Açılış vakti Yuku’ya ulaştığımızda, şehir merkezinden ve civardaki köylerden gelen insanlardan oluşan, 700 kişiden fazla bir kalabalık bizi bekliyordu. Çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler, yaşlı teyze ve amcalar hatta gayr-i müslimler bile gelmişlerdi.

N’gaoundere (Gaundere) şehrine 7 km mesâfede, 15 sene öncesine kadar tamamı gayr-i müslim olan, bölgede yapılan insani yardım, eğitim ve tebliğ çalışmaları sonucu toplam 240 haneden 180’inin Müslüman olduğu bir köy, Yuku.

Köyün Müslüman sakinleri, Cuma namazı için her hafta 4 km mesafede bulunan en yakın Cuma Mescidi’ne yürüyerek gidiyorlar. Köylerinin bir mescide ihtiyacı var. Daha önce bu köyün çocukları, gençleri ve büyükleri için İslâmî eğitim verilmek üzere uygun bir yer, dört duvar-bir çatı, bir sınıf yapılmış.

Bölgeden, muteber bir zât ile haber ulaştırıp, bizden talepte bulundular. Elektriğin ve doğru dürüst suyun olmadığı bu köylerinde, câmi ve eğitimde erkekleri hanımlardan ayıracak ek bir sınıf daha olsun istiyorlardı.

Nasip oldu, muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendinin yakın ilgisi ile 5 aylık sürede önce mevcut sınıfın bulunduğu arsada bir su kuyusu açıldı, ardından aynı alana 146 metrekarelik bir câmi, mevcut sınıfın bitişiğine yeni bir sınıf, hanımlara ayrı erkeklere ayrı abdestlikler, WC lavabolar ve bir adet de gasilhane inşa edildi.

Geçtiğimiz Nisan ayının başında, bu kompleksin açılışını yapmak üzere, başkent Yaonde’den, 820 km’lik mesafede bulunan bu bölgeye gittik.

Açılış vakti Yuku’ya ulaştığımızda, şehir merkezinden ve civardaki köylerden gelen insanlardan oluşan, 700 kişiden fazla bir kalabalık bizi bekliyordu. Çocuklar, gençler, kadınlar, erkekler, yaşlı teyze ve amcalar hatta gayr-i müslimler bile gelmişlerdi.

Bu coşkudan, bu sıcak, samimi insanlardan, bu güzel günden bana hâtıra olarak neler neler çıkıyor böyle, diye düşündüm ve hamd ettim Rabbime. Konuşmalar, ikramlar ve hediyeler içerisine zerk olan teşekkür ve minnetler hem gururlanmaya hem de mahcup olmaya sebep oluyor, insana karmaşık duygular yaşatıyordu. Bunları hep kaleme almalı, yazmalı, anlatmalıydım.

Lâkin hikâye oradan değil başka bir yerden çıktı. Şehirde ziyâret etmeyi planlayıp gündüzden haberleştiğimiz, hanım kızları İstanbul mezunu yerli bir âile vardı. Ancak yatsı ezanı sonrası evlerine ulaşabildik. Bizim geleceğimizi bildikleri hâlde evlerinde yoklardı! Bir-iki seslendik, arka bahçeden baba-kız çıkıp geldiler.

Bizi evlerine alıp ikramda bulundular. Bu ikisinden başka kimse yoktu ortalıkta. Neden sonra müsaade istedik. Bizden, evin diğer mensuplarına da hiç değilse bir selâm vermemizi istediler. Arka taraf bahçeye gittik. Bir de baktık ki, evin reisi, bir hoca tutmuş, meğerse haftanın her günü bu hoca gelip aile üyelerine cemaatle yatsı namazını kıldırdıktan sonra 1,5 saat kadar hadis, fıkıh, siyer, akâid ve Kur’an okuma eğitimi veriyormuş.

Hane sâhibinin 2 hanımı, büyük küçük kızları, oğulları, hatta kendisi her gün bu tedrisât üzere okula dönüştürülmüş evlerinde eğitim alıyorlarmış. Şöyle bir baktım. Maddî durumları ortanın biraz üstü olan bu âile televizyonu, interneti, sâir ıvır zıvır meşgaleyi, vakti boşa harcamayı süpürmüş, ne güzel bir sofra sermişler, dimağlarına, gönüllerine..

Aaahh, ahh… Dedim içimden, bol bol... “Bir cami ve hizmet kompleksi açmaya geldin şu diyara da Allah nasıl ibretlerle de karşılaştırıyor seni...” diye fısıldadım kendime.

Elimin tersine bir baktım sonra... İtebilecek miydim ben de gönül bağına dönüştürdüğüm, ayak bağlarımı?.. İnşallah..


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.