Sömürgeciliğin Keşif Kolu: Oryantalizm
“Batılıların bizi ve bizim batılıları nasıl algıladığımızdan önce, hem batının kendini hem de bizim kendimizi algılayışımıza bakmamız lazımdır. Oryantalizmi eleştirelim, ona dönük tezler üretelim ve kendimizle ilgili algılarımızı yeniden inşa edelim.” Ahmet Davutoğlu
ORYANTALİZM NEDİR?
Oryantalizm kavramının köküne indiğimizde Latincede “güneşin doğuşu” anlamına gelen “oriens” kelimesi ile karşılaşıyoruz ve doğu ile ilgili olduğunu, coğrafi olarak doğuyu işaret ettiğini anlıyoruz.
Kavram olarak “Müslüman doğu medeniyetinin din, dil, edebiyat ve kültürünü içine alacak şekilde bütün unsurlarını inceleyerek İslam Dünyası hakkında Batılıların sistematik bir bilgiye sahip olmalarını sağlayan, İslam ve Batı medeniyeti arasındaki mücadelede Batı uygarlığı lehine veriler elde etmeye çalışan bir akım” şeklinde tanımlanıyor. Oryantalizmin Arapça karşılığı “istişrak”, oryantalistin ise “müsteşrik” kavramlarıdır.
İSMİ LAZIM DEĞİL
Oryantalist olarak adlandırılmak ilk zamanlar kişiyi onure eden bir vasıflandırma iken oryantalizm sözcüğünün anlam değişikliği neticesinde bu kelime artık tercih edilmemektedir. Batı toplumlarının doğuyu tahakküm altına almak için yaptığı çalışmalar olarak tanımın değişiklik göstermesi bu uzaklaşmada en önemli sebeptir. 1973 yılında Paris’te düzenlenen 29. Uluslararası Oryantalistler Kongresi’nde karşı çıkanlar olsa da Oryantalist kavramının kullanılmaması resmi olarak karara bağlanmıştır. Bununla beraber kongrenin adı da “Kuzey Afrika ve Asya Konulu Uluslararası Beşeri Bilimler Kongresi’’ olarak değiştirilmiştir.
KAVRAMI TERS YÜZ EDEN ADAM: EDWARD W. SAİD
Bu isim değişikliğinde Edward W. Said’in rolü çok büyüktür. Said’in “Oryantalizm” adlı çalışmasından sonra oryantalizme yüklenen olumsuz anlamlar artmıştır. Cemil Meriç’in “Bu kitabı biz yazmalıydık” dediği ve “Sömürgeciliğin Keşif Kolu” üst başlığını yine Meriç’in koyduğu bu kitaptan kaynaklı negatif etkilerinden dolayı oryantalistler kendilerine “oryantalist” denmesini reddetmişlerdir. Peki, Edward Said kavramda nasıl bir muhteva değişikliği yaptı ki adını bile taşımak istemez hale geldi bu oryantalistler? “Oryantalizm gerçek Doğuyu değil Şarkiyatçıların görmek istedikleri bir ‘Şark’ı aksettirir” cümlesi Said’in meramını ifade etmeye kâfi aslında. Fakat bu tek cümle ile yetinmeyerek Said’i biraz daha dinleyelim: “Oryantalizm Şark ile uğraşan toplu bir müessesedir” diyerek tanımlar ve devam eder: “Yani Şark hakkında hükümlerde bulunur, Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir, Şark’ı tasvir eder, tedris eder, iskân eder, yönetir; kısacası Doğu’ya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve onun amiri olmak için Batı’nın bulduğu bir yoldur.’’
TARİHÎ SÜREÇ
Oryantalizmim başlangıcı için tam bir tarih vermek mümkün olmasa da bazı araştırmacılar 1300’lü yıllara kadar dayandırmıştır. 1400’lü yıllardan Ümit Burnu’ndan Asya’ya gidiş yolunun keşfedilmesi oryantalist çalışmaları etkilemiştir. 17. ve 18. yüzyıllarda seyyah ve misyonerlerin doğu seferleri; ardından coğrafi keşifler, sanayi devrimi, Reform ve Rönesans gibi gelişmeler neticesinde 19. yüzyılda oryantalist çalışmalar patlama yapmıştır. 19. yüzyılda batının değişen sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı doğuyu bilmeyi kesin bir zaruret olarak kabul etmiştir. Batı, sadece sömürgeleştirme emelini değil modernite projesini yürütmek için de doğuyu bilmek zorundadır. O günden bugüne sayısız makale, kitap, akademik tez çalışmaları yapılmış, üniversitelerde kürsüler açılmış dersler verilmiştir.
ORYANTALİZMİN ORTAYA ÇIKMA SEBEPLERİ
Dini sebepler arasında Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliği hakkında ve Kur’ân’ı Kerîm’in Allah kelamı olmadığına dair şüpheler uyandırmak, hadislerinin Müslümanlar tarafından uydurulmuş sözler olduğunu iddia etmek, İslam fıkhının değerini düşürmek, Arapça’nın anlaşılmaz bir dil olduğunu ileri sürerek itibarsızlaştırmak. İslamiyet’in Yahudi ve Hristiyan kaynaklardan beslenerek ortaya çıktığını iddia etmek gibi başlıklar sayılabilir.
Ticari Sebeplere baktığımızda ise sanayi devrimi ile beraber hammadde ihtiyacı ve ürün ihracatı için pazar arayışında olan Batı dünyasının Doğu toplumlarını ve topraklarını derin ve detaylı tanıması gerekiyordu.
Siyasi sebepler ise ilk olarak sömürgecilik politikalarını yürütebilmek için doğuyu en uygun zemin olarak görüyorlardı. Özellikle Müslümanların yaşadığı coğrafyalar hayallerindeki birden fazla maksadı gerçekleştirmek için biçilmiş kaftandı. Bu bölgeler sömürge haline gelirse Müslümanlar güç kaybeder; dahası birlik beraberlik bozulur ve Müslüman camia yutması kolay bir lokma haline gelir.
HOLLYWOOD SİNEMASI VE ORYANTALİZM
Batı’nın üstünlüğü, özne oluşu Doğu’nun geri kalmışlığı ve ezikliği düşüncesi üzerine inşa edilmiş olan oryantalizm sadece yazılı kaynaklarda değil sinema, fotoğraf, tiyatro gibi görsel sanatlarda da kendisini göstermiştir. Sinemanın salt eğlence aracı olmaktan öte toplumsal algıları, düşünce biçimlerini etkileyen imaj ve imgeler bütünü olarak kullanıldığı günümüz dünyasında herkesçe kabul görmektedir. Serbest zaman etkinliği olmasından öte ideolojik kaygılarla kurgulanan göstergeler üzerinden bir “ben” ve “öteki” söylemi geliştirilmiştir. Hollywood sinemasında da Batı’nın kendi üstünlüğünü, kurtarıcı misyonunu, aklı temsil edişini Doğu ile ilgili oluşturduğu şiddet eğilimi, fantastik ve sezgisel bir düş dünyasında yaşaması, şehvet düşkünü tembel barbarlar imajı üzerinden tanımlaması söz konusudur. Birçok insanın keyifle izlediği bu sinema filmlerinin öyle çok da masum olmadığını, gerçeği yansıtmak şöyle dursun aksini empoze ettiğini fark etmek elzemdir. Bunun için de sağlam bir altyapı ve sorgulayan bir zihinle gördüğünü, duyduğunu, okuduğunu süzgeçten geçiren uyanık bir dikkat şarttır.
ORYANTALİZM VE ÖTEKİLEŞTİRME
Oryantalist söylemin en önemli unsuru ötekileştirmedir. Ötekileştirmenin ilkesi ise kendisini yüceltirken karşısındakini alçaltması hatta şeytanileştirmesidir. Batının kimliğini oluşturması için kendini özne olarak tanımlaması gerekiyordu ve nesne olarak konumlandırdığı Doğu’yu oryantalistler eliyle daha yakından tanımalıydı. Bu yolla iyi olan her şeyi kendisinde barındırdığı, kötünün ise Doğu’ya ait olduğu algısını oluşturacak veriler ortaya koydu. Doğu fantastiktir, durağandır, kendisini ifade edemez, stratejik düşünemez, öfke ile hareket eder, şiddetten ve şehvetten beslenir ayrıca doğunun esas duruşu cehaletten ibarettir. Kendini temsil edemeyen doğu, batı tarafından temsil edilmeli, yönlendirilmeli ve yönetilmelidir. Batı kendini “efendi” ve “uygar” olarak tanımlarken efendiliğini göstermek için bir “köle”ye ihtiyacı vardı işte o köle de Doğu idi. Kendisini öyle bir merkezde görüyordu ki coğrafi anlamda doğu-batı ayrımı, zaman ayarlamaları, kültürel birikimine göre takvimin belirlenmesi hep bu merkeziliğin yansımasıdır.
Hepsini Aynı Kefeye Koymamak Lazım: Helmut Ritter
Alman oryantalist Helmut Ritter, lise eğitiminden sonra ünlü oryantalistler Carl Brockelman ile Paul Kahle’den eğitim aldı. İstanbul Üniversitesinde de dersler veren; Şarkiyat Enstitüsünün kuruluşuna önayak olan Ritter, Türkiye’de çağdaş Doğu dilleri ve bilimi araştırmalarını başlatmıştır. Ayrıca o yıllarda Türkiye’de hadis çalışmalarına etkisi olmuştur. M. Fuad Köprülü ve İsmail Saib Sencer gibi önemli isimler Ritter’le çalışmışlardır. Bizim dikkatimizi çeken ise dünyaca ünlü Bilim Tarihçimiz Fuat Sezgin’in çalışmalarında Ritter’in hayati bir öneme sahip olmasıdır. Sezgin’i Bilim Tarihine yönlendiren, farklı diller öğrenmeye teşvik eden hatta “günde 14 saat çalışarak bilim adamı olamazsın” diyerek daha fazla çalışma gayretini veren isimdir Helmut Ritter. M. Esad Coşan Hocaefendi’nin bir ses kaydında Ritter’in aslında Müslüman olduğuna dair ipuçları olsa da bize kalpleri bilen ancak Allah’tır demek düşüyor. Helmut Ritter gibi genelde doğunun bilgisini özelde İslamiyet’i araştırırken yüce dinimize hayran kalarak Müslüman olan ya da Müslüman olmasa dahi çalışmalarını misyonerlik, sömürgecilik, ötekileştirme gibi amaçlara “kurban” etmeyen iyi niyetli oryantalistleri de göz ardı etmemek gerekiyor.
Doç. Dr. Lütfi Sunar: Şarkiyatçılığı Niçin Yeniden Tartışmalıyız?
Medeniyet Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Lütfi Sunar Uluslararası Oryantalizm Sempozyumu kitabında yer alan yazısında şarkiyatçılığın neden yeniden tartışılması gerektiğini iki maddede şöyle özetliyor:
“Birincisi geçmişte olanlar, etkileri ve süreğenlikleri bakımından geçmiş değildir. Hele bu bir toplumun kendi kimliği ve var oluşuyla alakalı kavramsallaştırma ve temelleri de içinde bulunduran şarkiyatçılık gibi bir alanda ise bu durum daha belirgindir. Bugün şarkiyatçılık sadece bir arka plan olarak değil, aynı zamanda bir düşünüş biçimi, yöntem, kavramsallaştırma aracı olarak da varlığını devam ettiriyor. Halen şarkiyatçı özle donatılmış kavramlarla araştırmalar yürütülüyor ve politikalar oluşturuluyor. II. Savaş sonrası dünya siyasetindeki siyasi değişimlerden dolayı farklı bir şekilde sürdürülen ve resmi düzeyde terk edilen şarkiyatçılığın yine siyasi değişikliklere bağlı olarak 21. yüzyılın başında geri döndüğünü görüyoruz. Bir dönem perdeli bir şekilde devam ettirilen şarkiyatçı bakış artık, yavaş yavaş perdelerini atıyor ve yeniden açık bir şekilde ortaya çıkıyor.
İkincisi şarkiyatçılık sıradan bir imparatorluk tavrı değildir. Onun özel bir biçimde modern toplumsal, iktisadi ve siyasi koşullarla ilişkilidir. Tarih boyunca imparatorlukların yönetimleri altında yaşayan halklara dair bilgiler topladıkları vaki ise de bu kendi kimliklerini kurmak için mutlak bir ötekileştirme şeklinde gerçekleşmemiştir. Şarkiyatçılık ise modern batı toplumunun kendine has nedenlerle ürettiği bir bilgi alanıdır.”
Meşhur Oryantalistler
Ignaz Goldziher
Macar asıllı bir Yahudi olan Goldziher “Yahudiliğin Kur’an Üzerindeki Etkisi” konulu doktora tezini hazırlamıştır. Meşhur eserleri arasında “Tefsir Ekolleri” ve “İslam’da Akide ve Şeriat” isimli çalışmaları vardır. Kur’an’ı Kerîm’in vahye dayanmadığını, İslam’ın Hz. Peygamber döneminde tamamlanmadığını O’nun vefatından sonra Müslümanların reformları ile son şeklini aldığını, İncil ve Tevrat’ın da hak kitaplar olduğunu iddia etmiştir. Goldziher’e göre hadis-i şerifler Hz. Muhammed’e ait sözler değil, Müslümanlar arasında zaman içinde oluşmuş metinlerdir. Ona göre İslam hukuku Roma hukukundan etkilenmiştir. Ezher üniversitesinde dersler alan Goldziher, İslamiyet içinde tasavvufun önemini fark eden ilk kişi olarak kabul edilmektedir.
Ernest Renan
Ernest Renan bir filolog özellikle Sami dili araştırmacısıdır. Esas tezi akıl ve nakili karşı karşıya getirmektir. Aklın nakilden üstün olduğunu İslam dünyasına kabul ettirmeye çalışmıştır. 1883’te sunduğu “İslam ve Bilim” başlıklı konferansında İslâm’ın bilim, kültür, eğitim ve ilerlemeye engel bir din olduğunu iddia etmiştir. Namık Kemal, Renan Müdafaanamesi isimli eserinde Renan’ın iddialarına cevap vermiştir. Kemal’in Renan hakkında yazdığı şu cümleler dikkat çekiyor: “Engizisyonun kötülüklerini tenkit ede ede, her fenalığı dine bağlayan ve her dini aynı meziyette vehmeden bir münkir. Üstelik ele aldığı konuyu hiç de bilmemektedir. Nasıl olur denilebilir, bir Şark dilleri mütehassısı, bir akademi azası İslam’ı nasıl bilmez? Bilmez, Avrupalı Şark’ı bilmez.”
Christian Snouck Hurgronje
Modern şarkiyatçılığın kurucularından, Avrupa’nın yetiştirdiği meşhur oryantalistlerden birisidir. En dikkat çeken çalışması “19. Yüzyıl İkinci Yarısında Mekke”dir. Bu eserinde kutsal topraklarda süregiden sosyal ve kültürel hayatı gündelik yaşamdan gözlemlerle anlatmaktadır. 1884-85 yıllarında altı ayı Mekke’de altı ayı Cidde’de olmak suretiyle bir yılını kutsal topraklarda geçirmiştir. Bunu sağlamak için isim değişikliği yaparak Abdulgaffar adını almıştır. “Mekke’de Hac Mevsimi” isimli teziyle hac ibadetinin cahiliye döneminden kalma bir adet olduğunu iddia etmiştir. Hurgronje’nin iddiaları hac ve kurban tartışmalarının asıl kaynağı olarak görülmektedir.
Hâsıl-ı Kelâm Netîce-i Merâm
Araştırma Faydalıdır; İyi Niyetli Olduğu Sürece
Araştırmacı bir ruh, medeniyetleri tanıma arzusu her ne kadar makul ve meşru bir gayret olarak kabul edilse de oryantalizmin doğuyu bilme/tanıma merakını masum bir çaba olarak addetmek hakikati görmemek için başını kuma gömmekten başka bir şey değildir. Kavimlerin birbiriyle tanışması Kur’an’ı Kerîm’de de tavsiye edilmiştir lakin oryantalizmde tanışmaktan öte işgal için tanıma niyeti öne çıkmaktadır. Objektif bir ilim olmaktan ziyade misyonerlik ve sömürgeciliğe destek amacıyla oluşturulan ideolojik bir proje demek yanlış olmaz. Akademik ve bilimsel çalışmalar gibi lanse edilen oryantalizmde İslam dini hakkında şüpheler uyandırma gayreti vardır. Nitekim ilk tohumları atılan Mısır ve Hindistan topraklarında bu bölünmüşlüğün gözlemlenmesi –ne acı ki- gayretlerinin akim kalmadığını da ortaya koymaktadır.
Gayret Gereklidir; Yapı Bozucu Olmadığı Sürece
Asırlarca konuşulmuş bir mesele olan oryantalizmin tekrar tekrar ısıtılması otantik bir şekilde kendiliğinden değil planlanarak oluşturulmuş kurgusal bir gündemdir. Bu kurguyu oluşturanlar ise İslam Ümmeti ile cepheden mücadele etme kudretini gösteremeyen ve bir yöntem olarak oryantalizmi keşfeden Batı’dır. Müslümanları kimlik ve aidiyet anlamında şüpheye düşürmek yani kaleyi içten fethetmeye çalışmak için şarkiyatçılığı icat etmişlerdir. İslami ilimlerin her dalında gerçekten güçlü çalışmalar yapan oryantalistler kimlik kodlarını çözmek, aidiyet bağlarını çözümlemek için Ebubekir Sifil’in deyimiyle “yapı bozucu” bir gayret içindedirler.
Yerli Olan Candır; Genetiği ile Oynanmadığı Sürece
Dikkat ettiğimizde pek çok oryantalistin eğitimlerini Ezher Üniversitesi’nde aldıklarını ve çalışmalarını burada yürüttüklerini görüyoruz. Dahası oryantalistlerin fikriyatlarını İslam’ın reformu adıyla Müslümanlardan bir takım da benimsemiştir. Modernleşme sürecinde gerek doğuya gelen şarkiyatçılar gerek eğitim maksadıyla batıya gönderilen öğrenciler eliyle oryantalist düşünce Müslümanlar arasına da sızmıştır. Fakat bu fikriyat Müslüman zihniyete oryantalist düşünce kisvesinde zerk edilmemiştir. “Bunlar Müslümanların problemleri bunları konuşmak lazım” bakış açısıyla zihinlerde yer etti/rilmiştir. Bu aşamadan sonra da İslami ilimlerle ilgili tartışmalarda yabancı bir oryantalistin adı anılmamış onların yetiştirdiği “yerli oryantalistler”in ismi zikredilir olmuştur. İslam coğrafyasının hangi ülkesine gidilse bu yerli müsteşriklerden görülür olmuştur. Savundukları fikirler kendilerine aitmiş gibi algılansa da hepsi oryantalizm tornasından geçmiştir. Daha acısı ise “elin” oryantalistine gerek kalmamış oryantalistleşen zihniyetler yani yerli müsteşrikler tarafından fazlasıyla işlenmektedir.
Tavsiye Güzeldir; Uygulandığı Sürece
Peki, ne yapmalıyız? Öncelikle müteyakkız olmalı müteyakkız kalmalı. Sağlam bir alt yapı oluşturulmalı ki çarpıtmalara kanmamalı, tuzaklara düşmemeli. Bilgi ve yorumların kaynağı iyi araştırılmalı, her sunulanı olduğu gibi kabul etmemeli. Kur’an ve Sünnet’e uymayan malumat ve uygulamaları iyi ayıklamalı. Doğru bilinen yanlışlara mercek tutmalı. Sevilen yazar ve fikir insanlarının görüşlerine körü körüne savunuculuk etmemeli. Oryantalizmin açtığı problemler iyi tespit edilmeli. Sonuçta oryantalizmle mutlaka yüzleşmemiz gerekmektedir. Bu yüzleşmede eziklik psikolojisine kapılmadan kendimizi tarihin içinde özne olarak kabul etmeli ve geleceğe dönük projeksiyonlar geliştirmeliyiz.
Ayşe Yazıcılar'ın Yazısı.