Aradan Çıkarılmış Leylalar Cumhuriyeti
Leyla’yı kusursuz görmek ona zulmetmektir. Mecnun’u Mecnun eden Leyla’yı önce kusursuz görmesi sonra beşerin kusurlu olduğunu idrak edip mutlak kusursuz olana ulaşmasıdır. Yani iki ayrı ucu bir arada yaşamasıdır. Beşeri aşk insanın kendi narsis taraflarını tatmin ederken, ilahi aşkta devrim vardır. Aradan çıkarılan Leyla değil insanın benliğidir.
Her insan kendisini temize çıkarmaya meyyaldir. Sürekli haksızlığa uğradığını, çevresindeki herkesin ona zulmettiğini, hak ettiği yerde olmadığını, yeterince sevilmediğini düşünür. Tüm bu müşküllerin bir masum doğurmasını temenni eder. Yalan söylediğinde mecburdum der. Dedikodu yaptığında bunlar gerçekler der. İftira attığında karşı taraf bunu hak etti der. Kendini kendisine yardımcı edinir. Kendi suçunu kendisi örter, kendi hatasını kendisi kapatır. Zalimlerin kendisinden âlâ yardımcısı yoktur çünkü. Zulüm bir şeyi yerinden etmenin diğer adıysa; yalan söyleyen, iftira atan, dedikodu yapan bir insan doğruyu yerinden ettiği için zulme yelken açar. Kandırılan, iftiraya uğrayan, dedikodusu yapılan kişi ise mazlum durumuna düşer.
Mustafa Ulusoy’un Aynalar Koridorunda Aşk kitabında ilginç bir tespit vardır. Aşık oldukları kişiyi aşırı yücelten, onu kusursuz gören pek çok insanın temelde kendilerini yüceltme eğiliminde olduklarından bahseder. Karşı tarafı çok fazla yüceltirler ve sonra bu yüce varlık tarafından sevilmenin hazzını yaşamak isterler. Beni seviyor çünkü ben de yüce bir insanım noktasına kadar varırlar. Sonra işler değişir, karşıdaki insan hata yapar, zayıflıklar gösterir, kusurları ortaya dökülür ve büyü bozulur. Daha önce bahsettiğimiz gibi zulüm bir şeyi yerinden etmektir. İnsan gibi kusurlu bir varlığı tanrılaştırır, mükemmellik atfederseniz ona zulmetmiş olursunuz.
Leyla’yı kusursuz görmek ona zulmetmektir. Mecnun’u Mecnun eden Leyla’yı önce kusursuz görmesi sonra beşerin kusurlu olduğunu idrak edip mutlak kusursuz olana ulaşmasıdır. Yani iki ayrı ucu bir arada yaşamasıdır. Beşeri aşk insanın kendi narsis taraflarını tatmin ederken, ilahi aşkta devrim vardır. Aradan çıkarılan Leyla değil insanın benliğidir.
Günümüzde beşeri aşktan ilahi aşka yolculuk çok fazla dile getirildiği için belki de içeriği boşaltıldı. Henüz kendi benliğini tanımadan, kalbinin zulme olan mesafesini ölçmeden, iki ucu bir arada yaşamadan, zorlu yolculuklardan bahsetmeye başladı insanlar. Leyla basmağı, Leyla durağı, Leyladan geçme faslı derken pek çok Leyla telef oldu bu yolda. Kimse Leyla’ya yüklediği rolü, onun benliğinde açtığı yarayı sorgulamadı. Kusursuzsun denilen her Leyla bu rolün altından kalkmaya çalışırken kırılıp döküldü. Mecnunluk iddiasında olanlar Leyla’nın kusurlu olduğunu keşfettiklerinde kendi acziyetleri ile de tanışmış olsalardı, kendilerinde olmayan şeylerle de yüzleşebilirlerdi. Bu açıdan “Aradan Çıkarılmış Leylalar Cumhuriyeti” acemi Mecnunlar sayesinde kuruldu diyebiliriz. Mevla’ya giden yolda her basamağa ayrı bir Leyla yerleştirmeye çalışanlar, “O, sen değilsin” tokadı ile pek çok Leyla’yı merdivenlerden aşağıya yuvarlayıverdi. İncitilmiş pek çok Leyla bu incinmeyle ve düşüşle Mecnun’dan önce menzile ulaşmıştır belki de. Çünkü insan Babil Kulesi misalinden bu tarafa Tanrı’nın gökte, yukarıda, tırmanılarak ulaşılan yerde değil, incinmiş kalplerin, haksızlığa uğrayanların, düşenlerin yanında olduğunu keşfetmiştir.
İnsan Leyla’yı değil benliğini aradan çıkarması gerektiğini idrak ettiğinde ancak ilahi aşka yaklaşabilecektir. Beşeri aşk ile Leyla’dan ziyade benliğimize yaklaşırız, benliğimizle tanışırız, acizliği idrak ederiz, Onur Ünlü’nün tabiri ile artistlik yapmayı bırakırız. Kendimizi değerli görme ve gösterme çabamızdan sıyrılırız. Eliot “Hayattaki sorunların yarısı, kendisini önemli görmek isteyen insanlar tarafından üretilir.” der. Bu açıdan aşk, rabbimizin kalplerimize dolayısı ile kibrimize ve yıkıcılığımıza bir müdahalesidir.
Kendisini temize çekmek ve önemli görmek adına pek çok akımın, biçimin, düşüncenin peşine düşenler son zamanlarda hep aynı soruyu soruyor sosyal medya aracılığıyla: “Bunca zulüm varken tanrı neden dünyaya müdahale etmiyor.” Belki de en büyük müdahale insanın kalbine “aşk” gibi bir duyguyu yerleştirmesidir rabbimizin. İnsan âşık olup acziyetini kavradığı anda bir adım atmış olur; benliğini egosunu ardında bırakır, o bir adımdan sonra eşyalar, imkânlar, insanlar ve en önemlisi zaman kul için koşturulmaya başlar. Böylece hepsi insanın lehine döner. Rabbimiz ile aramızdaki muhabbet mesafesi, vuslat yolu kısalır. Yaklaşılır. İlahi aşka ancak böyle yaklaşılır. İnsanın kalbi kendisi için bir müdahale aracına dönüşür.
Tanrı dünyaya müdahale mi etmiyor yoksa insanın istediği şekilde mi müdahale etmiyor? Asıl can alıcı nokta da burasıdır. Tanrının sadece bizim affettiklerimizi affedip, cezalandırmak istediklerimizi cezalandıracağını düşünüyorsak hangimiz tanrıyız diye sormalıyız evvela. Oysa kutsi hadiste rabbimiz “Kulum bana bir adım atarsa, ben ona koşarım” buyuruyor. O bir adımın ne kadar zor atıldığını bildiği için de kalplerimize ulvi bir duygu yerleştiriyor. Ama insan kıymetini değil kıyametini aramaya meyyaldir işte. O bir adım için direnir. Aşk ile aşkın olmaya direnir.
Alper Gencer bir şiirinde şöyle diyor; Katilin olay yerine dönmesi gibi/ Günahlar da dönüyor tövbe edildiği yere. Fark edilmemiş, kapatılmış, faili meçhul hale gelmiş, itiraf edilmemiş günahların olay yerinden hiç ayrılmadığının bilincinde olmak gerekiyor. Özellikle Aradan Çıkarılmış Leylalar Cumhuriyeti’nde âşıklar sayısınca parmak izi kayıt altına tutuluyorken, Mevla’ya ulaşmaya çalışan Mecnunların imtihanı çok da kolay geçeceğe benzemiyor.
Not: Leyla’dan kasıt cinsiyet ayrımı olmadan tüm âşık olunanlardır.
Ayşegül Genç'ın Yazısı.