Kamerun’da geçirdiğim 1,5 yıllık sürede en çok dikkatimi çeken iki husus, anlayış farklılıkları ve dinin çok ayrıştırıcı bir fonksiyon olmaması oldu.

Devlet ricâlinden bir zâta ziyarete giden arkadaşlar, Türkiye’den gelen şekerleme paketini hediye olarak takdim ettiklerinde tepki almışlar. “Bana, sen çocuksun mu demek istiyorsunuz?” diye kendince hakaret olarak algılamış adam. Bu tür hediyeler, hoş karşılanmıyor meselâ.

Gayr-i Müslimlerin çoğunlukta olduğu ülkede, bu hidayete muhtaç gürûh, ihtiyaç hissettiğinde, sokakta, caddede, affedersiniz, dönüp ayakta bevleder. Bir Türk iş adamı, işçilerine, “Yahu sizin için tertemiz WC’ler yaptırdım, neden kullanmayıp aynı âdeti uyguluyorsunuz?” deyince, mahcup gibi olmuşlar. Sonra bizim iş adamı, ”Biz sizde böyle şeyler görüp, ayıp falan diyoruz. Siz bizde hiç ayıp bir şey görmüyor musunuz?” diye sorunca, “Görüyoruz ama söyleyemeyiz” demişler. Söylemeleri için biraz zorlayınca, “Siz de sigara içiyorsunuz” demişler. Sigara içen o kadar az ki, yok gibi bir şey burada. Sigara içen yerli için de “yaklaşmayın, tehlikelidir; büyük ihtimâl hırsız, dolandırıcı, sabıkalı biri olabilir, Müslüman olmadığı kesindir” diyorlar...

Çoğu Afrikalı, kimin yanında olursa olsun, oturma ve yatma hususunda rahattır. Okullarımızdan birinde, öğretmenler odasına 2 tane kanepe konulmasını istedim, “1-2 saat ders boşluğu olan öğretmen gelir, yatar, uyur, diğerleri de istifade edemez” denilince gülümsemiştim. Öyleler... Evine misafir gittiğiniz şahıs bile ayaklarını önündeki sehpanın üzerine uzatır, az sonra yan yatar falan...

Size bir şey verirken ya da sizden bir şey alırken, tek ellerini kullanmazlar. İki ellerini de uzatırlar; biriyle alır ya da verirken, diğer elleriyle bileklerini tutarlar. Özellikle kız çocukları, onlara bir şey vereceğiniz zaman size bir buçuk metre mesafeye kadar gelir, yere oturur, sonra iki ellerini size uzatarak vereceğinizi almak isterler... Biz buna müsaade etmeyiz. Misafir olacağınız evin hanımı, evin giriş kapısına yakın bir kenarda, yerde oturarak karşılar misafiri.

Özellikle gayr-i müslimler için, din çok farklı bir durumda burada. Gelenekle inançlar birbirine karışmış vaziyette. İsmi Ebubekir, Mustafa hatta Muhammed olup kendisi gayr-i müslim olanlar var. Yine aynı gürûhtan, çocuğunu sünnet ettiren, ikinci, üçüncü hanımla evlenenler var. Müslümanlar için çok büyük oranda durum farklı, onların geneli sağlam ama üzerine çalışılmamış olanları için kilise gölgesinde oturup muhabbet etmenin bir sakıncası (!) yok. Hele öyle yerler var ki, “Müslüman’ım ama Muhammed’i (s.a.v.) bilmiyorum, tanımıyorum” diyorlar. Çok üzücü.

Hırsızlık yaygın ve maalesef genelde adı Müslüman olanlar yapıyor. Soyduğu evde namaz vaktinin girdiğini tespit ettiğinde, oradan namazını kılıp ayrılanı da var.

Oğlu sonradan Müslüman olmuş 96 yaşında emekli bir papaz, “Oğlum Müslüman olduktan sonra, içimizdeki değeri çok arttı. Daha güzel bir insan oldu. Mirasımın paylaştırma yetkisini ona bırakıyorum” demişti. Kendisine, “Ya sen?” deyince, “Benimle uğraşmayın. Oğlumu cennete Muhammed götürecek, beni de Îsâ...” (s.a.v.) deyiverdi. 1949’da mezun olduğu papaz okulunun müdürü, “Sen şahsiyeti yüksek bir insansın. Eğer çok daha kaliteli bir kişi olarak hayatını sürdürmek istiyorsan, bence Müslüman ol” demiş ama o olmamış. ​

Yaa... İşte böyle. Buralara gelin. İmkân da getirin. O, fukaralığından hiç bahsedilmeyen medeniyet zaten yüreğinizde mevcut... Biiznillâh... Neler olur neler...


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.