Men Ahlâkın Beğendim, Cemâlında Gözüm Yok...
“Kıymetli yolcularımız, daha keyifli bir uçuş yapabilmeniz için elimizden geldiği kadar sert bulutlara çarpmadan ilerlemeye gayret edeceğiz. Şimdi arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve huzurlu bir yolculuk sonunda sevdiklerinize kavuşmanın hayâlini kurun. Hepinize iyi yolculuklar; havada tekrar görüşmek üzere...”
Geçmiş zaman, bir ilkbahar mevsiminin öncesinde, henüz yağmur-yaş, kar-fırtına yeryüzünün misafiriyken, Adana’dan İstanbul’a uçak ile seyahat ediyordum.
Havalanmadan önce uçağın pilotu uçuş ile ilgili bilgiler verdi. Yalnız bu pilot başkaydı. Özenle seçilmiş kelimelerle kurduğu cümleler dikkatleri kendisinde toplamasını sağlıyor, sempatik tavırları yolcuları tebessüm ettiriyordu.
Sözlerini şöyle tamamladığını hatırlıyorum:
“Kıymetli yolcularımız, daha keyifli bir uçuş yapabilmeniz için elimizden geldiği kadar sert bulutlara çarpmadan ilerlemeye gayret edeceğiz. Şimdi arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve huzurlu bir yolculuk sonunda sevdiklerinize kavuşmanın hayâlini kurun. Hepinize iyi yolculuklar; havada tekrar görüşmek üzere...”
“Yahu” dedim, kendi kendime.. “İşte bu yav, işte bu...”
O nasıl bir üslûp güzelliğiydi; insanları rahatlatan, onlara huzur veren.. Nasıl bir tatlı dildi, dokunduğu her kulaktan yüreklere şeker-şerbet akıtan...
Öyle ya... Uçaktaki birbirinden farklı düşünen-inanan onlarca insanın hepsinin beğenisini kazanan bir ifade ahlâkı. Kimse o pilotu görmedi, belki hayat boyu da göremeyecek. Ama herkesin ona bir teşekkür edesi hatta onunla bir tokalaşası ve hatta belki ona sarılası geldi, buna eminim.
Elde ettiğim bu ipucuna göre inandım ki bu şahsın normal hayatında da insanlarla münasebeti aynen böyledir. Kırmayan, incitmeyen, rahatlatan, alttan alan, hor-hakir görmeyen, seven ve sevilen bir insandır o.
Oysa nice nice insanlar, artık birbirlerine muamele ve birbirleriyle irtibatta hayli dikenliler. Nefislere aslında o daracık olan hendek bir atlatılsa, ortalık güllük gülistanlık olacak ama zararla oturtan öfkeler büyüyor da büyüyor maalesef.
Artık sosyal medya ve ekranlar, iyiden iyiye hayatımızın bir parçası oldu; bunların beraberinde gündelik vaziyetimizde önemli bir yer edinen yazı ve yazı dili, çok üzücü bir hakikat ki artık muhatabı ısıran, onu iğneleyen, üzen, rencide eden, iteleyen-öteleyen bir boyut kazandı.
İnsanlar, karşı karşıyayken birbirlerine söyleyemeyecekleri şeyleri, sonu nedamet olması gereken cüretler ile birbirlerine yazı ile dillendiriyorlar. Bakış açıları daraldı, düşünceler karıştı, acelecilik, peşin hüküm verme, defterden silmeler çoğaldı.
Demek ki göz göze, kalp kalbe olmanın ne de çok hikmeti varmış. İnsanlar gözleriyle birbirine zulmedemez, karşı karşıya gelen kalplerin bağlantı yolu çukur-çakır, yokuşlu- virajlı olmazmış.
Demek ki parmakların ekran ve klavye temasının yanında, gönüllerin birbirleriyle olan teması, karşılaştırmaya tabi tutulmayacak kadar farklı değerdelermiş.
Bakıyorsunuz, hoşuna gitmiyor, ısırıveriyor; benimsemiyor, dikenleyiveriyor; kafasına yatmıyor, ters çıkıyor; “çok biliyor” alay etmeye kalkıyor; ortamdan hafif yollu sitem veya tepki alınca da sorgusuz, sualsiz, müsaadesiz, çekip-çıkıp gidiyor.
İşinde, ortamında, yaşadığı yerde, aile ve akraba içerisinde değerli bilinenlerden de çıkınca böyle şeytan ve nefis mağlupları, insan daha bir dudak büküveriyor.
Yıllar önce dinlediğim bir Türkmen türküsünün şu sözlerini, sâdece sevgili için söylenmiş değil, herkes için geçerli olan ifadeler olarak okuyor-dinliyorum hep:
Kebapçıyam, közüm yok / Şal sataram, bezim yok. / Men ahlâkın beğendim, / Cemâlında gözüm yok.
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.