Merve Kurtoğlu

F. Hande Topbaş’ın Şule Yayınları’ndan yeni çıkan “Bir Şehir Durduğunda” isimli eseri basit bir gezi kitabının çok ötesinde. Her metnin hem edebi değeri çok yüksek, hem de derin bir coğrafya birikimine ayna tutuyor. Hande Hanım gezip gördüğü yerlere hissiyatını da ekleyerek metni zenginleştiriyor. Bu da hareketli şehirleri durduran bir unsura dönüşüyor. Daha çok küçük insan hikayelerinin sarsıcı etkisine odaklanıyor. Kendisi ile bu yeni kitabını vesile ederek şehirlerin kimliklerini, seyahat tutkusunun kaynağını, bir yeri gezmeden önce yapılan hazırlıkları, fotoğrafları, tanımların sınırlayıcı etkisini ve daha pek çok konuyu konuştuk.

Kitabınızın isminden başlayalım sohbetimize dilerseniz. Bir şehrin ruhunu hissedebilmek, ona bir kimlik atfedebilmek için şehrin durması, sakinleşmesi mi gerekir?

Şehirler durmuyor. İnsanlar, ağaçlar, binalar, tren yolları, mezar taşları hepsi beraber yaşlanırken bir an olsun sadece o şehre ait bir parçayı; bazen eski bir çeşmeden avucuma akan soğuk suyu, bazen de bir çocuğun ayakkabısını sürükleyen kızgın nehri; cümlelere hapsederek durduruyorum. Yazabilmek için durup dinliyorum Mardin’i. Bursa Ulucami’nde saatlerce bir hat yazısına bakıyorum. Avucuma sinen keçi kokusu hikâyenin bir parçası oluyor.

Seyahat tutkunuzun kaynağı nereden geliyor?

“Yediğin içtiğin senin olsun bana gördüklerini anlat” sözünü duyduğumda ben sadece görüleni değil insanları, kokuları, yenilip içileni de merek etmiştim. Yedi, dokuz yaşlarındayken annemin fisto dantel kurdele kutusuna hayranlıkla bakar, bir parça kesip vermesini isterdim. Annem bebeklere elbise dikeceğimi öğrenince ziyan olmasın diye vermezdi. Evde olmadığı günler ona ait her şey benimmiş gibi ama aynı zamanda çarpılmaktan korkarak bir karış keser alırdım. Sonra masal kitaplarıma bakar, kabarık Heidi kıyafeti, Hindistan sarisi, Arap abayesi diker, şeffaf dosyalar arasına etiketleyip saklardım. Bebeklerin isimleri yoktu, sadece ülke adlarını yazardım etiketlere. Benim için önemli olan farklı milletlerden olmalarıydı.

O yaşlarda ülke isimleri dikkatinizi çekiyordu yani?

Evet farklı ülkeler, tanımadığın insanlar, duyulmamış efsaneler ilgimi çekiyordu. İbn Battuta, Evliya Çelebi, Marco Polo gibi gezginlere hayrandım ama Da Vinci’nin hayatına baktığımda o da bir gezgindi, Mimar Sinan da.

Mantık-ut Tayr’ı okuyana kadar anneannemin masal kuşu zannetmiştim Anka’yı. Zümrüt yüzüğünü gösterip bunun gibi yeşil parlak tüyleri var derdi. Zümrüt yüzüklere saklandığına inandım ve her gece parlak tüylerini okşayıp sırtına bindim. Beraber gezdik dünyayı.

Kısacası çocukluğumdan beri farklı ülkeleri gezme isteği vardı içimde. İnsanların hikâyelerini dinlemek, görmediğim hayvanlara dokunmak, farklı lezzetler, kokular tatmak, buzlu veya ölü sularda yüzmek.

Bir şehri görmeye niyetlendiğinizde yola çıkmadan evvel ne tür hazırlıklar yaparsınız? Orayla ilgili okumalar yapar mısınız mesela? Gezerken en çok nelere dikkat edersiniz?

Önce sayfalarca yazı okuyorum, yabancı gezginlerin gittiği yerleri, tarihsel olayları not alıp belgeseller seyrediyorum ama asıl hikâye uçaktan inince başlıyor. Okumak hayatın bir parçası, ilk emir, sadece yazılanları değil insanı, ağacı, doğayı, binayı da okumak gerekli. Şehirlere, çöllere, kaybolmuş tapınaklara araştırma yapmadan, sayfaların arasında kaybolmadan gitseydim bu kitap ortaya çıkmazdı. Gezmek ise sürprizlerle dolu, hiç beklemediğiniz bir anda mürekkebin ulaşamadığını sunuyor. Kimse denizi sizin hissettiklerinizle anlatamaz. Sabahın ilk saatlerinde yalın ayak sahilde yürürken beyaz ince kumun denizden daha soğuk olduğunu hissediyorsunuz ve küçük turuncu bir yengeç parmaklarınızı gıdıkladığında korkup çığlık atmak da, onunla dost olmak da sizin seçiminiz.

Siz sadece ziyaret ettiğiniz mekânları anlatmıyor; o coğrafyanın birikimini ve bana sorarsanız daha önemlisi hissiyatınızı da ekliyorsunuz. Bu bizi oraya davet eden bir unsur oluyor. Okurken biz de sizinle birlikte seyahat ediyor gibiyiz.

Beş duyumla yazdım bu kitabı. Şehirlerin sesini dinledim, kokusunu duymaya çalıştım ve mekânların hafızasını okumak istedim. Diğer gezi kitaplarından farklı olarak geçmişe ait, tarihsel, öykü tadında paragraflar ekledim. Benimle gezmeniz için betimlemelere yer verdim ve bir şehri kelimelerle resmetmeye çalıştım. Bu yüzden “Bir Şehir Durduğunda” gezi kitabı olduğu kadar deneme aynı zamanda.

Antakya için “doğunun müsamahakâr kraliçesi” diyorsunuz. Kars için de “gri şehir” tanımlamanız var. Bu tip isimlendirmeler coğrafyayı daha iyi anlamamızı sağladığı gibi sınırlar çizme tehlikesini de beraberinde taşımıyor mu?

Bazı şehirlerin sınırları yok, ikiz kardeşler gibi birbirlerine benziyorlar ama diğerleri asla kişiliklerinden taviz veremeyecekleri özelliklere sahipler. Bunları bazen bilerek satırlara yerleştiriyorum bazen de onlar kendiliğinden yazıma sızıyor.

“Ben geçmişi geleceğe hayâl kervanlarıyla taşıyan bir gezginim” diyorsunuz. Biraz açar mısınız bu ifadeyi?

Farklılıkları, güzellikleri; benim, sizin ve hatta yazdığım şehirde yıllarca yaşayan birinin bile bilmediği bir geçmişi; dokunmadığı, görmediği bir taşı, duymadığı bir kokuyu anlatmak istedim ama en önemlisi bütün bunları Hande’nin gözünden, onun hissettikleriyle yazarken şehir kadar ben de vardım satırlar arasında. Tarihe ve efsanelere olan merakımdan dolayı bir elim bugünü yazarken diğeri geçmişe sıkı sıkıya sarılmıştı.

Yazarlığınızın yanında sanatçılığınız da dikkat çekici bir kimlik. Bugünlerde İstanbul’da yapılan Yeditepe Bienali’nde yer alan “Ve Kelimeler Eşlik Etti Sanata” isimli kişisel serginiz hakkında biraz bilgi alabilir miyiz?

Yazarlıktan önce bir müzehhiptim. Renkler ve desenler arasındaki uyum beni her zaman kendine çekti. Zıtlıklar bile bu ahengin içinde kendilerine yakışacak bir köşe bulabiliyor ve bir bütünün parçası oluyorlardı. Hat bir adım öndeydi. Kutsaldı. Tezhip asla onun önüne geçmeden bir gölge gibi takip etti. Yıllarca ayetlerin manasını düşünüp desen çizdim. Benim için eserlerin kendine ait birer hikayesi vardı. Sergim bu fikirden doğdu ve desenlerini çizip altınla süslediğim ayetlerin, duaların, ebruların hikayesini yazdım. 24 Nisan - 15 Mayıs arası Türk İslam Eserleri Müzesi’nde önce eserimi seyredip sonra hikayelerini okuyabilirsiniz. Bu sergi için hem kalemim, hem de fırçam yan yana çalıştı.


GENÇ'ın Yazısı.