"Asıl Yenilgi Vazgeçmektir"
Bir vakit, Anadolu’da, sevdiğim bir ağabeyim ile yolculuk yapıyorduk. Döndük dolaştık, onun yaşadığı şehre geldik. “Akraban da olsa bu vakitte kimseyi arama, bizde kalırız” deyip beni ikna etti.
Eve telefon açtı. İlkinde cevap alamadı, sonra tekrar aradı ve karşıdaki kişiye “şehre girmek üzereyim, yanımda bir misafirimiz var, karnımız aç, haberiniz olsun” dedi ve kapattı telefonu.
Vakit gece yarısını biraz geçmişken, eve geldik. Kapı açılınca bizi yan yana dizilmiş, 8 ve 9 yaşında iki kız, 11 yaşında bir erkek 3 çocuk karşıladı.
Hepsi sırayla babalarının elini öptü ve güler yüzle bize “hoş geldiniz” dedi. Memnuniyet ile “hoş bulduk” dedim ve erkek olanın eğilip ayaklarıma uzattığı terlikleri giydim.
Büyük kız, “ellerinizi yıkamak isterseniz lavabo bu tarafta” diyerek bana yön gösterdi... Islak ellerimle arkamı döndüğümde küçük olanını bana havlu tutuyor olarak buldum.
Evin salonuna geçtik. Ortadaki halıda, sofra bezinin üzerine konulmuş bir sini; içinde sahanda yumurta, domates, salatalık, yeşil biber, tuz, ekmek, çay… Nasıl samimi, sade ve ve içten bir sofra...
Oturduk. Erkek olan bizimle beraber atıştırdı, kız çocukları kenarda oturup ihtiyaç oldukça sofranın hizmetini gördü. Kısa kısa birbirimize kendimizi tanıtırken hoş bir sohbete de dalmıştık. Onlarla konuştukça hayranlık hislerim depreşiyor ve içimden sürekli “Maşallah... Maşallah...” diyordum. En son, 8 yaşındaki cimcime, “Duayı ben yapabilir miyim?” dedi ve minicik ellerini açıp bir güzel dua etti.
Bu ara saat gece 01:30 falan olmuştu; delikanlı, “Sizi odanıza götüreyim” diyerek istirahat edeceğim odaya kadar bana eşlik etti. Yatağım hazırlanmış, baş ucuma su dolu sürahi, bardak, peçete ve o günün takvim yaprağı konmuş, seccadem kıble istikametince serilmiş, tespih secde yerinin şöyle yan tarafına iliştirilmişti.
“Bir ihtiyacınız olursa kapınızı içeriden tıklatmanız yeterli” dedi afacan, büyümüş de küçülmüş gibi... Tebessümle, “peki” dedim.
Ertesi günün sabahında, çok erken saatte oradan ayrılıp başka bir yolculuğa çıkmam gerekiyordu. Vakitsiz gelen bir misafir için gece yarısı zahmet çeken evin ortalıkta varlığı hiç belli olmamış hanımına da teşekkür ile müsaade alıp ayrıldım. O üç günahsızın sabah namazından sonraki, içten ve samimiyet dolu “kahvaltı” ısrarlarına olumlu cevap veremediğim için hâlâ içim kavrulur.
Sonra vakit geçti, bir zaman sonra o ağabeyim ile tekrar bir araya geldik. Aramızdaki hoş sohbetin içinde “Yahu, Allah nazardan saklasın, ben sizin çocuklara hayran kaldım, neydi o gece?” dedim... O da:
“Yav hiç sorma, o gece bizim eve geldiğimizde meğer hanımı komşular acilden getireli bir saat falan olmuş, 2 serum yemiş hastanede” demesin mi? Meğer telefonu ilk açtığında cevap alamadığı kişi hanımı, ikinci telefonda görüştüğü 9 yaşındaki kızıymış; bize bütün hazırlığı o üç yavrucak yapmış.
“Nasıl oldu bu iş?” diye sorduğumda da şu manidar cevabı aldım:
“Yahu hanımla evlendiğimizde birbirimize söz verdik; Allah bize evlatlar verirse onları hem dinimize hem de geleneklerimize göre yetiştirmek için ahitleştik... Dua et de bozulup değişmesinler. Şimdilerde yeni nesli görüyoruz. Ama vaz mı geçelim? Asıl yenilgi, vazgeçmektir...”
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.