Hasret Ali Genç

Gittikçe maddeci bir yapıya sürükleniyoruz. Somut fayda beklentisi içinde boğuluyoruz. İleriye yönelik bir değişim göremediğimizde korkuya kapılıyoruz.

Önümüzdeki birkaç yıl içinde maraton koşuları bir spor sayılmaktan men edilebilir mi? Aylarca süren eğitimler ve pratik çalışmalarla edinilen yabancı dil öğrenmek, enstrüman çalmak gibi marifetler gözden düşebilir mi? Çok da uzun olmayan bir zaman zarfı müddetinde insanın “gelişimi” veya “kendini gerçekleştirmesi” gibi ömür boyunca devam eden olguları işaret eden kelime ve kavramlar zihinlerden silinip yok olabilir mi?

Saydığımız hadiselerin ortak yönü kendi kategorilerinin en çok zaman ve emek gerektiren uğraşları olmaları aslında. Ve zihinlerimiz odaklanma, sebat etme, uzun uzadıya gayret gösterme aracılığıyla elde edilecek bu örnekler misali ne varsa bu hususlarda bize dur diyor, savaş açıyor!

Teknolojinin gelişimi, gelişimin etik konumu, sosyal medya vakası ve bütün bu büyük paylaşım ekosisteminin etkileri her geçen gün tartışılıp dururken biz de tesirlerini en somut bir biçimde bünyemizde deneyimleyebiliyoruz artık.

Piyasaya yeni sürülen tüm aletler otomatik, hızlı, kendisi karar veriyor ve kimsenin oturduğu yerden kımıldamasına ihtiyaç kalmıyor; moda olan tüm sosyal medya siteleri “bak geç, izle geç, bas geç, dokun geç, beğen geç, paylaş geç, okuyuver geç” endeksli. Geç, geç, geç derken durup bir de orada ne varmış diye bakılmıyor ne anlatılmak isteniyormuş diye sorulmuyor. İki uygulama, iki internet sitesi veya iki cihaz arasında kaldığımızda tercihimizi hep bizden en az seviyede düşünme, hareket ya da faaliyet talep edenden yana kullanıyoruz. Newton’un birinci hareket yasası olarak ifade ettiği eylemsizlik yasasına boyun eğdik, sahip olduğumuz hareketsizlik ve donup kalma halini muhafaza etmeye çalışıyoruz.

Sosyal medya uygulamalarını veya sitelerinin büyük çoğunluğunda hesabım olmadığı için son trendlerden haberdar değilim, haberdar olmamayı daha fayda temin edici buluyorum. Fakat birkaç yıl önce tüm kullanıcıların takip etmekten kendini alamadığı “caps” ve “vine” türünden paylaşımları hatırlıyorum ve menfi etkilerini ancak bu kadar zaman geçtikten sonra şimdi idrak edebiliyorum.

Bir kere farkında olmadan edindiğimiz sosyal medya alışkınlıkları hızlı sonuçlanmayan, ağır ve yavaş mesafe kat eden her olayın bize çirkin görünmesine sebep oluyor. Hoş karşılama seçeneğimizi kısıtlıyor. Kalın bir kitaba başlamak, üç aylık bir kursa yazılmak, geniş kapsamlı bir proje üzerinde çalışma yürütmek zor geliyor. Günler, haftalar, aylar süreceğini daha en başından görüp bildiğimiz için bu tür organik gelişim faaliyetlerini angarya olarak değerlendirip girişmekte ayak diretiyoruz.

En basitinden iki sayfalık bir dergi yazısı ya da bir köşe yazısında bile okuduğumuz her cümleye beynimizden fırlayıp gelen “Ne zaman bir şey elde edeceksin, ne zaman kıvrımlarım artacak?” sorusu eşlik ediyor. Bir iş yapıyorsak boşa gitmesin, her an bir çıkarımda bulunabilelim diye düşünüyoruz. Yoksa ne gereği var deyiveriyoruz. Ancak bu denli hızlı yürüyen bir süreç olamaz bu. Bir birikim ve üst üste konma yani her şeyden önce bir nicelik söz konusu.

Gittikçe maddeci bir yapıya sürükleniyoruz. Somut fayda beklentisi içinde boğuluyoruz. İleriye yönelik bir değişim göremediğimizde korkuya kapılıyoruz.

Bu hengâme ve kafa karışıklığı arasında çözümü konuşmaları kısaltmakta, metinlerin, kitapların, seminer-konferansların özetleriyle yetinmekte, uzun vadeye matuf plan ve hedeflerimizi kısa kısa maddelerden oluşan listelere indirgemekte buluyoruz. Sanki elimizde bir makas, kesip biçiyoruz. Azıcık konsantrasyon gerektiren yararlı meşguliyetleri hayatımızdan çıkarıyoruz.

Değişim spor dallarına, kelime ve kavramlara musallat olacak gibi görünüyor gerçekten de. Peki ya daha ileride insanlar yaşamanın kendisinin de meşakkatli olduğu zannına kapılır ve hayatlarını kısaltmak isterlerse…


GENÇ'ın Yazısı.