Adamın Olmadığı Yerde Adam
Ayşegül Öztoprak
Yeni üniversiteye başlayan bir arkadaş şöyle bir mesaj atmış: “Bazen günahlarımdan çok korkuyorum. Kendimi yapmacık hissediyorum. Münafık gibi. Korkuyorum bu durumdan.”
İki yıl kadar önce Twitter’da bir anket yapmıştım. “Adamın olmadığı yerde adam” olanların, iyi mi kötü mü olduğunu sormuştum. Yalnızca arkadaşlarımın katıldığı (-nı tahmin ettiğim) ankette salt çoğunluk ya da şöyle diyeyim: bir kişi dışında herkes “kötüdür” demişti.
O soruyu sorduğumda çevremde itikadi problemleri olan insanlar vardı (bu cümle, çevremdeki insanların itikadi problemleri vardı, şeklinde anlaşılmasın.) Dertlerini anlatmak üzere Tuğba ve beni buluyorlar, bizimle buluşturuluyorlardı. Dinliyorduk, yanlarında oluyorduk. Bildiğimiz bir şey vardı: bu gençlerin yalnız bırakılmaması gerektiği. Gücümüz yettiğince, onlar bizim yanımızda olmak istedikçe böyle bir alanı açtık.
Bu alanı açtıkça Tuğba ile yalnız kalmaya ihtiyacımız artıyordu. Bir gün yalnızca ikimiz, çay içmek üzere oturduk, dertliyiz. Bu insanların bizi aramadığını ifade ettim: Adam arıyorlar, biz ise adamın olmadığı yerde adamız. Paylarına biz düşmüştük, ne kadar kötü. Yine de biz düştük diye şükrediyor, bize bizim gibi insanlarla karşılaşmamızın duasını ediyorlardı. Düzeltebildiğimiz yerlerde bu duaları düzelttik. Denize düşenin, çaresiz kalanın kıymetsize kıymet gösterebileceğini anlamış oluyorduk böylece.
İki yılda değişen ne oldu da bu yazıya başladım, sorusuna gelince; Allah nasip ederse bu sene ilahiyat fakültesi mezunu oluyorum. Diplomanın getirdiği bir bilirkişilik durumu var, bir de her halde okumanın, konuşmanın getirdiği bilmişlik hali. Olduğumdan fazla görünüyorum. Bir taraftan insanların İlahiyat Fakültesi mezununa ümitle bakması, cevapları orada araması memnun ediyor; bir taraftan benim ve diğer mezunların yetkin mezun olamaması mahcubiyeti sarıyor etrafımı.
Yeni üniversiteye başlayan bir arkadaş şöyle bir mesaj atmış: “Bazen günahlarımdan çok korkuyorum. Kendimi yapmacık hissediyorum. Münafık gibi. Korkuyorum bu durumdan.”
İyi ki yüz yüze konuşmuyoruz, dedim, bu mesajı alınca. Çünkü okuduktan sonra ağlamaya başladım. Bu çocuğu elinden tutup bir mü’mine götürsem, dizinin dibine oturtsam, ben de oraya otursam ve hiç kalkmasam diye geçirdim içimden. Sonra şöyle bir his, bu çocuk yanımda olsa, sarılsam, anlından öpsem, yüzüne baksam, o saflığı içime çeksem, bütün yapmacıklığımdan, olduğumdan fazla ve farklı görüntülerimden arınsam… Sonra çektiği acıya odaklandım, sahabeden anlatılanları, kitaplarda okuduğum bana da ona da şifa olacakları, güzel insanlardan dinlediklerimi anlattım. Sıkıntısına o anlık çare oldu, gördüm bunu; fakat benim sızım hala içimde: Benimle değil de bir salih insanla, adam gibi adamla karşılaşsa, karşılaşsak.
İnsanlar sorularını yönelttikçe, dertlerini anlatıp derman olmamı bekledikçe, kaçmak ve saklanmak geliyor içimden; hiç konuşmamak, uzun susmak. Biraz müsaade demek istiyorum hayata, biraz dursam ve adam olup gelsem; müsaade etsen de adamın olmadığı yerde adam olmaklığımdan azat olsam. Olur demiyor. Hatta Zeynep şöyle diyor: “Geldiğinde kazancın burada geçmeyecek.”
Uzun düşündüğüm bir cümleyi söyleyiveriyorum: “Zaten insanın burada kazandığı, burada harcanmıyor.”
GENÇ'ın Yazısı.