1- Abdülbaki Gölpınarlı’ya dair ilk bilmemiz gereken göçebe ama şehirli bir ailede doğduğu ve büyüdüğü. Şehirli olmanın ne demek olduğunun en mümeyyiz vasfını üzerinde toplamış birinden bahsediyoruz. Bunu tam olarak size anlatmaya çalışmaktansa dinletmeyi tercih edeceğim. YouTube’a “Gölpınarlı İstanbul” yazın ve 7 dakikalık orjinal ses kaydını dinleyin lütfen. Muhtemelen yan tarafta çıkacak olan Bursa ve Mevlana’ya dair ses kayıtlarına da kayıtsız kalmayacaksınız.

2- Önce Mustafa İzzet adını alır. Ailenin çocukları uzun ömürlü olmadıkları için onun bahtının açık olması duasıyla ismini “Baki” olarak değiştirirler. İleride kendisi “Baki’nin Kulu” anlamına gelen Abdülbaki ile güncelleyecektir. Ocak 1900’de dünyaya geldiğinde, Baba tarafı Azerbaycan’dan önce Bursa’ya, daha sonra İstanbul Kadırga’ya gelmiştir. Küçük yaşlarda babasını kaybeder. Annesi son derece otoriter bir Çerkez hanımefendisidir. Kendi meşrebinin daha çok anne tarafına benzediğini ömrünün sonuna doğru daha iyi anlayacaktır.

3- Babası şairdir ve Mevlevi yolunun müntesiplerindendir. O yüzden Abdülbaki’nin oyun oynama ve ilim, edep öğrenme mekanı Mevlevihane ve medresedir. Öyle bir çevrededir ki neredeyse kendiliğinden Arapça ve Farsçayı öğreniverir. Bu Farsça bilgisinin ileriden Divan Edebiyatı’nın zirve eserlerini tercüme ve şerh etmeye yarayacağından, Mevlana’nın dünyasına derinlemesine girmesini sağlayacağından muhtemelen habersizdir.

4- Zihninin dağınıklığı, onlarca farklı tarikat yoluna girip çıkması, türlü ideolojik yollarla iştigali ve bugün savunduğunun tam zıddını yarın savunabilme potansiyeli, onu istikrarlı bir çizgide ilerlemekten alıkoyar. 1945’te Marksist faaliyetlerde bulunmak suçlamasıyla on ay hapis yatarak yargılanır ve daha sonra beraat eder. Şiiliğe ilgi duymuş ve bir ara Türkçü de olmuştur. Hayatının bir döneminde dinsiz olduğunu da söyler. Mevlevilik ile Melamilik arasında gider gelir. İlk eserini ithaf ettiği ve övgülerini yücelterek sunduğu Fuad Köprülü’ye birkaç yıl sonra “Bizi kullandı, bizim çalışmalarımızın altına kendi imzasını attı”, “Yunus’tan hiç anlamadan yalan yanlış şeyler yazdı” gibi ağır ithamlarda bulunabilmiştir.

5- 16 yaşında babasını kaybedince erkenden çalışma hayatının içerisinde bulur kendini. Neyse ki ağır ve ilgisiz işlerle değil, Coğrafya ve Farsça dersleri vermek suretiyle bir mesaiye girişir. Kağıtçılık ve kitap işleri ile ilgilenir. Bağlamından kopmaz yani. 25 yaşından sonra kalan eğitimini hızlıca tamamlar ve doçentliğe kadar yükselir. Çeşitli illerde öğretmenlik ve idarecilik yapar.

6- Fikri hayatı zikzaklar çizen Gölpınarlı’nın üretkenliği ise hiç durmaz. İrili ufaklı 114 kitabından bahsedebiliriz. Nasıl sığdırdı bir ömre bu verimliliği? Ne motive etti onu? Bilmiyoruz. Dile hakim olmak dışında çeşitli meziyetler gerektiren üretkenliği her şeyin dışında takdire şayan. 400’e yakın ilmi makaleyi yazmak, bugün en fazla eser veren akademisyenleri bile kıskandıracak düzeyde. Bu eserlerin içerisinde ders kitapları olarak okutulan da bulunuyor, kaynak kitaplar, serbest çalışmalar, hatta Kur’an meali de.

7- Tarikat araştırmaları alanında hâlâ onun çalışmaları aşılabilmiş değildir. Mevlana’ya, Yunus’a, Baki’ye, Nedim’e, Fuzuli’ye, Pir Sultan Abdal’a, Âşık Paşa’ya, Hayyam’a, Hafız’a, Kaygusuz Vizeli Alaeddin’e, Namık Kemal’e ve daha nicesine dair yaptığı titiz çalışmaları, o günkü şartlarda geniş kitleler tarafından karşılık bulamadı. Peki bugün farklı mı? Kıymetini bilebiliyor muyuz? Kitaplarının bir kısmının baskısı yapılmadığını söyleyeyim, gerisini siz düşünün. Bu tip eserleri maalesef uzaktan sevmekten yana bir tercih hakkı kullanıyoruz. Orada bir yerde sessizce durmasından mutlu gibiyiz. Sonra “Neden geleneğe dair nitelikli çalışmalar yapacak adam bulamıyoruz?” sorusunun sonsuz döngüsünde dolanıyoruz.

8- İlber Ortaylı’nın “cahil bunlar” capslerinin çok meşhur olduğu bir dönemde kendisi ile söyleşi yapan bir gazeteci “Peki siz kendinizi kimlerin yanında cahil hissedersiniz?” diye sorar. Hoca hiç tereddütsüz şu cevabı verir: “Abdülbaki Gölpınarlı, Halil İnalcık, Ernest Mandel vs.”

9- Mesnevi, Divan-ı Kebir, Hurufilik, İslam Mezhepleri, Tasavvufi Deyimler, Hafız Divanı, Alevi Bektaşi Nefesleri, Hayyam ve Rubaileri, Rümeli’de Yörükler, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre Divanı, Tıp İlmi ve Meşhur Hekimler... Eserlerinin hepsini buraya sığdırmamız mümkün değil. Bu kitapların çoğunda didaktik bir üslup hakimdir. Karşısında bir öğrenci varmış da onlara ders anlatıyormuş gibi sunar. Çünkü eser vermek kadar önemsediği bir diğer husus talebe yetiştirmektir. Murat Bardakçı, Ali Alparslan, Hikmet İlaydın öğrencilerinden sadece birkaçı. Katıksız bir İstanbul beyefendisi oluşunu eserlerine de ilmek ilmek işler. Zihnî berraklığı üst düzey, tahlil ve mukayesi yönü kuvvetlidir. Güler yüzlü ve yumuşak huyluluğu çevresindekilerin en çok vurguladıkları özelliklerinden.

10- Mevlana’yı ve yolunu çok sever, ondan bahsederken çoğu sefer gözleri yaşarır. Geleneğin en verimli eserlerine şerh düşerken izlediği yolu, vaazların kullandığı dili takdir edenler olduğu gibi aykırı bulanlar da oldu. Her insan gibi o da hatasıyla ve sevabıyla bu hayatı yaşadı ve gitti. Ağustos 1982’de vefat ettiğinde vasiyeti üzerine cenazesi sadece yakın çevresine duyuruldu. Üsküdar’daki Karacaahmet mezarlığına defnedildi. Allah ona da bize de rahmetiyle muamele buyursun.

İZLEYİN

YouTube’daki orjinal ses kayıtlarının dışında, TRT Diyanet’in 2015’te hazırladığı Portreler Galerisi’nin 24. Bölümü’ne müsait olduğunuzda bakın derim.

OKUYUN

Abdülbaki Gölpınarlı’nın eserleri arasında bu yazıyı yazarken güncel baskıları olanlar “Divan-ı Kebir”i (Türkiye İş Bankası Yayınları), “Pir Sultan Abdal”ı (Kapı Yayınları), “Hz. Ali’nin Hutbeleri” (Derin Yayınları), “Maarif”i (İnkılap Kitabevi) bir incelemenizi öneririm. Ayrıca Ahmed Güner Sayar Hoca’nın kaleme aldığı “Abdülbaki Gölpınarlı” adlı biyografik çalışmayı mutlaka okuyunuz.


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.