arkamdan bir ses duydum: “Oğlum, bakar mısın?” Arkamı döndüğümde, yine beyaz sakallı bir amcanın hızlı adımlarla bize yetişmeye çalıştığını gördüm. Yanıma geldiğinde bir çırpıda söylediği “Size o adam bağırdığında ben de camideydim oğlum, sen kızınla çıkınca, ben arkanızdan ağladım. Lütfen, böyle kaba insanların kusuruna bakmayın. Çocuklarınızı camiye getirin” sözleriyse, benim için gerçek bir hediye ve moral oldu.
Evet, camilerde çocuk sevmeyen kaba-saba insanlar olduğu gibi, böyle ince düşünceli büyüklerimiz de vardı. Bu bile, biz babalara “Mücadeleye devam! Eski kafaları yenileriyle değiştirinceye kadar, camilerde direnişe devam!” mesajıydı başlı başına.
• • •
Son günlerde enteresan bir akım haline gelen ve ne hikmetse BBC’nin bile dikkatini çeken “Haydi kızlar, camiye” kampanyası, kendi kızlarımı camilere götürdüğümde karşılaştığım -çoğu olumsuz- türlü tavırları aklıma getirdi. Camiler biz Müslümanların ibadet ve hayat alanıyken, kızlarımızı ve oğullarımızı elbette buralardan uzak tutmamamız gerekiyor. Ama bunun yöntemi ve çerçevesi nedir, onu konuşmak lazım.
Rasulullah Efendimiz döneminde, hanımların camilere devam ettiği malum. Camilerde hanımların konuşmalara müdahale ettiğini ve erkeklerle hanımların birbirlerini görerek ibadetlerini yerine getirdiğini gösteren birçok rivayet elimizde. Hanımların mescidin arka kısmında ve erkek saflarının arkasında namaz kılmalarına dair düzenin, bizzat Hz. Peygamber tarafından oluşturulduğunu biliyoruz. Çok sayıda hadis rivayeti, erkeklerle hanımların namaz alanları arasına herhangi bir sütre ve perde gerilmediğini, sadece safların birbirinden ayrıldığını da gösteriyor. Dolayısıyla, hanımların mescitlerden tecrit edilmesi ve camilerde onlara yer ayrılmaması mantığının, sonraki dönemlerde bazı zaruretler ve fitne korkusu vb. gibi sebeplerle alınmış içtihadî kararlar olduğu anlaşılıyor.
Tüm bu gerçekler göz önüne alındığında, Müslüman bir hanımın, “Bana mescitlerde nezih ve ferah mekânlar ayrılmalı” dileğinin, İslâmî açıdan karşı çıkılacak tarafı yok.
Mevzuyu böyle ele aldığımızda, aslında problem oldukça basit ve çözümü de kolay. Fakat, camilerde hanımlara (ve çocuklara) reva görülen kötü muameleyi eleştirmek ve düzeltmek için çıkılan bir yolun, “Biz neden erkeklerin arkasında namaz kılıyoruz? Hayatın diğer alanlarında yan yanayken, camide arka safa itiliyoruz?” noktasına sürüklenmesi, haklı bir davanın haksız argümanlarla boğulmasından başka bir şey değil.
Müslüman hanımlara cami ve mescitlerde güzel mekânların ayrılması, abdesthanelerin temiz bir biçimde oluşturulması, kimsenin Allah’ın evlerinden kovulmaması, camilerimizin ailecek hayatımızın merkezine taşınması gibi hedefler için hep birlikte çalışmaya ve mücadele etmeye evet. Ama bizzat Rasulullah tarafından oluşturulmuş ibadet düzeninin, birtakım modern safsatalar uğruna tartışmaya açılmasına ve yok edilmesine hayır. Kimse kusura bakmasın.
• • •
Camilerde hanımlara yönelik kaba tavırların değişmesini isteyen hanımların yapacakları bir şey var: Erkek yakınlarını cami cemaati haline getirmek. “Haydi hanımlar, camiye” kampanyasını başlatıp yürütenlerin kaçının eşi, erkek kardeşi, babası, oğlu, erkek kuzeni vs. düzenli cami cemaati? Bu sorunun cevabına biraz kafa yoralım.
Kötülüğün panzehri iyiliktir. Bir yerde baş gösteren tersliği, ancak ve ancak düzgün örnekleri çoğaltarak yok edebilirsiniz. Camilerde şikâyet ettiğimiz kısır mantık ve ufuksuzluk, oralarda geniş ufuklu ve Müslümanca bakış sahibi cemaatin çoğalmasıyla aşılacak. Cemaatin kalitesi ve kalibresi artacak ki, hanımlara da çocuklara da Rasulullah Efendimizin verdiği değer verilsin. Cemaat içinde İslâmî şuur öylesine derinleşmiş olmalı ki, camiye gelen hiç kimse kapıdan geri çevrilmesin. Herkes, kendi yerinde ve konumunda, “Allah’ın kulu” olmanın hazzını yaşasın, hiçbir kabalıkla ve terslikle karşılaşmasın. Böylece mescitlerimiz, Efendimiz döneminde olduğu gibi, hayatımızın dinamosu haline gelsin, bizleri ve nesillerimizi yenilesin, temizlesin, durultsun.
Ezcümle: Camilerimizin ıslahı, sosyal medya kampanyalarıyla veya yurtdışından yayın yapan kanallara demeçler vererek değil, bizzat kendimizi ve cemaatlerimizi ıslah etmek suretiyle gerçekleşecek. İçten gelmeyecek, yüreklerimizden temellenmeyecek hiçbir değişimin, sürekli olmayacağını da hiç unutmadan.
Taha Kılınç'ın Yazısı.