Arapçayı temel kurallar düzeyinde kavradıktan sonra, Kur’ân’ı ders çalışır gibi çalışmak, bereketli bir yol olarak tavsiye edilebilir. Elde kâğıt-kalem ve boş bir defterle, Kur’ân başta sona bitirilmeli, bol bol not alarak… Bu şekilde yapılacak bir çalışma, sadece Kitabımızı değil, Arapçayı da sevdirecek ve kavratacaktır.

Başlık, Siyer ilminin büyük üstadı rahmetli Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’tan mülhem. 1960’larda ve 70’lerde Türkiye’deki çeşitli üniversitelerde seminerler veren Hamidullah Hoca, bir gün kendisine dinleyen öğrencilere, “Arapça” demiş, “sizin anadiliniz!” Salonda tamamen Türk öğrenciler olduğundan, Hoca’nın bu ifadesi önce anlaşılmamış. Ufak bir şaşkınlığın ardından, maksadını şöyle açıklamış Hamidullah: “Rasulullah Efendimizin eşleri, bizim annelerimiz değil mi? Evet. Peki, onlar hangi dili konuşuyordu? Arapça. O zaman, Arapça hepimizin anadili olmuyor mu?” Bu açıdan bakınca, gerçekten de öyle.

Her fırsatta Arapçanın ehemmiyetine sözü getiren Hamidullah Hoca’nın, yine Türk öğrencilere yaptığı bir hatırlatma var: “Hepiniz aslında Arapça biliyorsunuz! Bakın, isterseniz deneyelim. Fâtiha suresini baştan okuyalım. Kelime kelime gidelim. Bilmediğiniz hangi kelimeler var? Neredeyse yok. Belki “iyyâke” ifadesini anlamayabilirsiniz, onu da sorup öğrenirsiniz. Onun dışında, Fâtiha’daki bütün kelime ve kavramlara aşinasınız. Siz Türkler, aslında Arapçayı biliyorsunuz, öğrenmek isterseniz işiniz çok kolay”. Bu da doğru.

Günlük konuşma lisanımızda, kitaplarımızda, akademik ve bilimsel dilde… Kısacası hayatımızın her alanında sayısız Arapça ibare bizimle bugün. Harf, kelime, cümle derken bile, Arapçaya kayıyor dillerimiz. Eğer istersek, küçük ama ısrarlı gayretlerle Arapçayı öğrenmemiz hiç de zor değil. Ama belki bunun aşamalarını ve yöntemlerini konuşabiliriz:

Arapça öğrenmek istiyorsak, evvela hedefimizin ne olduğuna karar vermemiz gerekiyor. Çünkü bugünkü mevcut Arapçanın üç ana biçimi var: 1) Kur’ân Arapçası, 2) Resmi Arapça, akademik dil, 3) Sokak Arapçası. Bu Arapça çeşitleri çoğu kez birbiriyle o kadar alakasız mecralarda seyrediyor ki, sonradan bu dili öğrenecek birinin her üçünü birden tam anlamıyla kavraması da imkânsızlaşabiliyor. O zaman, Kur’ân’ı anlayacak bir Arapçayı temel hedef olarak seçip, diğerlerine de vakit oranında eğilmek en doğrusu olacaktır. Kur’ân’ın dili ve gramer yapısı, bizi otomatikman diğer iki Arapça biçimine de aşina kılacaktır. O açıdan, buradan başlamak en mantıklı yöntem.

Arapçayı temel kurallar düzeyinde kavradıktan sonra, Kur’ân’ı ders çalışır gibi çalışmak, bereketli bir yol olarak tavsiye edilebilir. Elde kâğıt-kalem ve boş bir defterle, Kur’ân başta sona bitirilmeli, bol bol not alarak… Bu şekilde yapılacak bir çalışma, sadece Kitabımızı değil, Arapçayı da sevdirecek ve kavratacaktır.

Her dil, mutlaka onun konuşulduğu doğal çevrede gelişir. Bu nedenle, en kısa zamanda 3-4 aylık bir boşluk bulunup, bir Arap ülkesinde dil kursuna devam etmek gerekir. Savaştan önce Suriye, Arapça öğrenimi için en kaliteli ve ucuz seçenekti, ancak şimdi maalesef mümkün değil. Ürdün, hem çok pahalı olması hem de artık Türkler tarafından fazla keşfedilmiş bulunması nedeniyle, tavsiye listesinden çıkarılmalı. Arapça için özellikle Tunus, Cezayir, Sudan ve Moritanya düşünülmeli. Türklerden uzak durarak (çünkü Türkçeniz gelişir sadece), bu ülkelerden birinde 3-4 ay kalabildiniz mi, Arapçanız son derece hızlı gelişecektir. Bilhassa pratik Arapça açısından, böyle bir tecrübenin yaşanması elzemdir.

Arapçaya böyle bir başlangıç yaptıktan sonra, Suriyeli (Mısırlı, Yemenli vb.) mülteci kardeşlerimizin, Türkiye’deki şehirlerimizde yaşıyor oluşundan faydalanabiliriz artık. Arkadaşlarımızdan birkaç kişiyle oluşturacağımız ders gruplarına Suriyeli bir hoca bulmak ve haftada iki gün ders halkasında ibare okumak, bize ciddi bir aşama daha kaydettirecektir. Arap hocamızla ders sırasında ve arasında yapacağımız günlük konuşmalar, pratik Arapçamızın daha da ilerlemesine yardımcı olacaktır.

Bundan sonrası, artık bir ömür boyu devam edecek bir ilgilenme ve bilgilenme serüvenidir. Arapça gibi bir “okyanus dil”i tam anlamıyla bilmek hiçbir zaman mümkün olamayacağından, ömür boyu talebe olarak kalma fikrine de kendimizi alıştıralım. Arapçanın sürprizleri de sakladıkları da bitmez çünkü. Karşımıza her an yeni bir şey çıkacak ve bizi şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleyecektir.

Arapça bilmenin bize sağlayacağı faydalar ise, saymakla bitmez. Kitabımız başta olmak üzere temel dinî metinlere bire bir yakınlık, ilk ve en büyük fayda. Kur’ân’ı anlayabilmek, tek başına şükrü eda edilemeyecek kadar muazzam bir ihsan. İkinci olarak, Arap âlemini kendi dilinden ve gündemlerinden takip etmek, paha biçilmez bir nimet. Bu, Araplar hakkında her türlü manüplasyon ve yanıl(t)madan da kurtulmanın kapısını açacaktır. Arap dünyasına yapacağımız seyahatlerde onlarla kendi dillerinde anlaşmak, müthiş bir keyif ayrıca. Üçüncüsü, Arapçayı iyi bir şekilde bilmek aynı dil ailesinden İbranice, Süryanice ve Aramice’ye de aşinalık kazandıracağından, yepyeni dünyaların kapıları önümüzde açılmış olacak. Ve daha birçok ekonomik, sosyal, manevi faydalar, açılımlar, bereketler… Hepsi de Arapçanın şahsında mevcut.

“Tüm bunları nasıl başaracağız?” veya “Gerçekten bunlar olabilir mi?” diyorsanız, size Arapçayı sadece altı ayda öğrenen birinden söz edeyim: Prof. Dr. Fuad Sezgin. Hem de babasından kalma Sahih-i Buhari’yi, tek kelime Arapça bilmeden, okumaya başlayarak… Fuad Hoca, evden neredeyse hiç çıkmadan hem Buhari’yi bitirmiş, hem de Arapçasını kusursuz hale getirmiştir. Üstelik, o yoğun okuma sürecinden “Buhari’nin Kaynakları” isimli muhteşem bir kitap da çıkmıştır.

Formül basit: Samimiyetle isteyip, ısrarla gayret gösterirsek, olmayacak hiçbir şey yok.


Taha Kılınç'ın Yazısı.